1.
Dün Amed’de bir sitenin havuzu üzerinden başlayan tartışma ve yansıyan görüntüler dikkate değerdir. Zira site sakinlerini tehdit eden şahıs “Hanginizin gücü bize yeter? Sizin ağa babalarınızı öldürmüşüz, daha mezarlarının yeri belli değil… Siz kiminle konuşuyorsunuz?” diyor.
Açık şekilde cinayetleri itiraf eden bir aklın ‘şeffaflığı’ ile karşı karşıyayız. Zorbalığın ve ondan beslenen tüm ruhların, şiddetin ve ondan feyiz alan tüm hallerin, Kürt dairesi içinde kalmak kaydıyla her halinin hoşgörü sınırında görüldüğü bir zamandan geçerken, herkes belleğinin hinterlandına göre yatırım yapıyor.
Buradaki tartışma, havuza giren kadınlara dönük olması, bir abluka hali içermesi ayrıca önemlidir. Hatta odağa alınması gereken noktadır, çünkü artçı saldırı konseptinin varmak istediği nihai bir merhale de kadın kentine dönmüş bir yere dair hınç tasarrufudur.
2.
Amed’de son bir ayda meydana gelen saldırılar özetle şöyle: Parkta dans eden gençlere saldırı, Starbucks ve Burger King’e saldırı, Eğitim-Sen’in maarif müfredatına karşı Rojava Parkı’nda yaptığı açıklama sırasında şeriat sloganları atılması vs. Tüm bunlar aynı grup ve yapılar tarafından yapılıyor.
Sitede yaşananlar da zaten aynı aklın vitesi yükseltilmiş bir bağlamı.
30 yıl sonra geri dönen bir Hizbulkontra bumerangı “Kimsiniz?” diye soruyor.
Soruya ek soru var, “Gücünüz bize yeter mi?” diye de bir test isteği iletiliyor.
Bu soruların elbette yakın ve uzak vadede bir arka planı var. Aşağıda biraz açmaya çalışacağım.
3.
Bu şahısların motivasyonu, Amed’de HÜDA PAR, Mustazaf-Der ve çeşitli dergi çevreleri/derneklerinden de bilindiği üzere din ile Kürtlük üzerinden bir çerçeve çizilirken, kendileri dışındaki herkes Nûh kavminin ‘Neşr’ putuna indirgeniyor. Örgütlenmek, yayılmak için Kürtlük ve onun kılcal damarları kullanılırken; eylem ve eyleme kısmı ise Kürtlüğe dair her şeyin inkârını içeriyor. Kürtler yanmış, toplumsal olarak hakları gasp edilmiş, haksız hukuksuz bırakılmış, sokak ortası infaz edilmiş, ölümü dahi hor görülmüş, mezarına işkence edilmiş, kendine dair sosyal bir çabası ve derdi olmuş, dili yasaklamış, kimliği yüzünden tutuklanmış, siyaset yapması engellenmiş… Hak getire!
Filistin’e zulüm var ama Kürde yoktur. İsrail uzaktadır, seslenmesi rahattır ama söz konusu Türkiye’deki uygulamalar olunca gözden pek ıraktır.
Mesela öldürdüklerinin mezar yerlerinin bilinmemesi ile övünebiliyor. Bu hangi din, hangi inanç? Buyursunlar tanımlasınlar.
Tarifi olmayan bu ikiyüzlülük halinin ve yürütülen siyasetin en net okuması Kobanî davasında fazlasıyla görülebilir.
Özetle, onlara göre onlar dışındaki herkes kandırılmış, yoldan çıkarılmış…
Devlet ve onun mühim enstrümanı olan inkâr retoriğine paralel bir tasnif sürdüren bu grup, özü itibariyle de S.Soylu’nun İçişleri Bakanı iken kullanışlı aparat olarak tarif ettiği yere demir atıyor.
4.
Bu saldırıların ve ‘öldürme’ itiraflarının art arda gelmesi ile imlediği bazı gerçekler var.
Örneğin olan bitenler kayyım rejiminden bağımsız değil.
Kayyım özel olarak siyasal alanda bir mahkûmiyet peşinde iken, bu saldırılar da yaşamın kendisine dönük bir gasp derdinde. Toplumu sindirme, yaşamı felç etme üzerinden bir gasp arzusu var. Yani kayyım ile kendilerinin nihai amacı birleşiyor. Karşılıklı bir beslenme hali var. Basılan parklar, sosyal mekanlar, bir sitenin havuzu vs. hepsi kayyım mantığının işine gelen durumlar olduğunu da not etmek gerek.
