Tarlabaşı from Fatih Pınar on Vimeo.
Fatih Pınar'ın İstanbul'un en eski semtlerinin "kentsel dönüşüm" projeleri kapsamında geleneksel sakinleri kovularak "soylulaştırılması" sürecine tanıklık eden kamerası bu kez Tarlabaşı'nda. Ulus Atayurt'un Tarlabaşı'nın "dönüştürülmesi"ni değerlendiren makalesi, Pınar'ın tanıklığına kent plancılığı bakış açısından bir arka plan sunuyor. Pınar'ın Perşembe Pazarı ve Süleymaniye fotoröportajlarını izleyen Tarlabaşı bir yıl boyunca devam edecek programlı fotoröportaj dizisinin üçüncü ayağı.
Video'yu izlemek için üstteki fotoğrafa tıklayabilirsiniz.
Önce 2005 yılında "Yıpranan Kent Dokularının Yenilenmesi, Korunması ve Kullanılması Hakkında Kanun Tasarısı" adıyla maruf 5366 nolu yasa çıkıyor. Yasanın mimarlarından biri olmakla övünen Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan'ın da azmiyle TBMM'den çıkan onayın akabinde, Tarlabaşı Bulvarı'na cephesi olan ve hemen arkasındaki yapı adalarında yer alan 209'u tescilli, toplam 278 binanın bulunduğu bölge "yenileme alanı" ilan ediliyor. Semtin yüzde 3'üne tekabül eden alandaki mülk sahipleri Beyoğlu Belediyesi tarafından 'bilgilendirmeye' çağrılıyor. Toplantılara katılımı belgelendirmek için mülk sahiplerinden alınan imzalar daha sonra ortada olmayan yenileme planları için anlaşma zeminin bulunmadığının delili olarak gösteriliyor ve Bakanlar Kurulu'ndan acil kamulaştırma kararı çıkarılmasına vesile ediliyor. Tıpkı Süleymaniye, Sulukule, Zeyrek, Balat, Fener, Kürkçübaşı ve daha nice tarihî mahalle gibi, Tarlabaşı da 5366 no'lu yasanın hükmü altına sokuluyor.
Söz konusu yasa, son beş yılda çıkan ve birbiriyle tutarsız bir dizi kanunun, belediyeye nasıl çoktan seçmeli bir müsadere zemini hazırladığına oldukça sarih bir örnek. 90'lar boyunca Tarlabaşı da dahil, tarihi semtlerin SİT alanı ilan edilmesi üzerine doğan bütüncül planlama zorunluluğunu saf dışı bırakmak için Anıtlar Kurulu yerine "Yenileme Kurulu"nun ikame edilmesinin önünü açan yasa, katılımcılık söylemini istişareden ibaret bir genellemeye indirirken abanın altından gösterdiği sopayı 7. maddesinde şöyle açık ediyor: "Bu kanun kapsamında yer alan yenileme alanlarında, uluslararası hukuktan doğan yükümlülükler saklı kalmak kaydıyla, diğer kanunların bu kanuna aykırı hükümleri uygulanmaz." Bir başka deyişle 5366 "özel" bir amaçla, uygulayıcıları da istisnai yetkilerle donatılıyor...
Kuşbakışı Tarlabaşı
Kamulaştırma yetkisini de belediyeye devreden yasanın özel amacının rantsal karşılığını anlayabilmek için semtin çevresine bir göz atmakta fayda var. Mimarlar Odası'ndan Mücella Yapıcı'nın "Tarlabaşı Kanunu" diye adlandırdığı 5366 no'lu yasa aslında mahallenin zamanla rant merkezi olarak algılanmasına neden olan bir dizi kentsel müdahalenin sonucunda icat edildi. Bedrettin Dalan, Haliç sahiline inerek şimdilerde soylulaşan bölgeyi ranta açmak için 19861988 yıllarında 167'si tescilli, 368 binayı yıkıp Tarlabaşı Bulvarı'nı yaratarak semtin Beyoğlu ile olan organik bağını kesti. Yine 1988 yılında, ikinci köprünün açılmasıyla iş merkezi Zincirlikuyu-Maslak güzergâhına doğru kaydırılmaya başlandı. Bu aksın doğal uzantısı olan "tarihi" Beyoğlu, İstiklal Caddesi'nin 1990 yılında trafiğe kapatılmasıyla gelmekte olan servis sektörünün eğlence mabedi olarak tescillendi. 2000 yılında metronun Maslak'ın çeperinden Taksim'e ulaşmasıyla yeni tarz-ı hayatın silueti belirdi: Maslak'ta bir ofiste yüksek gelirli bir masabaşı işgününün bitiminde, ara istasyonlardaki bir AVM-residansta alışveriş yapma ya da eve uğrama molasından sonra, Taksim'e intikal ederek Batılı anlamda turizm ile soslanmış gece hayatında günü nihayetlendirme. Bu kunt ve "kürsel kent" söyleminden apartılmış şablon son 10 sene zarfında Tarlabaşı'na olan baskısını çeşitli kollardan arttırdı. Tarlabaşı'na komşu Talimhane bölgesinde Seyfi Arıkan gibi tarihsel öneme sahip mimarların binaları yıkılıp küçük esnaf ve yoksul sakinler bölgeden uzaklaştırılken açılan 48 otel sayesinde yörede emlak fiyatları 6 kart arttı. Piyalepaşa'dan aşağı inerken sağda, Bilgi Üniversitesi Dolapdere kampusü öncü soylulaştırma unsuru olarak bölgeye yerleşirken, Pangaltı ve Şişli istikametinden yukarı çıkarken yapımı süren 6 dev rezidans projesi hizmet sektörünün kültür hayatına yakın durmak isteyen üst sınıf çalışanlarını ağırlamayı hayal ediyor.
