“Bugün 23 Nisan; neşe dolmalı insan; hangi yaşta olursa olsun” diye başlayan ama gelişme ve sonucunda neler yazacağımı bilmediğim bir yazı dolanıyordu kafamda. Derken e-posta kutumda meslektaşım Hülya’nın gönderdiği e-postayı görünce okudum: “Yakacık Yetiştirme Yurdunda kalan çocuklara dair çekilen belgesel filmin linkini gönderiyorum; ilgini çekeceği düşüncesiyle.”
“Yetiştirme Yurdunun Kayıp Masalı”ydı filmin adı. İzledim; bazı bölümlerini ise bir daha izledim.
*****
Danimarka çocuk edebiyatının önemli eserlerinden biri; Piyordlu Küçük Hoca. Yıl: 1984. Danimarkalı yönetmen Brita Wielopolska bu fantastik masalı filme çekmek istiyor ancak mekan sıkıntısı var. Fransa’da görüştüğü Yılmaz Güney filmi Türkiye’de çekmesini önerince sözünü dinleyip İstanbul’a geliyor ama ülke hassas bir dönemde; kaygıları var.
Ayşe Kulin ve Sarl Berger Şahbaz’la birlikte çalışan yönetmen; yeri, mekanı ve zamanı olmayan filmin bir bölümünü Kapodokya’da çekiyor. Kalanı İstanbul’da Süleymaniye, Yerebatan civarında çekilecek. Yaşlı bir kadınla beraber yaşayan yoksul kimsesiz çocuklar rolünü oynayacak 20’ye yakın figürana ihtiyaç var. Ve bu figüranlar bir şekilde Yakacık Yetiştirme Yurdu’ndaki 250 çocuk arasından seçiliyor. Çocuklar başarıyla oynuyor -aslında bir şekilde de kendi hayatlarını- filmde.
***
Yıl 2012. Aradan 30 yıl geçmiş. O filmde figüran olan çocukların yer aldığı bir fotoğraftan; o çocuklardan biri olan İstanbul Şehir Tiyatroları Sanatçısı Nihat Alpteki’nin danışmanlığında yapımcı İbrahim Güldal ve yönetmen Seyfettin Tokmak Yetiştirme Yurdunun Kayıp Masalı” belgeselini çekiyor.
***
"Bir gerçekliğin öyküsü ya da “korunmaya muhtaç çocuklar” gerçeğinin bir öyküsü olan film; konuya esastan dokunmayı başarıyor, üstelik duygu sömürüsüne başvurmadan. Film ekibine danışmanlık yapan ve senaryo –artı çok başarılı kurgu- çerçevesinde o zamanki arkadaşlarına ulaşan Nihat Alpteki “Piyordlu Küçük Hoca filmi yaşamsal anlamda dönüştürücü oldu benim için” diyor.
Belgeseli izleyip bitirdiğinizde; özelinde filmin ve genelinde Yetiştirme Yurdu’nda geçen çocukluğun Alpteki’nin arkadaşları açısından da dönüştürücü olduğu anlaşılıyor.
***
“En temel travma olan ayrılık” mefhumuyla bebek yaşta tanışan, “50-70 kişiyle kardeşlik yaparak büyüyen”, “birlikte üreten, yaratan, yaşatan, paylaşan, tüketen”, aralarına yeni katılan arkadaş/kardeşlerini “yeni gelen/çorbayı delen” diye karşılayan, yemekhanede ekmek ve meyvesini ‘ya kalmazsa’ düşüncesiyle çarçabuk sağlama alan, terlik savaşı stratejileri geliştiren, en az bir tane kankası olan, “kapatılmış bir hayat” sürdüklerinden bahçedeki çitlerin ötesindeki hayatı merak eden, yoksulluk değil ama türlü yoksunluklar çeken; 85’lerde 10-15 yaşlarında olan Murat’la, Serkan’la, Ercüment’le, Uğur’la, Zekeriya’yla tanışıyoruz fotoğraflarla ve filmden alıntı görüntülerle.
