*Fotoğraf: DİSK Twitter/ Yaklaşık 500 bin işçinin katıldığı Taksim'deki 1 Mayıs 1977
Sol ve sağ sözcüklerinin siyasi literatüre girerek birer kavram halini almasının 150 yıllık bir tarihi var. Klasikleşmiş olaya göre, 1789 Fransız Devrimi döneminde meclis başkanına göre sağda oturanları krallığı ve geleneksel rejimi savunan kralcılar ve muhafazakârlar, solda oturanları ise monarşiye karşı olarak krallığın kaldırılmasını ve cumhuriyeti savunan devrimciler oluşturuyordu.
Bu her iki kavram o günden bugüne ve çeşitli ülkelere göre değişen politik yüklemler aldı. Sol ve sağ ana başlıkları altında çeşitli siyasetler yelpazesinin varlığı olsa da nihayetinde sağın sistemi savunduğu, solun ise sisteme muhalif olduğu temel ayırımı, aynı politik yüklemle devam ediyor.
Dolayısıyla burada sol derken, sisteme demokratik itiraz ve eleştirilerde bulunan ve bu amaçla haklar mücadelesi veren politik görüş ve yapıları kastediyorum.
Mücadeleci
Bugün genel olarak toplumun ezilen kesimleri, altta kalanları, işçileri, emekçileri; kısacası toplumun egemen güçleri (ekonomik, idari, siyasi erk vb.) dışında kalan çok büyük bir bölümü için elde edilmiş ne tür haklar varsa, bunların mücadelesini veren, elde edilmesini sağlayan siyasal güç, genel olarak sol’dur!
Sol, toplumda yönetenler ile yönetilenler arasındaki çelişkide (Ki, bu çelişki devlet ve daha geniş bir deyimle iktidar olgusu var olduğu sürece, toplumların tarihinin değişmezi olarak var olacaktır), daima yönetilenlerin hak taleplerinin yanında yer aldı. Dünya solunun şu veya bu ülkede şu veya bu tarihte iktidarlara karşı çoğu kez hayatı pahasına verdiği mücadelelerin bir toplamı, demokrasinin büyümesinin esas gücünü/dinamiğini oluşturdu.
Neden desteği az?
Böyle olmakla birlikte ortada üzerinde ciddiyetle düşünülmesini gerektiren bir soru var: Toplumun geniş kesimleri için haklar mücadelesinin siyasetini ve pratiğini inşa eden sol, neden kazanım sağladığı kitlelerden hiç değilse kazanımlar ölçeğinde destek görmemiştir?
Tarih boyunca iktidarlara karşı adalet, hak, eşitlik talepleri doğrultusunda muhalefet eden kesimler, toplumdaki nüfusa göre daima azınlıkta kalmışlardır. Bunun böyle olması, toplumsal varlığın yapısallığı itibariyle doğaldır. Dolayısıyla burada bir çoğunluk desteğinden değil, talepleri ve mücadelesine paralel bir kitle desteğinden söz ediyorum ki, toplumun büyük çoğunluğu ezildiği için, aslında bunun mantıken varacağı yer de çoğunluktur.
Solun kitle desteği
Soruyu 1848, 1871, 1905, 1917 tarihlerinde (bu tarihlere 1949 Çin, 1974 Vietnam’ı da ekleyebiliriz) devrim mücadelelerine kitlesel ölçeklerde katılımların olduğu dönemleri parantez içine alarak soruyorum. Kaldı ki bu dönemlerde sola verilen toplumsal desteklerin yöntemleri ve toplumdaki oranları da tartışılabilir.
Ülkemizde sol derken, 1965’lerde TİP’in yükselişini kesmek ve oyları kendine çevirmek için Ecevit tarafından kendini ortanın solu ilan ve o gün bugündür bir galat-ı meşhur haline gelen CHP solculuğunu kastetmiyorum.
Soruyu tekrar ediyorum: Egemen kesimlere karşı ezilenlerin, sömürülenlerin, yoksulların, emekçilerin mücadelesini 150 yıl boyunca yürüten ve bugün ne kadar kazanım varsa, bu kazanımları sağlamada en büyük paya sahip olan solun neden bu ölçüde kitlesel destekleri yoktur?
Örneğin her yıl 8 Mart’ta anılan “Dünya Kadınlar Günü”nün, “1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü”nün tarihi kökleri, emekçilerin daha iyi çalışma koşulları ve 8 saatlik iş günü için, onlarca emekçinin ölümü pahasına verdikleri mücadelede yatmaktadır.
Sol politik mücadelesi yalnızca hak talepleriyle ve emekçilerin ekonomik kazanımlarıyla sınırlı değildir.
