Gençler çözüm süreciyle ilgili neler düşünüyor? Aklımda bu soru son üç gündür üniversitelerde, gençlerin toplandığı masalarda bir fikir edinmeye çabalıyorum. İstanbul Teknik, Bahçeşehir ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitelerindeki kafelerde, okulun yanındaki kahve dükkanlarında masaları gezip, konuşmaları duymayı zorlayan müzik eşliğinde öğrencileri dinlemeye çalışıyorum.
Çoğu gencin konuşmaktan, isimlerini vermekten sakınmalarından, ‘Tutuklamaya bahane arıyorlar, ona göre yazın’ uyarılarından herkesi kapsayan bir korkunun gençleri de ıskalamadığını görüyorum. Haksız da sayılmazlar ne yazık ki bu korkuda.
Bir de aslında kimsenin birbiriyle konuşmadığını/ konuşamadığını fark ediyorum. “Elimde bıçak mı var da böleceğim ülkeyi, bir Kürt olarak ayrılmak istemiyorum” diyenin yan masasında “Ayrılmak isteyecekler, ülke bölünecek” sözleri duyuluyor mesela.
Bahsettiğim korkunun yanısıra mekan da etkili bu kopuklukta. Öğrenciliğimde benim de çok yaşayamadığım kantin kültürünün yok edilmesi zaten bunu amaçlamıyor muydu?
Yaklaşık on beş kişi ile konuştum; ortaya çıkan sonucun tüm gençleri kapsadığını söyleyemeyiz elbette.
Konuşmaların umut ve barış kadar, belki daha da fazla korku, güvensizlik, “karşı taraf” kelimelerini de içermesi sonucun tüm gençleri kapsamıyor olmasını temenni ettiriyor insana.
Aynı yaşlardaki insanların sözcüklerinin barış ve umutun yanısıra korku ve güvensizliği barındırmasının nedenini ise “Savaşla doğduk” sözleri gösteriyor.
“Savaşla doğduk, çözümün olacağını düşünmemiştik”
Herkes çözüm süreciyle ilgili düşüncesini ilk cümlede söylüyor; “Barış kadar güzel bir şey olamaz, ben umutluyum”, “ Umutsuzum”, “Tamamen karşıyım” şeklinde değişen cevaplar bunlar.
Umutlu olduklarını söyleyenlerin çoğunluğu Kürt gençleri. Dersimli bir öğrencinin “Orada yaşamayanlar empati kuramaz” sözü bunu açıklıyor belki.
Yanıbaşlarından savaş yaşayan gençler barışı herkesin desteklemesi gerektiğini düşünüyor. “Ölümler durdu bundan güzel bir şey olamaz, daha ne istiyorsunuz ki?” sözlerini de Batmanlı bir gençten duyuyorum zaten. Aynı sohbette süreci provoke etmek isteyenlerin başarılı olamayacağını da söylüyor.
“Doğduğumuzdan beri savaş var, çözümün olacağını hiç düşünmedik. Bu adımlar umut ışığı oldu” sözleri insana birkaç neslin savaşla büyüdüğünü hatırlatıyor .
Süreçte her iki tarafın da samimi, açık olmadığını söyleyenler de var. “İnsan hakları değil kendi çıkarlarını düşünüyorlar” cümlesini söyleyen genç “30 yıldır çok saçma bir savaş var, bu enerji eğitime, sağlığa, gençliğe aktarılmalı” diyor. Kimisi ise asıl sorunun “devletin oraya gerekli yatırım yapmaması” olduğunu düşünüyor.
“Karşı taraf?”
“Taviz” sıkça duyulan kelimelerden oluyor. Kürtlerin ve diğer tüm etnik grupların haklarının tanınması gerektiğini söyleyenlerin yanında “Daha fazlasını isteyecekler, taviz tavizi doğuracak” diyenler de var.
“Yedi kuşak Türkoğlu Türküm” diyen bir başkası “taviz” gibi düşüncelerin “mesnetsiz, milliyetçi kafaların ürettiği çağdışı zamanın gerisinde” olduğunu belirtiyor. “Altı milyondan fazla Kürt yaşıyor, etnik kimliklerini savunmaları, talepleri olması çok normal” derken “Öcalan kendine inananları süreç boyunca iyi kontrol etti, hiç bir çatlak ses çıkmadı” diyerek süreci olumlu bulduğunu belirtiyor.
“Taviz”i “karşı taraf” ve “bölünme” kelimeleri izliyor. On ay sonra askere gidecek bir üniversiteli “ Karşı taraf silah bıraktık diyor ama güven olmaz” deyince “Karşı taraf?” diye soruyorum “PKK” diyor.
