Fotoğraflar: Can Candan/Behram Evlice
Boğaziçi Üniversitesi protestoları bugün artık tüm Türkiye'ye yayılmış durumda. Politikacıların, yurttaşların, üniversitelelilerin ve yavaş yavaş liselilerin gündeminde Melih Bulu'nun rektörlüğü var.
Bir "direniş" olarak tanımlanmaya çoktan başlayan Boğaziçi protestolarında en çok bedeli de Güney Kampüs'te günlerdir nöbet tutan öğrenciler ödedi; gözaltına alınanlar, tutuklananlar oldu. Ancak "Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz" sloganı anlam buldu. Gözaltından çıkan öğrenciler, Güney Kampüs'teki nöbetlerine devam etti. Akademisyenler kar, yağmur demeden Bulu'ya sırt döndü. Her gün 12:00 ila 13:00 arasında akademisyenlerin eylemine sahne olan alanın bir adı var: Üstün Ergüder Meydanı.
Meydanın adı verilen Prof. Dr. Üstün Ergüder, 1992-2000 yılları arasında okulun rektörüydü. Öğrencileri, onu, sıklıkla özgürlükçü bir akademisyen olarak anıyor. Bugünse kampüste polis şiddeti yaşanıyor. Bulu, kampüsteki "barikatlar için" İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya teşekkür ediyor.
Ergüder, Bulu ataması ve ardından gelişen Boğaziçi direnişi hakkında ne düşünüyor?
bianet'e atamayı ve protestoları değerlendiren Ergüder, "Rektörlük benim için yapılacak bir işti. Üniversiteyi bir noktadan alıp bir noktaya getirebilmek, o üniversitede özgürlük ortamı sağlayabilmek... Çünkü üniversitelerde bir özgürlük ortamı olmazsa üniversite üniversite olmaktan çıkar. Soru sormayı, beraber yaşamayı, birbirinden öğrenmeyi teşvik etmen lazım. İşte bunları yapabilmek benim için önemliydi rektör olarak" diyor.
Melih Bulu'nun okulunuza rektör olarak atanmasının ardından başlayan protestolar ve öğrencilere yönelen şiddetli polis müdahalesi ne düşündürüyor size?
Üzülüyorum. Ne diyeyim? Çünkü Boğaziçi, Türkiye için çok önemli bir üniversite, çok önemli bir kurum. Türkiye daha çağdaşlaşacaksa, dünyada önemli bir rol oynayacaksa Boğaziçi Üniversitesi gibi, öğrencilerin çok iyi puanlarla girdiği bir üniversitenin işini iyi yapabilmesi lazım.
Kurumlar naziktir, taş üstüne taş koyarsınız. Bazen yarım asır sürer kurumları yerleştirmek, pekiştirmek, oturtmak. Fakat yıkması da bir o kadar kolaydır. Yani taş üstüne taş koyarak bir duvar örersiniz, birisi gelir arabasıyla çarpar veya bir tekme atar orayı yıkar. Boğaziçi Üniversitesi'ne öyle bir şey olsun istemiyorum, istemem.
Kariyerimin çok önemli bir kısmı orada geçti. Benim hayat bakışımı da şekillendirdi Boğaziçi'nin özgürlükçü yapısı. Bana düşen o kültürü korumak, ona hürmet etmekti.
Boğaziçi geleneği ve tarihsel süreç
Boğaziçi geleneğine neden aykırı bu atama? Ne var bu gelenekte? Liyakatle ilgili endişeler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Liyakatle ilgili bir şey söylemek istemem. Ben tanımıyorum Rektör Bey'i. Bir kere kendisiyle görüşme fırsatı buldum evimde, onun dışında tanımıyorum. Akademik performansını da bilmiyorum, dosyasını da incelemiş değilim. Ama benim tek söyleyeceğim şey şudur; Boğaziçi üniversitesinde belli bir gelenek var, evet. Biraz tarihini incelemek lazım Boğaziçi Üniversitesi'nin.
TIKLAYIN - "Talebimiz iktidarın üniversitelerden elini çekmesi"
Mesela 12 Eylül Darbesi'nden sonra askeri rejim zamanında yasalaşan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'na göre o üniversiteye yapılan bir atama olmuştur, bugünkü atamaya çok benziyordur o. Ben o günler, üniversitede genç bir öğretim üyesiydim, 1982'ydi sene. Bir sabah bir kalktık, rektör atanmış; hiç tanımadığımız bir arkadaş, başka üniversiteden, İstanbul Teknik Üniversitesi'nden. Aslında çok saygın bir arkadaşımızdı, tanıdıkça ben de kendisine çok saygı duydum.
TIKLAYIN - Kampüs "garnizon komutanlığı gibi"
Ama mesele bu değil. Bir atama, bir süreç yanlış olunca herkes bundan zarar görüyor. O atamayı da Boğaziçi Üniversitesi içselleştiremedi. 10 sene geçti, 10 sene beraber yaşandı, fakat o 10 senede onu bir türlü hazmedemedi üniversite.
Rektör atama yılı olan 1992 yılı geldiğinde öğretim üyeleri toplandı, son derece demokratik ve medeni bir şekilde kendi aralarında bir seçim yaptılar, dört arkadaşı tercih sırasına göre sıraladılar ve taleplerini Ankara'ya bildirdiler. O listede benim de adım vardı. Hatta düşündüm, dedim, "Herhalde bizim idam fermanımızı yazdılar. Bizi bir daha rektör yapmazlar."
