Türkiye’deki göğüs hastalıkları uzmanlarının bilimsel uzmanlık derneği olan ve hak temelli savunuculuk yapan Türk Toraks Derneği’nin sanal kongresi 15-18 Ekim 2020 tarihleri arasında gerçekleşti. Bu yazı kongreye sunulan COVID-19 araştırmalarının işaret ettiği gerçekleri vurgulamayı amaçlıyor.
Ölüm riski
Kongreye sunulan araştırmalar COVID-19’a bağlı ölüm riskinin, yaş ilerlediğinde, hastalık hastanede beş günden daha fazla yatmayı gerektirdiğinde ve/veya hastaların ek hastalıkları olduğunda belirgin olarak artış gösterdiğini ortaya koyuyor. Veriler, COVID-19 hastalarının eşlik eden kronik obstrüktif akciğer hastalığı, insülin kullanımını gerektiren şeker hastalığı ve kanser tanıları olması durumunda on katı aşan bir oranda ölüm riskinin yükseldiğinin altını çiziyor.
Öte yandan sevindirici bulgu olarak verem ve astım hastalığı, COVID-19 hastalığının ölüm riskini artırmıyor.
Aslında verem hastalığı için saptanan bu durum çok ilginç. Çünkü tüberküloz hastalığı, tıpkı COVID-19’da olduğu gibi yoksulluk ve yoksunluk ile ilişkili bir hastalık. Bu nedenle verem hastalığının COVID-19’un ilerleyişi üzerine olumsuz etkide bulunması bekleniyordu. Ama araştırmalar bu öngörüyü doğrulamadı. Pek muhtemelen bu durumun nedeni verem hastalığı için kullanılan ilaçlardan birisinin COVID-19 hastalığının etkeni olan SARS-CoV-2’ye de etkili olması...
Acaba ufukta yeni ve etkili bir ilaç mı beliriyor?
Umarız diyerek yanıtlamak gerekiyor bu soruyu. Çünkü kongre vesilesi ile Türkiye’den yayınlanan ilk geniş hasta verisi sonuçlarına göre, COVID-19 hastalığının halen tedavisinde kullanılan hidroksiklorokin ilacı ölümleri azaltmıyor.
Evet, Türk Toraks Derneği kongresine sunulan ve bin 500 hastanın sonuçlarını ortaya koyan ulusal araştırma, hidroksiklorokin tedavisinin hiçbir işe yaramadığını ortaya koydu. Böylelikle dünyanın kabul ettiği bu bilgi bugün itibariyle Türkiye kökenli geniş bir hasta verisi ile de doğrulandı. Şimdi gözler yeniden Sağlık Bakanlığı’nda...
Sağlık çalışanları
Türk Toraks Derneği’nin 23. Yıllık Kongresi’ne sunulan bilimsel çalışmalar derneğe üye olan hekimlerin yüzde 13,9’unun COVID-19 hastalığına yakalandığını gösterdi. Türkiye’nin yasal mevzuatı gereği hiçbirisi meslek hastalığı tanısı alamayan bu hekimlerin yüzde 80’inin yakınması olmadığı görülüyor.
Yani hastalık ile yakınma arasında bir ilişki yok!
Öte yandan bu hastaların yüzde 52’sine PCR, yüzde 36’sına antikor, yüzde 11’ine de görüntüleme metotları sayesinde tanı konuldu. Yani PCR metodu olguların ancak yarısına tanı koyabiliyor.
Zaten bin 500 hastadan oluşan ülke verisi de PCR’ın tanısal duyarlılığının hastanede yatan ve yetkin biçimde sürüntü örneği alınıp incelenebilen hastalarda dahi ancak yüzde 67’ye çıktığını gösteriyor.
Hal böyleyse güncel yaşamda PCR’ın tanısal duyarlılığının yüzde 50-60 arasında olduğunu düşünmek en doğrusu. O halde her gün açıklanmayan PCR pozitif olguların yanına en az bir o kadar da PCR negatif hastaların da olduğunu öngörebiliriz.
Neyse merak etmeyin; hiçbirisi tabloya girmiyor zaten!
Ama en azından kongrede sunulan bu araştırmaların ışığında sağlık çalışanları için PCR ve antikor taramasını bugünden sonra hayata geçirebiliriz belki. Çünkü kongreye sunulan araştırmalardan hastaların salgıları ile teması olmayan hekimlerin de hastalığa yakalandığını ve dört çalışandan birisinin hastalığı evdeki yakınlarına da taşıdığını ortaya koydu.
Hadi sağlık çalışanlarını önemsemiyorsunuz. Bari onların hiç suçu olmayan yaşlı anne ve babalarına, eş ve sevgililerine, kendilerinden çok sevdikleri çocuklarına değer verin şu andan sonra. Ve bilin ki, hastalığa yakalanan hekimlerin yüzde 9.3’ü, hemşirelerin yüzde 2.2’si COVID-19’a yakalandıkları zaman yoğun bakıma girecek kadar ağır hastalanıyorlar. Çünkü toplumdan farklı olarak yoğun bir virüs temasına maruz kalıyorlar.