Neticede öldürdük dediği kişiler 90’ların toplumu savunan ideolojisi ve ona inananlardır. Bugün kayyım aynı ideolojinin neferleri, kazanımları ile savaşıyor. Bu anlamda kravat giymiş kayyım ile kayyım olmaya heveslenen şalvarlı arasında sınır belirsizleşiyor.
Unutmamakta fayda var, ‘demokratik yerel yönetimler’ ifadesi bir ifade olmaktan ötedir. Politika ve yaşamın bileşkesidir. Bir mekandaki herkesin o toprağa dair hafızası, varlığı, kültürüdür. Bu durumun özellikle hedeflendiği ve kırılmaya çalışıldığı ortadadır.
5.
Amed’de görünür şekilde eylemler yapmaya başlamalarının bir nedeni de bu şehirde Kürt hareketinin artık faal olmadığı, hatta eylem gücünün bittiği yanılsamasından geliyor.
Siyasal-sosyal bir boşluk görüyorlar ve o boşluğun dolması için hareket ediyorlar. Fakat şunu da gözden kaçırmamak gerekir: Boşluk olarak gördükleri şey, iktidarın da başta eğitim modelinde gösterdiği üzere, birçok yerde benzer bir dalga içinde gelişen ve desteklenen durumlarla ilişkilidir. Şu an Türkiye’de şeriat-din tartışmaları bir çeşit yapay örtü olarak birçok gündemi kapatırken aynı zamanda birçok talebin görünürlüğünü de pekiştiriyor. Amed’de olan bitenlerin sessizce izlenmesi, desteklenmesi bundandır.
6.
Mihail Bayro, Hüseyin Pamukçu, Yakup Yontan, Cengiz Demir, Mahmut Oğuz, Teğmen Demir, Çetin Abayay, Cengiz Altun, Sıddık Tan, İzzettin Görnü, Zeki Basutçu, Medeni Göktepe, Hamdullah Şeker, Nuri Çelik, Habip Kılıç, Vasıf Çetin, Şerif Başçı, Bayram Eren, Mehmet Selim Koyuncu, Mehmet Şakir Sağır, Hüseyin Akyıldız, Hüseyin Orhan, Edip Kılıç, Eşref Ar, Mehmet Sağlam, Ramazan Şat, Mehmet Can Seçkin, Abdurrahman Acar, Kadri Özalp ve niceleri…
Öldürdüklerimiz derken bunları kastediyorlar. Kimse ağa baba değildir, kendi halinde insanlardır bunlar. Hepsinin fotoları evlerde asılı duruyor. Mezarsızlıkla övündükleri de bolca var. Kaçırılıp, katledilen ve yeri bilinmeyen çok insan var. Çocukları hala kemikleri arıyor. Burada bir ortaklık var, devlet ile ortaklık halinin tüm emareleri her olay ve olguda çıplak şekilde önümüzde duruyor.
7.
Tekrar başa dönersek, “Siz kiminle konuşuyorsunuz?” diye soruyor kontra itirafçısı.
Evet, Şırnaklı Süleyman Salğucak amcadan hareketle “Asıl sen konuş, sen kimsin?” demek gerekiyor. Bu ruh halinin ayakta olması ve bu açık itiraf şahsında dile gelmesi gerekiyor.
Bir diğer durum da şudur:
Bir sitede bu denli pervasızca söz kurulabiliyorsa bu o kentin sorunu değil midir?
Bu mesele, bu tehdit, bu akıl tutulması, gerçek manada ‘yaşama’ ve demokrasiye inanan şehrin tüm kurumlarıyla ve sakinleriyle ilgilidir. Haliyle siyaset, sivil toplum bu sığlığa ve tehditlere izin vermemeli. “Konuş, sen kimsin?” diyebilmelidir. Çünkü o konuşan ağız, bir ağızlar toplamıdır. Bu kentte böyle düşünenlerin sohbetinden süzülerek, arkasına bazı güçleri ve garantileri alarak, rahatlıkla ifade edilecek noktaya ve serbestiye kavuşmuştur.
Yakınlarımızı, anne ve babalarımızı katledip onların mezar yerini bulmamamızla övünen bir alçaklıkla yüz yüzeyiz. Gece karanlığında değil, gündüzün kör eden aydınlığında oluyor bunlar.
(ÖA/VC)