Annem,
“Perşembe günü kar yağacakmış,” diyor.
“Ama yarın Çarşamba…”
“Ne özelliği var ki yarının, sinemaya mı gideceksin yoksa?..”
“Kim bilir, belki giderim.”
Okuduğum bir kitabın* etkisiyle uyuyakalıyorum. Sabah küçük ama tuhaf bir stüdyoda uyanıyorum. Bir perdenin arkasındayım. Perdeyi açınca yaşlı bir adam görüyorum. Adam bir masanın başında oturup bir şeyler yazıyor. Birden kapı çalınıyor, yaşlı adam kapıyı açıyor, kapıdaki adamla konuşuyorlar. İkisi de oldukça heyecanlı görünüyor. Öteki adam gittiğinde yaşlı adam dönüp benimle konuşuyor.
“Son numaramsın.”
O zaman onu tanıyorum. Beyaz saçları, sevimli sakalıyla Méliès Baba**…
“Beni de götürecek misin?..”
“O kadar da değil. Başının çaresine bakabilirsin.”
“Ama ben Fransızca bilmem ki!”
Birden şakır şakır Fransızca konuştuğumu fark ediyorum.
“Peki,” diyorum.
Sokağa çıkıyorum. Grand Café birkaç sokak ötede olmalı… Hep Paris’e gitmeyi istemiştim. Böyle bir günde gideceğimi nasıl bilebilirdim?.. Daha çok vakit var. Gösteri akşamdı. Paris sokaklarını dolaşıyorum. Kafeleri hayranlıkla seyrediyorum. Çok da kendimi yormak istemiyorum, ne de olsa akşam gösteride bulunacağım.
Paris sokakları ışıl ışılken genç bir adama Grand Café’yi soruyorum.
“Orayı biliyorum, size gösterebilirim,” diyor genç adam ilgiyle…
“Niye sordunuz?..”
“Bugün orada özel bir gösteri var da…”
“Neymiş?..”
“Söylemem ama çok merak ediyorsanız siz de gelirsiniz.”
Genç adam bir an tereddüt ediyor, sonra,
“Gelirim tabii,” diyor.
“Madem önemli…”
Sonra elini uzatıyor.
“Bu arada adım Pierre…”
“Memnun oldum.”
Pierre’le Grand Café’ye gidiyoruz. Kafenin kapısında heyecanlı halleriyle onları tanıyorum: Lumière Kardeşler… Biletleri bizzat onlar kesiyor. Birden anımsıyorum: Benim 1 frankım yok ki…
“Olsun, ben veririm,” diyor Pierre…
Pierre’i reddedemiyorum. Her zaman böyle bir fırsat ele geçmez, değil mi?..
Salona giriyoruz. Ben şıkır şıkır bir Fransız hanımefendisi kılığındayım. Salonda henüz on kişi kadarız. Méliès Baba giriyor, uzaktan el sallıyor.
“O kim?..” diyor Pierre.
“Méliès Baba…”
“Tanıyor musun?..”
“Tanımaz mıyım, yakında sen de tanırsın.”
Bu arada filmi izleyecek 35 kişi salonda hazır… Işıklar kapanıyor, tren gara giriyor. Sonra boğa, sonra bebek, sonra bahçıvan… Filmden sonra nerde olurum?.. Çok da umurumda değil. Şu anda*** tam olmak istediğim yerdeyim.
*Okuduğum kitap, Rekin Teksoy’un Sinema Tarihi’ydi.
**George Méliès, sinema tarihinin büyücüsü olarak bilinir. Kurmaca filmin babasıdır.
**Sinema tarihindeki ilk film, 28 Aralık 1895’te Grand Café’de Lumière Kardeşler tarafından gösterilmişti. Bu ilk gösterimde yalnızca 35 izleyici vardı.