TIKLAYIN - "Liyakatin olmadığı yerde eğitim kalitesi düşüyor"
Haziran 1992'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) bir kanun geçti. Orada üniversitelere rektör seçme süreci değiştirildi; seçimlerde altı aday aldıkları oya göre belirlenecek, bu Yükseköğretim Kurulu'na (YÖK) bildirilecek, YÖK kendi sıralamasını yapıp üç adayı cumhurbaşkanına bildirecek, cumhurbaşkanı da kendi tercih ettiği adayı atayacak gibi bir sistem gelişti. Bu, Boğaziçi Üniversitesi'ndeki arkadaşlarımızı, ben dahil, çok memnun etti. Çünkü "Biz gittik, çok medeni bir şekilde derdimizi anlattık, sonuç da aldık" gibi bir havaya girdi üniversitesi.
TIKLAYIN - "Akademik özerklikten vazgeçemeyiz"
Ondan sonraki senelerde 2008'e kadar hep birinci olan adaylar atandı. 2008'de, o anda görevde olan arkadaşımız Ayşe Soysal yapılan seçimde ikinci çıktı. Başka bir arkadaşımız, Kadri Özçaldıran birinci aday olarak çıktı. Ve liste Ankara'ya gittiğinde Ayşe Soysal kendisine görev verilirse kabul etmeyeceğini bildirdi ve kabul etmedi. Diğer adaylar da adaylıktan çekildiler. O zaman üniversitenin tek kalan, tek tercihi Kadri Bey rektör olarak atandı.
Yani 1992'den 2016'ya kadar hep birinci olan adaylar atandı. Bu üniversitede bir gelenek, alışkanlık yarattı. Sistem çok iyi işledi. Birçok üniversitede seçim sistemlerinin iyi işlemediğine dair iddialar var. Ama o sistem, Boğaziçi'nde çok iyi çalıştı. Çok medeni şekilde seçimler yapıldı, liyakatli arkadaşlar üniversitede görev aldı. Yani sistem 2016 yılına kadar gayet güzel işledi. Boğaziçilier bu süreci çok benimsediler bu yüzden. Yani hangi kritere bakarsanız bakın, Boğaziçi seçim olan yıllarda büyük bir atılım yaptı.
TIKLAYIN - "Tüm bileşenlerimizle karşısındayız Melih Bulu'nun"
Bu 2016'da bozuldu. En çok oy alan arkadaşımız (Gülay Barbarosoğlu) atanmadı. Üniversitenin çabasıyla da rektör yardımcısı olan, Boğaziçi'nde uzun seneler görev yapmış bir arkadaş (Mehmed Özkan) rektör olarak atandı.
2016'dan bu yana Türkiye akademisi
Üniversitelerde yaşanan ihraçlar, rektör atamaları gibi durumlara baktığınızda Türkiye akademisinin bir arada durduğu söylenebilir mi? Bir özeleştiriye ihtiyaç var mı sizce?
Bu işlerin bir yere gelmesi kolay olmuyor. Bunların hepsi birer damladır, o damla yavaş yavaş bardağı taşırmaya başlıyor. Toplumdaki siyasi havayla da eklemleniyor. Belki daha ilk olduğu günde tepki göstermek lazım. Fakat üniversiteler de birbirinden çok farklı, hepsinin başka öncelikleri var.
TIKLAYIN - "Demokratik olmayan bir ortamda bilgi üretilemez"
Bir iş olarak rektörlük
Türkiye gençliğinden ve akademisinden yana umudunuz var mı? Melih Bulu'ya bir tavsiyeniz olur mu yaşanan polis şiddetinden sonra?
Benim umudum var. Amerika Birleşik Devletleri'nden buraya çok iş yapılabileceğine inandığım için geldim doktoramı bitirdikten sonra. Bu ülkenin bir yerlere getirilebileceğine inandığım için geldim 1969'da. Bu kadar sene sonra "Moralin bozuldu mu?" diyeceksiniz. Vallahi moralim bozulsaydı rektörlük yapmazdım.
Benim için rektörlüğün sağladığı imkanların hiç önemi yoktu, rektörlük yapılacak bir işti. Üniversiteyi bir noktadan alıp bir noktaya getirebilmek, o üniversitede özgürlük ortamı sağlayabilmek... Çünkü üniversitelerde bir özgürlük ortamı olmazsa üniversite üniversite olmaktan çıkar. Soru sormayı, beraber yaşamayı, birbirinden öğrenmeyi teşvik etmen lazım. İşte bunları yapabilmek benim için önemliydi rektör olarak. Onun için ümidim vardır, hâlâ da var.
TIKLAYIN - Boğaziçi Dayanışması: Arkadaşlarımız serbest bırakılsın
Çünkü bütün bu kavga dövüş içinde doğru soruların sorulduğunu görüyorum. Bugün Boğaziçi direnişini ben 1970'lerle karşılaştırıyorum. Bugün gördüğümüz direniş beni de bir yerde memnun ediyor. Arkadaşların çok inovatif işler yaptığını görüyorum; sosyal medya için güzel videolar hazırlıyorlar, esprili sloganlar üretiyorlar. Gördüğüm kadarıyla bir itiş kakışa girmiyorlar. Bu da beni memnun ediyor. Bunların arasına başka gruplar girmiş olabilir, onu bilemem. Ama şu ana kadar iyi götürülen bir direniş özellikle öğrenciler tarafından.
Ben 1970'li yılları yaşamış bir insanım. Ne kadar zor ve problemli olacağını biliyorum öğrenci hareketlerinin. Arkadaşlara da söylüyorum; "Bugün için moraliniz bozulmasın, bunlar ne kadar devam eder belli değil, bütün olan kurumun devamlılığını sağlamaktır" diyorum.
(DŞ)