Kültür, eğlence ve turizm sektörlerinin yalpalı istihdam kapasitlerini göz önünde bulundurmayan, 11 Eylül sonrası Güney Doğu Asya'da turizm sektöründe çalışan 9 milyon kişinin işsiz kaldığını, Barcelona gibi ideal bir "liberal-kültürel kent" ütopyasında bile işsizliğin ülke barajı olan yüzde 14'ü aştığını, Dubai gibi yılda 15 milyon turist ağırlamayı planlayan maket-şehirlerin kriz sebebiyle günde üç bin nüfus kaybettiğini göz ardı eden, yüzeysel bir "rekabetçi kent" imgesini ithal etmeye çalışan bu rantçı planlama, Tarlabaşı için hazırlanan geleceğin de arka fonunu teşkil etti.
Kamulaştırma ile mesul özel bir şirket
Kentliden ziyade kentin bizzat kendisini bir "birey" gibi algılayan, o bireyin diğer kentlerle rekabet etmesi gerektiğini savlayan "kentsel antropomorfizm"in gözünde mülk sahipleri dahil herkesin rahatlıkla göz ardı edilebileceğine dair en güzel örneği Tarlabaşı gösteriyor. Söz konusu bölge "yenileme alanı" ilan edildikten sonra açılan ihaleyi Çalık Holding'e bağlı Gap İnşaat kazanarak sözleşmeyi 4 Nisan 2007'de imzaladı. Geriye tek bir pürüz kalmıştı. Yöredeki mülk sahiplerinden birebir pazarlık yoluyla konutları satın almak. Önce vitrini tezyin etmek için, hem de ihale verildikten sonra, yörede şirket tarafından bir "sosyal doku" araştırması gerçekleştirildi. Daha sonra mülk sahipleri telefonla aranarak ikili anlaşma sağlanmaya çalışıldı. Mülk sahiplerine önerilenler ise epey hayret vericiydi, zira Gap İnşaat'ın yörede tasarladığı otel, alış veriş merkezi ve lüks konut stoğundan mülk sahiplerinin de pay alması pratikte imkânsız gözüküyordu.
Şirket yenileme sonrası, bir malikin sahip olduğu toplam metrekarenin yüzde 42'sini geri vermeyi öneriyor. Ancak tasarladıkları nazım projede malike uygun yapı mevcut olmayacağından, "gelin size para ya da TOKİ'den ev verelim" deniyor. Üstüne üstlük yüzde 42 hesabı hali hazırdaki metrekare üzerinden yapılıyor. Oysa Belediye sergi salonunda halka arz edilince mülk sahiplerinin de görme imkânı bulduğu projede yükseklik yer yer 14 kata kadar çıkıyor. Yani, kaba bir hesapla, mülk sahibine malının yüzde 20'si öneriliyor, o da projenin doğası gereği verilemiyor.
Ancak işin asıl vahim yanı kentsel dönüşümün ülke sathındaki mağdurlarının başat bölümünü oluşturan kiracıların Tarlabaşı'nda da evsizlikle yüzleşecek en büyük nüfusu teşkil etmesi. Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Bahar Şahin, söz konusu alanın nüfusunun yüzde 71'ini kiracıların oluşturduğunu belirtiyor. O kiracıların kahir ekseriyetinin de zorunlu göç mağduru Kürt vatandaşlardan oluştuğunu düşünürsek bölgenin boşaltılması ile katmerlenecek beşeri sorunların tüm kent halkına çıkacak faturasını tahmin etmek hiç de zor değil. Aslında işin beşeri yükünün özellikle kiracılar açısından ne kadar göz önünde bulundurulduğunu 27 Ağustos 2007'de Radikal gazetesinde Pınar Öğünç'ün sorularını cevaplayan Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan samimiyetle oraya koyuyor: "Oturanların zarar görmesini istemiyorsam da kira yardımı yaparım, yapacağız da. Ama bunun mekanizması var. Devlet yoksa sıradan vatandaşa para vermez. Biz illa yer göstermek zorunda değiliz, kent büyük. Nasıl buraya sıfırdan gelip yerleştiyseniz, aynen başka bir yerde devam edeceksiniz."
