*Fotoğraf: Behram Evlice
Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör olarak atanan Melih Bulu'ya yönelik protestolar 41 günü geride bıraktı.
Bugüne dek okulun tüm bileşenlerinin ortak itirazından ayrı düşen ve rektör yardımcılıklarını kabul ederek yeni istifa taleplerinin öznesi olan Prof. Dr. Gürkan Kumbaroğlu ve Prof. Dr. Mehmet Naci İnci'ye karşın mücadele en başından beri aynı taleplerle sürüyor.
Talepler, protestoları en başından beri izleyen herkesin artık ezberinde: "Bulu'nun istifa etsin ve demokratik rektörlük seçimleri Türkiye'nin tüm üniversitelerde uygulansın."
TIKLAYIN - "İstifayı düşünmüyorum" diyen Bulu, Soylu'ya teşekkür etti
Bu talepler için eylemler düzenleyen 11 öğrenci tutuklandı, en az 25 öğrenci ev hapsine mahkûm edildi. 600'ü aşkın üniversiteli de dönem dönem gözaltına alındı. B.B. ve M.Ü'nün önceki gün serbest bırakılmasıyla tutuklu öğrenci sayısı dokuza düştü.
TIKLAYIN - Boğaziçi Dayanışması: Arkadaşlarımız serbest bırakılsın
Boğaziçi Üniversitesi'nde 2013'ten bu yana "Sinemada Klasik Müzik" gibi seçmeli dersler veren akademisyen ve avukat Feyzi Erçin, üniversitelilere yönelik gözaltıların ve tutuklamaların ardından "öğrencilerini savunan bir avukata dönüştü." 51 Boğaziçilinin serbest bırakıldığı günün hemen ertesinde ise Güney Kampüs'te "Feyzi Hoca sen bizim her şeyimizsin" sloganlarıyla ve alkışlarla karşılandı.
Söz şimdi, "Şu anda öğrencilerin temel meseleleri; ifade özgürlüklerinin elinden alınması, gelecek kaygılarının artması, giderek kötüleşen ekonomik koşullarda yaşamaları. Onlar, gelecek imkânlarını genişletip bu dünyayı değiştirmek istiyor" diyen Feyzi Erçin'in.
*Fotoğraf: Ozan Acıdere
"İfade özgürlüğünü sınırlayıcı bir hamle"
Nasıl bir süreç yaşanıyor Boğaziçi'nde? Bir de sizin gözünüzden bakalım, sizden dinleyelim.
Öncelikle 1 Ocak'ta gece yarısından sonra Twitter üzerinden rektör atamasının haberini aldım ve bir an için bunun dezenformatif bir haber olduğunu düşündüm. Ama sonra Resmi Gazete'den kontrol edince gerçek olduğunu fark ettim.
Okulda sadece seçmeli dersler veren bir hoca olduğumdan idare süreçlerini takip etmeyen birisiyim ve bunu bir anda şoke edici bir haber olarak karşıladım.
Özellikle atanan rektörün geçmiş siyasi profilini de fark edince çok güçlü ve belirgin bir düşünceyle atanmış olduğunu düşündüm ve tabii ki üzüldüm. Daha çok Twitter'da takipleştiğim öğrencilerimin ne kadar çok üzüldüğünü ve gelecek kaygılarının ne kadar arttığını fark ettim.
TIKLAYIN - "Özgürlük olmazsa üniversite üniversite olmaktan çıkar"
Birkaç gün içerisinde okuldaki barışçıl protestoda öğrencilerimin yanında hukuki desteğe ihtiyacı olursa diye yardım etmek için bulundum ve uzunca bir süre yanlarında kalıp daha sonra ayrıldım kütüphanenin önünde foruma başladıklarında.
Sonraki süreç zaten kamuoyuna yansıdı. Gerek hocalar gerek öğrenciler, rektörün atama yoluyla gelmesinin ne kadar yıpratıcı, gelecek için umutları yok edici ve ifade özgürlüğünü sınırlayıcı bir hamle olduğunun farkına vardılar, bunu kamuoyuna anlatmaya çalıştılar.
TIKLAYIN - "Liyakatin olmadığı yerde eğitim kalitesi düşüyor"
Hem hocaların hem de öğrencilerin, hem parçası oldum hem de onları yakından izleme fırsatı buldum. Tüm bunlar da bizi hiç istenmeyen o Cuma (29 Ocak) ve Pazartesi (1 Şubat) günlerine getirdi. Her ikisinde de kısmen okuldaydım ve kısmen gördüm olayları.