Edebiyat ve sanata dair hemen tüm eserlerin kaynağında, sanatçının bir yanıyla sisteme muhalif ve eleştirel bakış açısı yatmaktadır. Bunu sanatın politikleşmesi anlamında söylemiyorum ki, politikleşmiş sanat da bir başka kabalığın, kısırlığın ve estetik yoksunluğun göstergesi olabilmektedir.
Dünya sağının, bazı tekil örnekler hariç sanat üretimleri yoktur. Türkiye’de bunu çok açık ve çok acı (eser restorasyonlarında, TV program ve dizilerinde, tiksinti uyandıran heykellerinde vb.) biçimde yaşıyoruz!
Emekçilerin, işçilerin, kadınların, çocukların hakları için; insan hakları, ezilen kimliklerin hakları, özgürlük ve adalet talepleri için ceberut iktidarlara karşı mücadele yürüten solun toplumda desteği neden azdır?
Çevre sorunun gittikçe hayati bir önem kazandığı bugünlerde arsızca yapılan madenciliğe, ormanların katledilmesine, suların kirletilmesine, çevrenin tahribine, havanın kirletilmesine karşı direnişlere katılan, hatta kimilerine öncülük eden solun, neden toplumun bu kesimleriyle buluşması sınırlı kalıyor?
Devletin muhalif kesimler üzerindeki baskıları ve zor kullanımı, sola desteği sınırlayan bir faktördür. Sol, hak talepleri mücadelesinde devletten hep dayak yemiştir. Ancak bu durum, olumsuz anlamda bir etken olmakla birlikte, soruya cevap teşkil etmeye yeterli değildir!
Başka hangi nedenler, kitleleri soldan genel olarak uzak tutmaktadır?
İşte bu sorudan dolayı yazının başlığındaki “Sol’un” sonrasına üç nokta koydum. Okuyucu burayı istediği şekilde doldurabilir. Örneğin “Solun yalnızlığı”, “Solun karşılıksız kalması”, “Solun başarısızlığı”, “Solun sistem tarafından etkisiz kılınması”, “Solun arayışları” gibi daha başka şeyler yazılabilir.
Sana cennette yer yok!
Çarpıcı olması açısından insan sağlığından örnek vereceğim.
Bir dönem milyonlarca çocuk ve yetişkinleri öldüren çeşitli hastalıklara karşı aşı geliştiren ve birçok salgın hastalığa çözüm bulan tıpçıların hemen tümü gayrimüslimlerdir. Kaldı ki, bugün de benzer bir süreç işliyor.
Bir kısım Müslümanlar (Belki de tümüne yakını) çiçek, çocuk felci, tifo, verem, kuduz, difteri, kızamık gibi aşıları bulanların, ilaçlar ve ameliyat araçları, teknikleri gibi insan sağlığına büyük katkıları yapanların bile Hıristiyan, Musevi veya başka dinden olmalarından dolayı, cennete gidemezler diyor.
Neden?
Çünkü cennetin Müslümanların, ama Müslümanların da günahkâr olmayanlarının gideceği yer olduğu inancını taşıyorlar.
Yani hasta bir Müslüman ‘gavurun’ aşısıyla, ilacıyla sağlığına kavuşacak, ama o ‘gavur’ cennete gidemeyecek! Fakat dünyaya, insanlığa hiçbir katkısı olmamış, yalnızca Müslüman olduğu için bir diğeri cennete gidecek!
Mantık yürüttüğümüzde müthiş bir haksızlık değil mi?
Şimdi inanç ve akıl meselesine girmenin gereği yok.
Tamam, bu bir inançtır, öyleyse, öyledir. Tartışmayı anlamlı bulmam.
Bu inançta dile getirilen örneği ben, solun ‘kaderine’ benzetiyorum.
Ne kadar mücadele edersen et, sana destek de yok, cennet de yok!
Hakmış, hukukmuş, ücretlerin artışıymış, özgürlükmüş, aşıymış, ilaçmış; tamam, bunlar toplumu işine gelir, ama yine de cennetin kapıları sola kapalıdır!
Soruya cevap arayışının seçtiğim bu çarpıcı örnekteki cennet metaforu üzerinden yapılmasının daha rasyonel olacağını düşünüyorum.
Bu dünyayı cennete çevirmek isteyen sola cennette neden yer yok ve cenneti hak etmek için ne yapmalı?
Solun payına Sisifos’un ‘kaderi’ mi düşmüş?
Bunu derken, bir umutsuzluk ve sonuçsuzluğa mahkûm bir anlayışı savunmuyorum.
Yine direneceğiz, yine direneceğiz ve sorunun doğru cevabını bulduğumuzda Olimpos tanrılarının verdiği cezayı parçalayarak kayayı o tepeye dikeceğiz!
İnsan, dünyaya fırlatılmış bir varlık olarak mücadeleye mahkumdur!
İnsan, yöneten ve yönetilen çelişkisine ve bunu aşmaya içkin bir varlıktır.
Olimpos tanrıları baki değildir!
(HŞ/NÖ)