Fotoğraf: MA
Gün batımı yorgunluk çayı yudumlanıyor, varilden çıkma sobanın etrafında. Bir yandan ateşi harlayanların gelecek tartışması, diğer yanda elinde çöp kartonuyla mıntıka temizliğinde İbrahim! Umut’un babası İbrahim…
Akşam çökmüş, günün yorgunluğunu demli “kaçak çay”la hafifletmeye çalışan depremzede dayanışmasında bir grup KESK’li, varilden çıkma sobanın ateşini harlıyor. Yarının, geleceğin, umudun tartışmasını yürütüyorlar, ibretlik tablonun içinde. Ekmek kavgasının ortasında, yarı aç, yarı çıplak, yarı kederli İbrahim, elinde çöp kartonuyla mıntıka temizliğinde. İbrahim, heyecanlı, hareketli, hızlı, keyifli, mutlu bir iş aşkıyla topluyor, sıra sıra dizili çadırların arasında savrulan çöpleri.
İbrahim hayatın silesini yemiş, halden anlayan bir adam. Sıradan, sade, sıcacık bir adam. Yüzünde yılların çile izleri, kat kat kırışıklık. Elleri, kalın elleri. Kara bir Kürt köylüsü İbrahim. Bazarcix’e bağlı Narlı’nın Çokyaşar köyünde dünyaya gelmiş. Doğarken yemiş hayatın silesini! Cami önünde almış büyütmüş nenesi. İbrahim, üzerinde peygamber feraseti, melek gibi bir adam. “Ben çok çektim, bu hayatta” diyor, Umut’un babası İbrahim!
Çadır kentin emekçisi
İbrahim Eceroğlu, dayanışma çadırlarının “emekçisi.” Gülümsüyor, aşkla, güzellikle, umutla bakıyor insana. Şu ortada olmayan devletin kamusal hizmetini veriyor, İbrahim. Depremzedeler için dayanışmaya gelenlerin kurduğu çadır alanın yanında bulunan kiralık evini açmış, “herkes buyursun” diye. Varlığı gereksiz devletin sunmadığı tuvalet hizmetini İbrahim, sunuyor. Hem de vergisiz, karşılıksız, beklentisiz bir nezaketle.
“Ben yoksulluktan geliyorum” diyor, bu yüzden halden anlıyor. “Kapımı açtım buradaki herkese, çünkü onlar bizim için burada” diye devam ediyor. Feleğin çarkından nasıl geçtiğini anlatıyor, “Kapımın üç anahtarını buradaki arkadaşlara verdim” diye vurguluyor. Onlarca belki de yüzlerce insan İbrahim’in kapısından giriyor, çıkıyor. Bakmış ihtiyaç büyük, kadınlar için ayrı erkekler için ayrı tuvalet yapmış ve temizliğini üstlenmiş. İbrahim güngörmüş, düşe kalka öğrenmiş dayanışmanın zarafetini.
Utana, sıkıla 53 yıllık ömrünü özetliyor, İbrahim, “Babam beni cami önüne koyuyor. Nenem almış büyütmüş, sonra dayım yanına almış. Gözümü davarla açtım, 20 yıl çobanlık yaptım. Hayatım çileyle geçti. Öksüz büyüdüm. Eşimi kanserden kaybettim. Engelli oğlumla yaşıyorum. 24 yaşında ama 11 yaşında gibi. Anlatacak çok şey var, elden ele büyüdüm.”
Hep gurbette geçirmiş hayatını, lokantalarda çalışmış, tek bir kuruş kenara koyamamış. Bugün işsiz olan İbrahim’in çalışma yaşamı Türkiye’nin emek piyasasının da özeti: “İstanbul’da, Çorlu’da lokantalarda çalıştım. İstanbul Aksaray’da hacı, hocaların yanında çalışıyordum. Saf kalbimle inandım onlara, sigortamı yatırıyorlardır diye. 20 gün yatırmışlar. Yoksa bugün emekli olurdum.
“Ev sizindir, birbirimize moral olduk”
Depremde kapıyı kırarak oğlunu kurtaran İbrahim, “Umut ağladı, dışarıya pijamalı çıkardım. Ben öleyim, Umut ölmesin dedim. 12 kez ameliyat geçirdi, o da çok çile çekti. Sonra herkese kapımı açtım. Düşmanım olsa kapım açık, su veririm. Ev sizindir, burada birbirimize moral olduk” diye ekliyor.
Hiç okullu olmamış ama gönlü de ufku da zengin İbrahim’in bilgelik çağrısının: “Toplum birbirine iyi olsun, küskünlük olmasın, faydalı olalım. Kavga, savaş olmasın, barış olsun. Birbirimize zarar vermeyelim, kötü bakmayalım.”
İbrahim bize kapısını açtı, gelecek de bu kapıdan açılır mı? (SY/AS)
Yazı ilk olarak Mezopotamya Ajansı’nda yayınlandı.