Esas tabii, Pazartesi günü 51 öğrencinin kampüs içerisinden gözaltına alınmasından serbest bırakılmalarına kadar geçen süreçte hayatım değişmiş oldu. Bu öğrencilerin az olmayan bir kısmını şahsen tanıyordum. Çoğunun ilk adliye tecrübesi olacağını biliyordum. Başlarına ne geleceğine, bunun neden olduğuna dair bilgileri olmadığını da biliyordum. O yüzden de tüm o süreçte elimden geldiğince hukuki destek vermeye ve yanlarında olmaya çalıştım.
"Öğrencilerimi nezarethanede bulmak üzdü"
Adliyede öğrencilerinizi savunmak ne hissettirdi size?
Ben aslında ceza hukuku yapmıyorum. Son yıllarda yapılması gerekenleri maalesef öğrenmek zorunda kaldık avukatlar olarak. Çünkü ne zaman, kime yardım etmemiz gerekeceği bilinmiyor. Bunlar, hiç bulunmadığım süreçler değildi tabii. Ceza hukuku uzmanı olmasam da değişik vesilelerle adliyelerde bulunmuştum.
TIKLAYIN - Kampüs "garnizon komutanlığı gibi"
Fakat ilk defa bu kadar öğrenciyi bir arada gördüm ve Vatan Emniyet'in nezarethanesinde onları görene kadar yapılması gereken şeyleri yapıyorum diye düşünüyordum. Onları orada gördükten sonra duygusallaştığımı söyleyebilirim. Her gün sınıflarda yüzünü gördüğüm öğrencileri nezarethanelerin avukat görüşme odasında bulmak ve onlara sürecin nasıl işleyeceğini anlatmak bayağı üzdü.
Koğuştan koğuşa satranç
Tutuklu öğrencilerinizden haber var mı, nedir koğuşlardaki durumları?
Her ikisinin ilk başta mecburen salgın nedeniyle tecrit olduğunu, yan yana koğuşlarda tutulduklarını ve birbirlerine seslenerek körleme satranç oynadıklarını biliyorum. Avukatlarıyla her gün haberleşiyoruz, onlar da sağlıklarının ve morallerinin iyi olduğunu birden çok kez teyit ettiler. Dolayısıyla bu süreci yaşayabilecekleri en moralli şekilde yaşıyorlar. Avukatlar onlara dışarıdan nasıl bir destek olduğunu ilettiğinde de büyük bir moral oluyordur. Kitaplarının kısmen ulaştığını da öğrendim. Ayrıca dün de kendim gördüm, hem moralli olduklarına hem de umutlarına şahit oldum. Şartlara alışmışlar, yakında çıkacaklarına inançlılar ve vakitlerini değerlendirebiliyorlar.
"Geleceğe dayalı protestolar"
Kendi döneminizin öğrenci hareketleriyle Boğaziçi protestolarını kıyasladığınızda ne düşünüyorsunuz?
Her bireyin her eylemi politik. Her kararımız, her okuduğumuz kitap, her çekilen film... Hepsi politik. Bunun aksine bir şey gibi anlaşılmasın; ama benim üniversite dönemimde -1988 ila 1993 yılları arasında, darbe sonrasında biraz olsun ifade imkanının başladığı o dönemde- siyasi görüş odaklı protestolar vardı halen.
Şu anda öğrencilerin temel meseleleri; ifade özgürlüklerinin elinden alınması, gelecek kaygılarının artması, giderek kötüleşen ekonomik koşullarda yaşamaları. Onlar, gelecek imkânlarını genişletip bu dünyayı değiştirmek istiyor bence. O yüzden bugünkülerin daha demokratik ve geleceğe dayalı protestolar olduğunu görüyorum.
TIKLAYIN - "Akademik özerklikten vazgeçemeyiz"
Birçok yerde birçok lider otoriter biçimde yönetiyor ülkelerini. Birçok ülke savaş veya savaş benzeri bir tehdidi rahatlıkla yapıyor başka ülkelere. Ekonomi ve salgından bahsetmeye bile gerek yok.
Bu çerçevede 20-22 yaşında biri olduğunuzu düşündüğünüz zaman, önceki kuşaklar elinizden geleceğinizi almış oluyor. Dolayısıyla o geleceği kendilerine tekrar almak için dünyanın seyrini değiştirmek istiyorlar. Bu bende hayranlık uyandırıyor. Zaten Boğaziçi'nin en güzel özelliklerinden biri, çok farklı etnik kökenlerde ve cinsel kimliklerde insanların bir arada olması. Bu protestolarda da bunu gördük.
(DŞ)