* Fotoğraf: Murat Bayram / bianet
İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), ortak bir basın açıklamasıyla Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın 700. oturmasına yönelik polis saldırısını kınadı, “Utanç ve şaşkınlık içindeyiz” dedi.
Hak örgütleri, 25 Mayıs 1995’te başlayan oturmalarının amacı ve hikayesi anlatıldı. 2011’de dönemin Başbakanı Erdoğan’ın kendisinin ve hükümetinin kayıpların, faili meçhul cinayetlerin açığa çıkarılması ve faillerini bulunması konusunda kararlı olduğunu belirttiğini ve Berfo Ana’ya söz verdiğini hatırlattı; "Şimdi ise faillerin bulunması kararlılığı, Cumartesi annelerinin/insanlarının sesini kısma kararlılığına dönüştü" ifadelerini kullandı.
TIKLAYIN - "Cumartesi" Nasıl Başladı, Neden Ara Verildi?
Dünkü müdahaleye yol açan tüm yetkililerin kayıp yakınlarından özür dilemesi, gözaltına alınanlar hakkında işlem yapılmaması, kötü muamelede bulunan memurlar hakkında işlem yapılması ve Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme'nin bir an önce çekincesiz bir şekilde imzalanması gerektiği ifade edildi.
Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Gözaltında zorla kaybetme eylemleri siyasal iktidardan sivil topluma tüm Türkiye’nin utancıdır. 25 Ağustos 2018 günü İstanbul Galatasaray’da 700. Hafta oturma eylemi öncesi kayıp yakınlarına yönelik kolluk güçleri tarafından yapılan müdahale bu utancı daha da derinleştirmiş ve vicdanları yaralamıştır. "Bir siyasal iktidarın konunun üzerine kararlılıkla gitmemesi, hatta hak arayan kayıp yakınlarının sesini kısmaya çalışması insanlığa karşı suç niteliğindeki zorla kaybetme eyleminin resmi olarak ve mutlak biçimde inkâr edilmesi anlamına gelir ki suçtur… Bu aynı zamanda işkence ve kötü muamele yasağının da ihlali niteliğindedir. Çünkü yakınları, zorla kaybedilen kişinin yaşayıp yaşamadığını, yaşıyorsa nerede, hangi koşullar içinde tutulduğunu, öldürüldüyse cesedinin nerede bulunduğunu öğrenememenin derin acısı içindedir. Uzun yıllar boyunca süreklilik gösteren bu durum 'kayıp” yakınları açısından; “işkence ve zalimce, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele” yasağının ihlali anlamına gelir. "Türkiye sistematik zorla kaybetme eylemleri ile her ne kadar 12 Eylül askeri darbesinden sonra tanışmışsa da bu tür eylemler asıl 90’lı yılların başında yaygınlık ve yoğunluk kazanmıştır. İnsan hakları kuruluşlarının verilerine göre yüzlerce zorla kaybetme eylemi gerçekleşmiştir. Özellikle 90’lı yılların ilk yarısında ülkenin pek çok yerinde, bilhassa da Güneydoğu’da insanlar evlerinden, işyerlerinden, okuldan, sokaktan ya da kahvehaneden günün herhangi bir saatinde, ansızın sivil veya üniformalı güvenlik güçleri ya da onlara yardımcı olan kişiler (itirafçılar) veya gruplar (geçici köy korucuları) tarafından özgürlüklerinden alıkonulmuşlar ve bir süre sonra elleri bağlı, işkence yapılmış halde bir köprünün altında veya bir tarlanın kenarında cesetleri bulunmuştur. Ya da bir daha haber alınamayacak şekilde kaybolmuşlardır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bu tür gerçekleşen çok sayıda zorla kaybetme eyleminde devletin sorumluluğu olduğu, kayıp iddialarını etkin, şeffaf ve bağımsız biçimde araştırmadığı, sorumluları açığa çıkarıp cezalandırmadığı, kayıp yakınlarının acılarını dindirecek telafi ve onarım süreçlerini işletmediği için Türkiye’yi mahkûm etmiştir. Bugün de kayıp iddiaları özellikle 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi sonrasında artış göstermektedir. "Cumartesi Annelerine, kayıp yakınlarına ve insan hakları savunucularına 700. Oturma eylemi öncesi yapılan müdahaleyi kınıyoruz. "Zorla kaybetme eylemleri siyasal iktidardan sivil topluma kadar topyekûn bu toplumun, Türkiye’nin utancıdır. Bu utançtan hiç birimiz kaçınamayız, kendimizi azade kılamayız. Kayıp yakınlarına dün yapılan müdahale bu utancı daha da derinleştirmiş ve vicdanları yaralamıştır. Bu nedenle dünkü müdahalelere yol açan her düzeydeki tüm yetkililer kayıp yakınlarından derhal özür dilemelidirler. Bunun yanısıra kayıtlarda yer aldığı gibi bu olayda herkesin tanıklığında gerçekleşen işkence ve diğer kötü muamele düzeyine ulaşan uygulamalar nedeniyle de tüm sorumlular hakkında derhal etkili soruşturma süreçleri başlatılmalıdır. Gözaltına alınanların ise haklarında hiçbir işlem yapılmamalıdır. Utançtan kurtulmanın bir göstergesi olarak siyasal iktidar Birleşmiş Milletlerin kısaca 'Kayıplar Sözleşmesi' olarak bilinen 'Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşmesi'ni hiçbir çekince koymadan derhal imzalamalı ve onaylamalıdır." İnsan Hakları Derneği Türkiye İnsan Hakları Vakfı |
(ÇT)