Bu yazı Açık Gazete'de yayınlandı.
Yeryüzünün en büyük yalanlarından birini göklerden üstümüze atan ABD’nin “düşman askeri üssü” barındırdığını söyleyerek salladığı atom bombasıyla Hiroşima şehrinin yüzde 70’ini bir anda yok eden uranyum katkılı ve yaklaşık 13 bin TNT (tri-nitro-toluen) kuvvetindeki bomba, merkezinde 3 bin santigrat derece ısı oluşturan, 1,5 kilometre çapındaki alanda her yeri dümdüz eden, ilk aşamada 80 bin ve sadece o yılın sonuna dek 140 bin insanın ölümüne yol açan ve yaralanan çok sayıda insan tıbbi yardım alamadan ölürken, şehre yardım götürmeye gidenlerin de bomba sonrası oluşan radyoaktif yağmura maruz kalarak hayatını kaybettiği olayın 73. yıldönümüne rastlayan bugünlerde dünyada “Kitab-ı Mukaddes”teki tasvirleri hatırlatan bir durum vardı: “Cehennem ile Yüksek Sular Arasında” bir yerdeydik sanki.
Anadolu, AFP, Reuters ajanslarından derlenen bir NTV haberinin başlığı şuydu mesela: “Cehennem günü: Avrupa 50 dereceyi gördü.”
Haber şöyle devam ediyordu: “Avrupa kavruluyor. 1977'de Yunanistan'da kaydedilen 48 derecelik sıcaklık rekoru Portekiz ve İspanya'da kırıldı. Hissedilen sıcaklık 50 dereceyi geçti. 40 derece üzeri sıcaklar bu hafta Türkiye'yi de vuracak...İstanbul’da nemin etkisiyle 35 derecelik sıcaklık, 45 derece olarak hissedilecek.”
Ayrıca, İspanya’da sıcaklıktan ölenlerin haberleri de gelmeye başlamıştı.
En kuzeyde İsveç’te Kuzey Kutup Dairesi içinde kalan ormanlar yanmaya devam ederken, Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de bir AVM, 100 müşterisini klimalı binasında gecelemeye davet ediyor, Yunanistan başkenti Atina’nın doğusunda cennet sahili cayır cayır yanarak Milton’un “kaybolan cennet”ine dönerken, başkentin batısında da insanlar sular seller altında kalıyordu.
Şiddetli seller Hindistan’da en az 500, Myanmar’da en az 20, Vietnam’da 3 can alırken, Japonya hem sıcak dalgasından, hem de sellerden ölen 100’ün üstünde insanın ardından ağıt yakmaktaydı.
Aşırı sıcaklarla kavrulan Kuzey Kore diktatörlüğü “doğal afet”e karşı yurttaşları mahsulleri koruma konusunda yurtseverce mücadeleye çağırırken, yarımadanın öteki tarafındaki “düşman kardeş” Güney Kore’de son 111 (yazıyla yüzonbir) yılın en sıcak günü yaşanmakta, 28 vatandaşın da sıcaklar sebebiyle hayatını kaybettiği açıklanmaktaydı. (Ajanslar, gazeteler, internet medyası)
Bir zamanlar “münbit (bereketli) hilal” diye adlandırılan Ortadoğu’dan gelen haberler de pek parlak değildi. Büyük su sıkıntısı çeken ve “susuzluğa ölüm!” diye pankart açan öfkeli insanların sokakları doldurduğu İran’dan sonra, aşırı sıcakların vurduğu Irak’ta tarım bakanlığından yapılan resmî açıklamada “ülkede tarım sektörünün, kuraklık ve su gelirlerinin yetersizliği nedeniyle yaz döneminde yüzde 50 –evet, yüzde elli!– zarar gördüğü belirtiliyordu. (Sputnik, ajanslar)
Türkiye’de ise bir yandan Meteoroloji Mühendisleri Odası “eyyam-ı bâhur” (en sıcak ve buharlı günler) ile 51 derecelik hissedilen sıcaklık geleceği yönünde uyarıları getirirken, Kandilli Rasathanesi; 2018’in, son 47 yılın en sıcak yılı olacağını, “100 yılın başından bu yana İstanbul'da sıcaklıkların 1 - 1,5 derece arasında arttığını” bildiriyor, İstanbul’da 39 – 40, İzmir ve Aydın’da 40-45 derecelik sıcaklıkları, aşırı yağış ve selleri, kuvvetli doluları, kuraklıkları, afetleri göreceğimizi bilimsel kesinlikte öngörüyordu.
Gazeteler, yerel gazeteler, ajanslar, internet siteleri vb. Rize’den (“Allah’ım yardım et, batıyoruz!” – Muradiye Beldesi Belediye Başkanı) sel ve heyelan hasarı, Ordu’dan sağanak ve harmana serilen fındık ürününün sel sularına kapılması, Kütahya’dan evlere ve tarım arazilerine hasar veren sağanak, Bolu’da Mudurnu ilçesinde köy yollarına hasar veren sağanak ve seller, Aydın’da taşan Kızıldere Çayı’nın tren raylarının altını oyması ve büyük bir tehlikenin son anda atlatılması hakkında sayısız haber vardı. (AA, DHA, HT, Rize Haber 61, Diken, T24 vb.)