Aile mefhumunu bilmeyen, anasızlık- babasızlıkları için ağlayan, “Almanya’daki baban sana mektup göndermiş” diyen bakıcı anneden aldığı ve içeriğini şimdilerde pek hatırlamadığı o mektubun üzüntüsünü hafifletmek için Fatma Anne tarafından yazıldığını kısa süre sonra anlayan, okula askeri sırayla gitmekten utanan, karnesine zayıf olduğu için öğretmenden, müdürden korkup yurttan kaçan, birey takılamayıp hep grup oyunu oynayan, oyun kurucu olamasa bile kurulan oyunlara katılan, yurda geldiği ilk gün salıncaklara binince oyun parkına geldiğini sanan ama ardına dönünce annesinin gittiğini gören Olcay’la, Ufuk’la, Nevzat’la, Ümran’la ve Murat’la tanışıyoruz fotoğraflarla ve filmden alıntı görüntülerle.
Sonra onların 40’lı yaşlarındaki haliyle tanışıyoruz; bazılarının eşleri ve çocuklarıyla da.
Onlar artık tiyatro oyuncusu, yazar, balet-koreograf, öğretmen, minibüs şoförü, memur, bilgisayar mühendisi, spor kulübü yöneticisi.
Dahası onlar dahil sair 240 çocuğa da annelik yapan Fatma Anneyle ve onlara titizlikle kurduğu arşivinden belgeler sunan Fikret Canpolat öğretmenle de tanışıyoruz. Dahası onların büyüdüğü Yakacık Yetiştirme Yurduna yaptıkları ziyaret sayesinde mekanı da tanıyoruz.
Filmi daha anlatmayacağım ama ABD-Iowa’da balet-koreograf olan ve eşiyle birlikte dans okulu işleten Serkan Hasanusta’nın 9 yaşındaki kızının söylediklerini aktaracağım: “Ben yetiştirme yurdunda kalacak olsam çok üzgün olurdum; annemi babamı özlerdim”.
Ha bir de Fatma Annenin söylediklerini: “250 çocuğun hepsi anne diyordu; hangisine yetebilirsin ki”.
*****
"23 Nisan; neşe dolmalı insan; hangi yaşta olursa olsun” diye başlayan bir yazı olacaktı; ama içeriği belli değildi ya. Yazı çıktı ortaya tamam da; asıl yazmak istediğim sonucu yazamayacağım galiba.
Ama unutmadan teşekkür etmeliyim Hülya’ya. Sayesinde tanıştım çünkü; Olcay’la, Ufuk’la, Nevzat’la, Ümran’la, Murat’larla, Serkan’la, Ercüment’le, Uğur’la, Zekeriya’yla.
Yine unutmadan teşekkür etmeliyim; bu güzelim belgesele emeği geçen yönetmen Seyfettin Tokmak başta olmak üzere herkese. Sayenizde –bir kez daha- hatırladım çocuk yuvasında ve yetiştirme yurtlarında çalışırken tanıdığım Filiz’i, Ceylan’ı, Yeliz’i, Ayşegül’ü ve ille de Ceyhun’u ve arkadaşlarını.
* * *
Belgeseli emeği geçen başta yönetmen Seyfettin Tokmak olmak üzere herkesin ellerine sağlık.
Ve iyi bayramlar olsun her yaştaki çocuğa.
Ve hediyem olsun her yaştaki çocuğa “Yetiştirme Yurdunun Kayıp Masalı” belgeselinin linki.
İzleyin sevdiklerinizle birlikte; izletin çevrenizdekilere.
Ve bu belgesel vesile olsun; biraz çocuk halimize dönmek; biraz sahip olduklarımızın değerini bilmek; biraz devlet korumasındaki çocukları anlamak; çokça hayatın anlamını kavramak; çokça hayatta anlaşılmak denilen şeyin önemini kavramak için.
İyi bayramlar olsun bir kez daha; hepinize. (ŞD/HK)