Anayasa referandumu bize iki veri tabanı veya sonucu çıkardı: (yuvarlak rakamla) Yüzde 49 hayır ve yüzde 51 evet.
Anayasa referandumu, siyasi tarihimizin kilometre taşlarından biridir. Kilometre taşı, bir yol çağrışımı yapıyor ama sözünü ettiğim yol, hiç de düz değil. Bir hayli inişli çıkışlı, az buçuk sağa sola dönüşlü cumhuriyet döneminin yolu bu kez, keskin bir viraj almış durumda. Virajın yönü, mevcut çarpık kapitalizmin bu kez siyasal İslam soslu ve ‘devletleşmiş’ otoriter bir iktidarla temsili.
Dün iyi değildi! 12 Eylül’ün ve 90’lı yılların vahşetini bilmeden bugüne dair sağlıklı politikalar üretilemez. O kanlı yılları birer parantez kabul edersek, bir yığın demokrasi sorunumuza rağmen yine de bir ölçüde ağır aksak işleyen bazı demokratik değerlere sahiptik. İnsan elindekinin değerini kaybedince daha iyi anlar misali, bunun böyle olduğunu bugünlerde daha iyi anlıyoruz. Ve görünen o ki, yarınlarda bu sorun daha bir derinleşecek, yaşam alanlarına ve hukuka dair daha bir daralma yaşayacağız.
Evet kesimi devletin bütün imkanlarını kullandı. Hayır kesimi baskılandı. HDP’nin eş başkanları da dahil kimi milletvekilleri hapse atıldı ve partinin birçok sandık temsilcisinin bile görevi iptal edildi. OHAL şartlarında anayasa referandumuna gidildi. Ve bütün bunların üzerine tüy dikercesine, YSK’nın kanunu çiğneyen kararında düğümlenen sorunlu bir seçim yaşandı.
Sonuç?
Bu kadar seferberliğe rağmen yüzde 48,6 hayır çıkmasını engelleyemediler.
Çok şaşırdılar!
Sevinemediler!
Yüzde 51,4 oranında evet denilmiş bir anayasa, siyasal ve hukuki olarak taşınabilir değil. Bu anayasa değişikliğine meşruiyet açısından toplum rıza göstermedi. Sorunlu bir yüzde 51,4 oranının, kanuni olmanın ötesinde bir kapsayıcılığı yok. Bu referandum bir meşruiyet problemi yaşıyor ve yaşayacak da.
Yüzde 49 kanunen değil ama toplumsal muhalefet açısından kazanılmıştır.
Bundan sonra sorun, bu muhalefetin yapısının ve etkisinin cumhurbaşkanlığı seçiminde de devam ettirilmesidir.
Peki nasıl?
Bunun bir formülü yok.
Ancak elimizde verileri var. Bütün mesele, siyasal hayatın akışında bu verileri iktidar amacına yöneltmektir. Yani cumhurbaşkanlığını almaktır!
Mümkün mü?
Klasik bir söz olacak ama, imkansızı iste!
Bence mümkün.
Bu hususa dair onlarca görüş, fikir vardır, olmalıdır.
Ne yapmamalı?
Bana göre şimdilik bildiğim birkaç husus şöyle:
Yapılmaması gereken ilk şey, evet kesimini demokrasi karşıtı, hayır kesimini demokrasi savunucusu olarak nitelendirmemektir. Evet ve hayır tercihi, demokrasiye dair şu veya bu şekilde siyasal sonuçlar ortaya çıkarırken, bu tercihi, oy veren seçmenin siyasal kimliğine indirgeyerek onu demokrasi karşıtı veya taraftarı olarak nitelemek epeyi yanıltıcı olduğu gibi, Erdoğan’ın de işine gelen bir yorum olur.
Yapılmaması gereken bir başka önemli şey, bu yüzde 49’dan bir sentez çıkarmaya çalışmaktır ki, bu ayrıştırıcı bir çabadır. Yüzde 49’un tercihini sentezlemeye çalışmak, yukarıda da ifade ettiğim gibi, hayır kesimini demokratik olarak kategorize etmek demektir.
Neden?
Yüzde 49, birbirinden çok farklı siyasal bileşenlerden oluştu. Hayır tercihi, bileşenlerin ortak paydasıydı. Dikkat edilirse bu paydanın kendisi ne bir ideolojidir, ne siyasettir. Hayır, yalnızca bir tavırdır ama sonuçları siyasala ait olan bir tavırdır. Herkesin hayır’ı, kendine göre ideolojisini, siyasetini, marjinal tepkisini kendi içinde taşır. Dolayısıyla hayır, bir siyasi taşıyıcılığı olmakla birlikte bir siyasal sentez değildir ve olamaz da!
Hayır kesiminin bileşenleri çok çeşitli. CHP, HDP, MHP’nin çok büyük bir kesimi, Saadet Partisi, az sayıda olsa da AKP kesiminden (bunların bir kısmı da sandığa gitmedi) seçmenler ve birçok sol parti ve gruplar.