Onlara bir insanlık borcunuz yok mu? Bu borcun bir kısmını düzenli PCR ve antikor taraması ile ödemeyi düşünmez misiniz?
Tükenme
Kongre vesilesi ile bilim camiasına sunulan araştırmalar Türkiye’deki hekimlerin tükenme içerisinde olduğunu gösteriyor. Tükenmeye yol açan nedenlerin başında hastanelerin düşen ekonomik gelirlerinin hekimleri daha çok hastaya bakmak zorunda bırakması, çalışma ortamında düzenli bir işleyiş ve organizasyonun olmaması, iş tanımına her gün yeni uygulamaların eklenmesi, Mart-Mayıs ayları arasında sağlık çalışanlarının gösterdiği fedakârlığın bir benzerinin yaz sürecinde halkın sağlığını korumakla yükümlü kişiler tarafından gösterilmemesi, bu çerçevede inanılan insani ve etik değerlerin karşılığının olmadığının görülmesi, pandemi ile mücadelenin birkaç uzmanlık alanına terk edilmesi ve idari yönetim kademelerinden gelen baskı ile mobbing oluşturuyor.
Göğüs hastalıkları uzmanlık eğitimi gören asistanlar hakkında yapılan araştırmalar ise bu dönemde eğitimin hemen tümüyle ortadan kalktığına ve sınırlı eğitim faaliyetlerine ise günde 9 saatten fazla çalışma nedeniyle hemen kimsenin katılamadığına işaret ediyor. Araştırma görevlilerinin yüzde 62’sinin bu dönemde işyerinde baskıya ve yüzde 7’sinin fiziki – yüzde 1’inin de cinsel şiddete maruz kalması ise salgının başlangıç dönemindeki alkışların sahici olmadığını ortaya koyuyor.
Diğer etkiler
Kongreye sunulan kimi araştırmalar COVID-19 dışı sağlık sorunlarının çözümünde de ciddi sorunların yaşandığına işaret ediyor. COVID-19 korkusuyla sağlık kurumlarına yapılan geç başvurular ve hekimlerin başvuran hastalarda öncelikle COVID-19 hastalığını düşünmesi COVID-19 dışı sağlık sorunlarını derinleştiriyor.
Hal böyleyse kent merkezinde yer alan kimi devlet hastanelerinin pandemi dışı hastalıklar için ayrılması ve Şehir Hastaneleri uğruna kapatılan hastanelerin COVID-19 dışı hastalar için hizmete girmesi çok hayati.
Ve çocuklar... Araştırmalar, COVID-19 pandemisinin, kronik hastalığı olan çocuklardan ziyade pandemi öncesi dönemde sağlık sorunu olmayan çocukları daha çok etkilediği ve bu çocuklarda uyku bozukluklarına neden olduğuna, tüm çocukların bilgisayar ekranı karşısında geçirdikleri sürelerin arttığına ve hemen hepsinin kilo aldığına işaret ediyor. İnsanın aklına toplumun geleceği için pandeminin yarattığı bu sorunları dert edecek bir kamu otoritesini bu topraklarda ne zaman göreceğiz acaba sorusu düşüyor.
Sözün sonu
İki araştırmanın çarpıcı iki bulgusu ile sözün sonunu getirelim:
Pandeminin ilk ayında yapılan bir araştırmada hekimlerin kişisel koruyucu donanıma, yani maske – eldiven – önlük gibi yaşamsal koruma ekipmanına ulaşma oranının yüzde 30, ikinci ayda da yüzde 70’ler düzeyinde olduğunu biliyor muydunuz? Yani Nisan ortasına kadar, salgının ülkeyi kasıp kavurduğu o cehennemde, 3 hekimden sadece 1’isinin koruyucu donanıma rahat biçimde ulaştığı gerçeğini...
Ve diğer bilmeniz gereken hakikat: Mayıs 15 tarihi itibariyle İstanbul’da PCR pozitif test oranının yüzde 20,3 idi ve o tarih itibariyle 95 bin 211 hasta vardı. Yani tüm Türkiye’deki açıklanan resmi hastaların yüzde 65’i İstanbul’da idi.
Şimdi düşünelim 1 Haziran 2020 tarihini. Eğer siz bu ülkenin etkili ve yetkili koltuğunda oturuyor olsaydınız, ülkedeki hastaların yüzde 65’inin bulunduğu bir kent için seyahat yasağını kaldırıp COVID-19 hastalığının turizm uğruna memleketin dört bir yanına ekilmesine onay verir miydiniz?
(NÖ)