Uzun süredir ondan haber alamıyorduk. Zaman zaman aklımıza geliyordu, hatta kulaklarını bile çınlatıyorduk. Başlarda arıyorduk soruyorduk. Zamanla yorulduğunu ve basın camiasından çekilmek istediğini, artık emekliliğini yaşamak isteğini düşünür olduk aramızda. İlişkimiz koptu.
Gazeteci Ocak Işık Yurtçu'dan söz ediyorum.
Onu, cezaevinde Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) fark etmişti. RSF'nin 1996 yılında ona Basın Özgürlüğü Ödülü vermesi bu şekilde olmuştu. Gazeteci Nadire Mater'in ve RSF'den yapılan çağrılara destek veren meslektaşlarımızın bunda büyük emeği oldu.
Işık'tan gelen mektuplar, RSF'den yapılan açıklamalar duyarlı kalemler üzerinden köşelere taşınıyor, "hapiste unutulan bir yazı işleri müdürü"nün durumu dünya ve Türkiye kamuoyunda yankılanıyordu.
RSF-Fransa Vakfı ödülü gıyabında verilecekken kendisi Sakarya Cezaevi'nde, ödül töreni Paris'teydi. Törende onun sesli mesajı dinlenecekti. Işık Yurtçu da gerekli hazırlığı yapmış, mesajını kaydetmiş, gelip alınmasını bekliyordu. Aksilik çıkmamalıydı.
Genç bir gazeteci olarak Sakarya Cezaevi'ne gitmiştim. Ziyaret saati gelince Yurtçu heyecanla gardiyanlar arasında beliriyordu. Tane tane konuşmaları hala kulağımdadır.
Bir Işık'a, bir yanındakilere bakıyordum. Işık'tan mı alacaktım kaseti, yoksa gardiyanlar mı bunu bana vereceklerdi? Sorun çıkarsa nasıl isteyecektim?
Bir ara paniklemiştim. Sonunda söz etmeme gerek kalmadan kaseti bir gardiyan elime tutuşturmuştu. Yurtçu'nun sesi kendisinden önce Paris'e bu şekilde ulaşmıştı.
Kendi gözümde Işık Yurtçu'nun önemi, merkez medyadan geldiği halde, ki 12 Eylül askeri darbesinin kapattığı Demokrat gazetesinin de yazıişleri müdürü olduğunu da kaydedeyim burada, ve Kürt olmadığı halde, henüz 1992'lerde Kürtlerin gazetesine omuz vermeyi, Kürt sorununun tartışılmasına destek olmayı bilmesiydi.
Babası Çoban Yurtçu da Çukurova'da önemli bir gazeteciymiş. Oğlu Işık da, İstanbul'da kıymetliydi. Empati yapardı, vicdanlıydı. Basın özgürlüğüne sadece kendi durumundan bakılmasını istemezdi. Kısık ve nazik sesi, genel duyarsızlığa olan kızgınlığını gizleyemezdi.
Özgür Gündem gazetesinde yazı işleri müdürü olduğu dokuz aylık dönem için hakkında onlarca dava açıldı; 20 yılı aşkın hapis cezası aldı.
"Güvenlik" devletinin baskısından ulusal medya kalemlerinden destek beklemenin zor olduğu günlerdi.
Geç de kalınsa Yurtçu'ya destek fena olmadı. Cezaevinde Yurtçu'ya temsili ödül verildiğinde yanında Nadire Mater, Yalçın Bayer, Nazım Alpman, Murat İnceoğlu ve daha pek çoğumuz vardı. Cezaevinde tören yapmak o günlerde de imkansız gibi bir şeydi. Çok sayıda gazeteci ve kamera hatırlıyorum o günden.
O gün aramızda bulunan Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili Sabri Ergül'ün varlığı fotoğraf makinalarıyla bütün gazetecilerin içeri girip pastalı bir ödül töreni yapmasını hayli kolaylaştırmıştı.
O akşam televizyonlarda, sonraki gün gazetelerde Işık vardı; hapis gazeteciler günün konusuydu.
Nihayet Işık Yurtçu medyada ilgilenmenin şart, hatta ilgilenmemenin ''ayıp'' hale geldiği bir ifade özgürlüğü sembolü olmustu.
Işık Yurtçu cezaevinde fark edildiğinde gazetecileri hapiste tutmanın tıpkı bugünkü gibi pek ayıp sayılmadığı günlerdi. Yurtçu sonraki yıl Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) ve diğer örgütlerden de ödüller aldı.
Işık, Sakarya cezaevinden koşulların nisbeten daha iyi olduğu Tekirdağ Saray Cezaevi'ne nakledildi. Saray Cezaevi de Işık'tan sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı da ''ağırlayarak'' şöhretini perçinledi.
Sadece Yurtçu değil "hapis gazeteciler" serbest kalmalıydı. Tam da bu nedenle RSF ve CPJ'le birlikte Türkiye'deki gazetecilik örgütlerinin oluşturduğu heyet dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakanı Mesut Yılmaz, başbakan yardımcısı Bülent Ecevit ile görüştü.
Sorumlular/yetkililer onca gazeteci hapsetmenin hukukunu/yasallığını/mantığını açıklayamıyorlar, çaresini de bulamıyorlardı. Süreklilik kazanan, uluslararası çapta başlayan, memleketi de harekete geçirip daha da uluslararasılaşan kampanya karşısında handiyse ''çaresizlik''liklerini söylüyor, ya da ima ediyorlardı.
İşte Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin ''sorun''a çözüm için önerdiği düzenleme o günlerde geldi. Çaresizliğe çare bulunmuştu. Reddedemediler.
Meclis'ten çıkan yazıişleri müdürlerini kapsayan "Şartlı Af" Kanunu ile Yurtçu ve 10'u aşkın sorumlu yazı işleri müdürü cezaevinden tahliye edildi, 200 kadar da dosya askıya alındı.
Tutuklanmasından 20 yıl sonra Yurtçu'nun gazetesi Özgür Gündem hala yargılanıyor. Bir kez daha barış kıyılarımızdan uzaklaşıyor; bir daha ne zaman gelir, bilmiyoruz.
Onu 9 Eylül'de Ortaköy Dereboyu Camisi'nde son kez gördük. Cenazesini sessizce taşıdık, alkışlarla yolcu ettik.
Toprağı bol olsun!
Işık Yurtçu'nun hapsi ''ifade özgürlüğü sembolü'' olarak ifade özgürlüğünü tartışılır kıldı, serbest bırakılan gazeteciler için ''özgürlük'' ortamı sağladı, bizlere de arkadaşlarımızı içerden alıp çıkartmanın yolunu gösterdi.
Teşekkürler Işık Yurtçu! (EÖ/BA)