Ayrıca sosyal medyada İstanbul 3. Havalimanı’nın zemininin çöktüğünü ve ürkütücü büyüklükte bir obruk açıldığını gösteren fotoğraflar yer almakta, “ÇED raporunda 70 ‘sulak alan’ ifadesinin yıllar önce ‘su birikintisi’ olarak değiştirilmiş olduğu” yolunda haber/yorum ve uyarılar bulunmaktaydı. (Örneğin bkz.: https://twitter.com/melisalphan)
Kuzey Yarıküre’nin daha “yeni başlayan” yangın mevsiminde California eyaletinde mevsim ve sınır tanımaz dehşette yangınlar genişleyerek sürmekte, hatta “kasıryangın” (“firenado”) gibi yepyeni terimlerin icad edilmesini gerektiren, yaktığı alan 100 bin hektara ulaşan ve ancak üçte biri kontrol altına alınabilen, işin kötüsü hızla daha da genişlediği gözlenen cehennemî yangınlar önemli can ve mal kaybına yol açarken, eyalet tarihinin bu en büyük yangınları karşısında bile iklim değişikliğini aklına getirmeyen Başkan Trump, majör felaket ilan etmek, federal yardımı devreye sokmak zorunda kalıyordu.
Kalıyordu kalmasına da, neredeyse aynı günler içinde hem araçlarda sera gazı salımlarına ilişkin sınırlamaları kaldırıyor, hem de dev enerji şirketi Exxon Mobil’in petrol ve doğal gazın iklim yıkımına yol açtığını en az 40 yıl öncesinden bildiği halde bunu “devlet sırrı” gibi saklayan, saklamaktan öte inkâr eden, ondan da öte bunun tam aksini iddia etmek için geniş bir propaganda ağı ve “düşünce kuruluşları” ağı yaratmak amacıyla büyük paralar harcayan bu şirket hakkındaki 2 yıllık resmi soruşturmayı sona erdiriyordu.
İsviçre’de buzullara erimesinler diye geçirilen plastik köpükleri, Avusturya’da polis köpeklerinin ayaklarına yanmasınlar diye geçirilen patikleri, Hollanda’da arabalar ve yolcular kazaya uğramasınlar diye, eriyen asfalt yolların trafiğe kapatılmasını, Portekiz’de belli saatlerde sokağa çıkılmamasını isteyen resmî uyarıları da ana akım medyada bile görmek, okumak mümkündü. Bunlar kuzey Yarı-Küre’deki kıyamet ve kaosa ilişkin bir özetti. (Cumhuriyet, gazeteler, haber siteleri, sosyal medya)
Güney Yarıküre'ye de çok kısa bir süre için uğrarsak, orada durum aşağı yukarı şöyle idi: Kış mevsiminin ortası olmasına karşın, tarihinin en kötü kuraklığını yaşayan, gıda ürünlerinin yaklaşık dörtte birini tek başına üreten New South Wales eyaletinin yüzde 99’unun kuraklık halinde olduğu ilan edilen Avustralya ülkesinin Başbakanı Malcolm Turnbull, ülkesinin tümünün artık bir “kuraklık diyarı” haline geldiği uyarısında bulunurken –ki, bu uyarının muhatabının kendisi dışında kim olduğunu anlamak hayli zordu doğrusu– kendisinin hemen yanında duran bir yardım görevlisini de teselli etmek durumunda kalıyordu. Neden diye sual edilecek olursa, o zavallı görevli, hüngür hüngür ağlayarak iklim krizini şöyle anlatıyordu kendine göre: “Her gün bir çiftçi ailesini ziyaret ediyorum ve bir gün çok geç kalmış olabileceğimden kaygı duyuyorum. Durum bu kadar kötü!..."
Bütün bu kızılca kıyamet alametleri arasında Dünyanın karbon salımlarının, en az 800 bin yıldan beri görülmemiş en yükrsek seviyeye çıktığı, tüm salımlar şu an durdurulsa bile atmosferdeki ısınmanın birkaç onyıl, belki de bir yüzyıl bile daha devam edeceği bilimsel raporlarda dünyaya açıklandı.
Ayrıca, bir hafta kadar önce gezegen tarihinde gelmiş geçmiş en sıcak 3 yılın 2015, 2016 ve 2017 olduğu bilimsel raporlarla dünyaya açıklandı. 2018’in 4. en sıcak yıl olma yolunda olduğu da raporda net bir dille ilave edilmişti zaten.
Aynı haftada haberi çıkan bir başka bilimsel raporda, ABD’de dev petrol ve doğal gaz şirketlerinin kârları uğruna şu 6 canlı türünün yokolmasına göz yumulacağı belirtiliyordu: Kutup ayısı, Yaban tavuğu, Boz Kurt, Boz Ayı, Delta Gümüşbalığı, ve Coho Somonu. Yani bu türleri çok uzak olmayan bir gelecekte ancak belgesellerde görmek, çocuklara ve torunlara da ancak o belgeseller üzerinden tanıtabilmek mümkün olacaktı.