Tarlabaşı'nı kolay lokma zannetmek
Tüm bu çok taraflı cendere sonrası, yıllardır çeşitli bürokratik engeller yüzünden binalarını yenileyemeyen mülk sahipleri, bir şirketin 9 adet star mimara ısmarladığı ve henüz resmi onaylı tatbikat projesi bile bulunmayan yamalı "yenileme projesinde" 1993'ten beri SİT alanı olan semtteki evlerinin yıkılarak, sadece dış cephelerinin binalara maket misali iliştirileceğini görünce örgütlenmeye karar verdi. 2008 yılı başında örgütlenmesini tamamlayan Tarlabaşı Mülk Sahipleri ve Kiracıları Kalkındırma Sosyal Yardımlaşma Derneği'ne yaklaşık 280 mal sahibi ve 150 kiracı üye oldu. Belediyenin niyetinde bir değişiklik görmediklerini belirten dernek sözcüsü Erdal Aybek, görüşmeleri yedi aydır askıya aldıklarını iletiyor. Şirketin, belediyenin ve acil kamulaştırma kozunun tüm baskılarına rağmen 2008 Şubat'ından beri sadece üç vekaletname kaybettiklerini ilave eden Aybek, Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi'nin Mart 2008'de yürütmenin iptali için açtığı davaya 132 mülk sahibi ile müdahil olduklarını da ekliyor. Belediyeden ve hükümetten istedikleri ise gayet açık ve net: Yasalarca da teşvik edilen mülk sahiplerinin kendi evlerini restore etme haklarının doğru dürüst bir plan dahilinde tesis edilmesi.
Dönüşümün politik ajandası
İstanbul'da süregiden dönüşüm ve yıkım döngülerine baktığımızda, yerinden edilenlerin seçimindeki sıralamada rant bölgelerinin tanziminin yanı sıra toplum içinde aşırı marjinalleştirilmiş, dolayısıyla savunma mekanizmları daha zayıf unsurların da hesaba katıldığını görüyoruz. Sarıgöl ya da Sulukule gibi Roman mahallelerine, Ayazma gibi Kürt göçmenlerin ya da Başıbüyük gibi muhafâzkar halkın yaşadığı semtlere yıkım ve yerinden edilmelerde öncelik verilmesinin bir nedeni de olası mukavemetin zayıflığının hesaplanmasında yatıyor. Bu açıdan bakıldığında 50 bin civarında olduğu tahmin edilen nüfüsunun büyük bölümü zorunlu göç mağduru Kürt göçmenlerden, özellikle Sahra-altı ekonomi mültecilerinden, travestilerden ve kâğıtsızlardan oluşan, bu minvalde damgalanması da epey kolaylaşan Tarlabaşı'nın niye hedef seçildiğini anlamak pek de zor değil. Semtin Kürt göçmenleri hakkında çalışmalar yürüten Yrd. Dç. Dr. Bediz Yılmaz'ın da ifade ettiği üzere zamanımızda "Türkiye'de, genelde kent yoksulları ve özelde Kürt göçmenlere dair kamuoyunda yaratılmış olan klişeler, 19. yüzyılın 'tehlikeli sınıflar' söylemiyle benzerlikler taşıyor." Bu söylemsel marjinalleştirme, semtin müsaderesine zemin hazırlarken, yol açtığı mekânsal dönüşümle de kentin geleceğini katmerlenmiş sorunlara gebe bırakılıyor. Aslında iktidarın Tarlabaşı ile ilgili tahayyül sınırlarını belirtmek açısından Dermircan'ın mahalle halkını kastederek geçtiği özete kulak vermekte fayda var: "Trafik kazası geçirmiş bir hasta ölümle pençeleşiyor, bacağını kesmeniz lazım. Adam tek bacaklı kalacak, acaba ölse mi diye düşünemezsiniz..."
Her şeye rağmen, derneğin ve ahalinin varolma mücadelesi hem hukuksal açıdan hem da sokakla hemzemin bir şekilde devam ediyor. 12 Mayıs'ta Mimarlar Odası'nın açtığı dava gereğince mahkemenin atadığı bilirkişi mahalleye gelecek, dernek üyleri de nümayişlerle kent haklarını ifade etmekten geri durmayacak. Dernek sözcüsü Aybek'in de ifade ettiği gibi “Bu bizim için yapılan bu dünya değil, o yüzden Tarlabaşı'nın Manhattan olmasına izin veremeyiz.”