Yüzde 49 kimsenin uhdesinde değil. CHP’nin hayırdaki (nitelikli) niceliği başta olmak üzere, her bir hayır tercihini yapanların sonuca önemli ve görmezden gelinemeyecek katkıları oldu. Bu anlamda kimse birbirini ötelememeli ve küçümsememeli. Başta CHP olmak üzere hayır muhalefetinin her bir parçasının üzerine önemli görevler düşmekte.
Erdoğan’ın bütün umudu, işte bu hayır bileşenlerinin cumhurbaşkanlığı seçiminde ortak bir tavır gösterememesi üzerinedir. Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı (başkanlık) seçimlerinde Erdoğan bütün seçim siyasetini hayır kesiminin farklılıkları ve tezatlıkları üzerine kuracak.
Aslında bu Erdoğan açısından isabetli bir stratejidir çünkü yüzde 49’un siyasal farklılıkları, çatıştırılmaya müsait yapılar taşımakta.
Ne yapmalı?
Anayasa değişikliğine nasıl hayır demek için bir araya gelinebilmişse, cumhurbaşkanlığı seçimi için de aynı gerekçeden hareketle bir araya gelinebilir. Dikkat edilirse, gerekçeler demiyorum, gerekçe diyorum. Tıpkı referandumda kimin hangi gerekçeleri olursa olsun, bütün bu farklılıkların ortak paydasını “hayır” tercihi oluşturmuşsa, aynen bunun gibi kimin hangi gerekçeleri olursa olsun bütün bunların ortak paydası, Erdoğan’ı bir daha cumhurbaşkanı seçtirmemek olmalıdır.
Amacımız, anayasa değişikliğinin getirdiği otoriterleşmeyi, tekleştirilmiş yönetimi reddederek güçler ayrılığını yeniden tesis etmek vb. değerleri yeniden inşa etmek değil mi? O halde bunun yolu öncelikle Erdoğan’ı veya onun işaret ettiği birini (ki, bu mümkün değil) cumhurbaşkanı seçtirmemektir.
Peki, yüzde 49 nasıl bir politik ana fikir geliştirecek, kimi işaret edecek de oyunu en az 2 puan artırarak adayını cumhurbaşkanı seçtirecek?
Bu son derece zor bir soru ve bunun cevabını şimdiden vermek mümkün değil. 2019’a zaman var ve köprünün altından daha çok sular akacak. Ancak yine de şimdiden yüzde 49’un tavrının nasıl sürdürülebilir olduğu konusunu da düşünmek gerekiyor.
Nasıl bir cumhurbaşkanı adayı sorusu için birkaç görüşümü belirteyim. Bir kere bu aday, Erdoğan’ın yaptıklarını yapmayacak birisi olmalıdır. İkincisi, bu aday anayasa değişikliği ile getirilen yeni sistemi reddetmeli ve kazandığında, anayasanın bu antidemokratik maddelerini değiştirmeyi taahhüt etmelidir. Üçüncüsü, bu adayın partili ve hele bir partinin başkanı olması şartı getirilmemelidir. Çünkü bu daraltıcı bir anlayıştır, parçalayıcı bir anlayıştır ve cumhurbaşkanlığı seçimini partiler arası siyasi bir seçim düzeyine indirgemektir. Dördüncüsü, bu adayın siyasi kimliği kadar seçilebilirliği de önemlidir. Bu konu geçmişteki Ekmeleddin İhsanoğlu meselesine de döndürülmemelidir.
Deniz Baykal’ın CNN’deki açıklamalarında bazı doğruluk payları olmakla birlikte, bu doğruları kendine alan açma gerekçeleri olarak kullanması, onulmaz bir siyaset yapma anlayışındaki rahatsızlığının kronikleşmiş ifadesidir.
Durumun epeyi problemli olduğu bir gerçek.
Hayır bileşenleri içindeki Kemalistler ve hayırcı MHP’nin HDP ile siyasal tezatlık teşkil ettikleri çok açık. Ancak siyasal hayat bize bu tezatlıklara rağmen hayatımızı temelden etkileyecek bir anayasa referandumunda ortak bir tercihte bulunma pratiğini yaşattı. Bu pratik cumhurbaşkanlığı seçimine taşınabilir. Çünkü, önümüzdeki siyasal görev bizi daha geriye götüren ve hatta totaliterleşmenin nüvelerini taşıyan bu sisteme karşı durmayı gerektirmektedir.
Gerçekten kaçış yok. Erdoğan cumhurbaşkanı seçtirilmemeli. Bu anayasa değişikliği maddeleri kadük edilmeli ve yeni anayasa yapmaya yol açılmalıdır. Yeter ki onun gereği politikalar üretilebilsin. (HŞ/EKN)