Yine Ağustos başında küresel ısınma ve iklim değişikliğine en çok neden olan 20 fosil yakıt şirketinin listesi açıklandı: CO2 artışına katkıda 1. sıranın Suudi – ABD ortaklığı ARAMCO enerji devine ait olduğu, listelenmiş 20 şirketin CO2 artışındaki, yani iklim yıkımındaki toplam payının yüzde 21’e geldiği, yeryüzündeki ısı artışına en çok sebep olan ülkelerinse sırasıyla ABD, S. Arabistan ve Rusya olduğu rakamlarla detaylı olarak ortaya kondu. ARAMCO’nun ardından Gazprom (Rusya), Exxon Mobil (ABD), NIOC (İran), Pemex (Meksika), BP (Britanya), Chevron (ABD), Coal India (Hindistan), Royal Dutch Shell (Hollanda/Britanya), Petroleos de Venezuela (Venezuela) geliyordu. Geri kalan 10 şirketin sahiplikleri ise Çin, ABD, Birleşik Arap Emirlikleri, ABD, Cezayir, Fransa, Kuveyt, Avustralya, Britanya ve Nijerya arasında üleştirilmekteydi.
***
Bu "Dünya Hali"ni en iyi özetleyense, dünyanın önde gelen düşünür, siyasî muhalif, yazar, dilbilimci ve aktivistlerinden Noam Chomsky oldu galiba. Profesör, Democracy Now! Radyo/tv’sine verdiği sarsıcı mülakatların sonuncusunda şöyle diyor:
“İnsanlığın tarihinde benzersiz bir an içinde yaşadığımız olgusunu ne kadar vurgulasak az. Aslında, 1945’ten beri bu ânın içindeyiz biz. 1945’te insanın tarihi dramatik biçimde değişti. 1945 Ağustosu’nda insanlar, yere göğe sığdırılamayan o zekâlarıyla Yeryüzü’nde hayatı yok etme aracını icat ettiklerini ispatladılar... 1945’te sadece nükleer çağa değil, jeologların Antroposen (İnsançağı) dedikleri yeni bir jeolojik çağa girdiğimizi bilmiyorduk: Antroposen, insan faaliyetinin, insan ve diğer canlıların ayakta kalabildiği çevre üzerinde pek fena ve zararlı etkilerde bulunduğu bir çağ. Ayrıca, şimdi altıncı yokoluş adı verilen döneme, türlerin hızlıca yok olduğu, yani 65 milyon yıl önce bir göktaşının, muazzam bir göktaşının Yeryüzüne çarpınca meydana gelen beşinci yokoluşla kıyaslanabilecek döneme girdiğimizi biliyoruz.
Dünya Jeoloji Derneği (World Geological Society), İkinci Dünya Savaşı’nın sonunu Antroposen çağının başlangıcı olarak belirledi – Yani, keskin bir tırmanma ve çevrenin yıkımı. Yalnızca küresel ısınma, karbon diyoksit ve diğer sera gazlarındaki tırmanma değil, aynı zamanda okyanuslardaki plastik yoğunlaşması gibi – çok uzak olmayan bir gelecekte denizdeki balıkların ağırlığını aşacağı tahmin ediliyor plastiğin.
Uzun lafın kısası, örgütlü insan hayatı uğruna çevreyi yerle bir ediyoruz. Düzenli nükleer meydan okumalarla nihai felaket tehditlerinde bulunuyoruz. Gerçekten insanı şoke edecek nitelikte olan tarih kayıtlarına şöyle bir göz atan herhangi birimizin, bu kadar süre ayakta kalmış olmamızın tam bir mucize olduğuna kanaat getirmesi kaçınılmaz. Şu anda insanlar, bu kuşak, tarihte ilk defa şunu sormak durumunda: "İnsan hayatı ayakta kalabilecek mi?’ Ve, çok uzak olmayan bir gelecekte örgütlü toplumlar olarak üzerinde durmamız gereken konular tam da bunlar işte. Bununla kıyaslandığında geri kalan her şey önemsiz kalır.”
Ha, unutmadan, bundan iki gün önceki mülakatında da iklim inkârcılığına muazzam fonlar ayıran eski Exxon Mobil CEO’su ve eski Dışişleri Bakanı Tillerson hakkında da şu özet değerlendirmeyi yapmıştı dünyanın en büyük dilbilim üstadlarından Profesör Chomsky: “Bu cins insanlara, yani tıkabasa dolu ceplerine birkaç dolar daha tıkabilsinler diye öyle uzak olmayan bir gelecekte organize insan hayatının varlığını feda etmeye hazır olan insanlara dilde hangi kelime uygun düşer bilmiyorum – bunlara uygun bir kelime bulamıyorum daha doğrusu. ‘Habis’ kelimesi onları tanımlamaya yaklaşamaz bile.”
***
Ey okur, Nükleer Çağ’a ve İnsan Çağı’na aynı anda girmemizin 73. yıldönümünde sana bomba gibi bir vakayiname döktürdü işte hakir. Ancak, hayırlı uğurlu olur mu, onu bilemez. (ÖM/HK)