Sözünü “Daha kötüsü olacak, nasıl çözülür bilmiyorum” diye devam ederken o, arkadaşı “Onlar ve biz demediğimiz zaman” diye tamamlıyor.
“Elimde bıçak mı var ki böleyim ülkeyi”
“Bölünme korkusu”, “Şimdi ayrılmak istemiyorlar ama ileride isteyecekler” cümlesinde kendini gösteriyor. “Onlar ve biz” ayrımının bir kez daha görüldüğü benzer sözler “Amerika, İsrail, İngiltere gibi devletler orayı, onlara bırakmayacaklar, topraklarımız yabancıların eline geçecek” cümleleriyle sürüyor. “Dış mihrak” korkusu daim gibi. Korku ve kontrol denklemi bir kez daha somutlaşıyor.
“Korku” tüm bu sözlerin nedeni olarak duruyor: “Haklar verildiği zaman ülkenin bölüneceğini düşünüyoruz ama bunun olmayacağını çok iyi biliyoruz. Sadece korkuyoruz. Korkularımızı yenerek bir şeyler yapmak zorundayız.”
Dersimli genç, “Elimde bıçak mı var ki böleyim ülkeyi. Öcalan da dedi, ben de bir Kürt olarak diyorum ayrı devlet istemiyoruz” diyor, defalarca tekrarladığı belli bu cümleleri, yüzünde hala anlatamamaktan gelen bir gülüş var.
Bir başkasının “Kürtlere halklarını tanınması bu ülkenin bölüneceği anlamına gelmediğini bilmek gerekiyor” cümlesi ise “birlikte yaşanan eski günlere” vurguyla sürüyor: “Kurtuluş savaşını birlikte yaptık, ama insanlar sonra gelen yasaklar, işkenceler nedeniyle dağa çıktı.”
“Benim de Kürt arkadaşlarım var” cümlesi de yaygın; “Aramızda hiç ayrım yok”. Konuşmalar “Bu ülkede Lazlar, Çerkezler, Boşnaklar da var onlar da özerklik, çözüm süreci istesin, Türkiye Cumhuriyeti parçalanıp bölünsün. Böyle bir şey yok” sözleriyle sürüyor.
Ya gelecek?
Sürece karşı olduğunu söyleyen birinin “Erkek arkadaşım askere gidecek, böyle bir dönemde gitmesinden çok mutluyum” derken sesinden hissediliyor rahatlığı. Gelecek içinse “Amerika, İsrail gelecek” korkusu ise daha ağır basıyor; “Sonrası daha kötü olacak. Şimdi mutluyum ama çocuklarımın geleceği için korkuyorum”.
Görünene güvensizlik ve yapılanların ardında bir “asıl amaç” olduğu inancı da sözkonusu: “Keşke göründüğü gibi olsa ‘Durumumuzu iyileştirip, dilimizi konuşalım, yatırım yapılsın, kardeşçe yaşayalım’ talepleri gerçekleşse.”
Çözüm için önerilerde de “eşitlik ve insan hakları temelinde buluşulmalı”, “ortak payda bulunmalı” sözleri sıralanıyor.
Elbette umutlu olanlar da var, ancak bu cümlelerde bile sürecin bozulması ya da samimiyete dair tedirginlik görülüyor; “Belki göstermelik, ama sonuçta barış süreci gösterildi, ilerisinin daha güzel olacağına inanıyorum.”
Çekilme konusunda yasal güvencelerin sağlanmaması da tedirginliğin başka bir nedeni. “O ana kadar umutluydum”, “yasal güvence olmazsa daha önce olduğu gibi çekilme sırasında saldırı olacak” sözlerinde hissediliyor bu kaygı. Sıkça duyulan cümlelerden biri de “görüşmeler olumlu. Çekilmeyi konuşuyoruz ama asıl zor tarafı ondan sonra” oluyor.
Bir başkası ise “Çok büyük kırgınlıktan orta yolu bulma adımları atılıyor. Birden büyük şeyler yapılamaz, insanların alışması gerekir” diyerek şimdi atılan adımları yerinde ve yeterli bulduğunu söylüyor.
Ben, en azından bu yazının umutla bitmesinden yanayım.
Konuşmalarda gördüm ki “büyük korkular” nedeniyle sürece karşı olduklarını söyleyenler bile birkaç cümle sonra herkes için barış içinde bir gelecek istediklerini söylüyor. Kimilerinin sıkça dile getirdiği korkuyu yok edecek sözler ise yan masa kadar ötede. Ve bir çay içimlik sürede edilen sohbetler anlaşmak için yeterli.(BK/HK)