Siyasetin dizi film tadında seyirlik oyuna dönüştüğü şu günlerde, hiç bitmeyecek sandığımız gösterinin tam da orta yerinde, esas oğlanlardan biri aniden elimizden kayıp gitti. Garip olan şu ki, ne siyasetin dikenli yolları, ne de hiçkimsenin artık yadırgamadığı doğal muhalefet pozisyonunun abesliği etkili oldu bu beklenmedik sonda.
Baykal'ı biraz tanıyan herkes, bulunduğu pozisyonda sonsuza kadar siyaset yapmaktan onu alıkoyabilecek tek gücün ölüm olduğundan adı gibi emindi. Gerçi bundan emin olmak için Baykal'ı tanımaya bile gerek yoktu. Modern Türk siyasetinin önemli "aktörlerini" sahneden sadece ölümün ayırabileciğini bilmeyen yoktu ki.
Ama anlaşılan Freud'un çoktan ölümün yanına yerleştirmiş olduğu cinselliğin de bu işi bal gibi göreceği gelmemişti kimsenin aklına. Elbette şu galiz komplonun tertipleyicileri dışında...
Şimdi bu iki kutup (eros-thanatos) arasında sıkışmış varlıklar olduğumuza dair psikanalitik iddialara bir süreliğine daha inanmak zorunda bırakıldık. Tâ ki günün birinde bir siyasetçi bu ikisi dışında bir sebeple, yani siyasetin görünür düzeydeki neden-sonuç zincirine daha uygun biçimde, meselâ siyasi başarısızlıktan dolayı, "sahneyi" kendi isteği ile terk edene dek.
Adnan Menderes yargılanırken de ölüm ve cinsellik sahnedeydi
Ölüm ve cinsellik silahlarının en vahşiyane biçimde kullanılmasıyla siyaset sahnesinden silinmenin örneğini Adnan Menderes'in hikayesinde görürüz.
Menderes 1960 darbesi akabinde asılmadan önce, kendisini idama götüren yargılama süreci, aynı zamanda kamuoyu önünde kendisini olabildiğince küçültecek, dolayısıyla idamını halk gözünde iyice meşrulaştıracak operasyonlarla doluydu.
Bu operasyonların başında, dönemin ünlü opera sanatçısı Ayhan Aydan ile olan ilişkisi gelmekteydi. Menderes'in bu ilişkisinin en ince detaylarını irdeleyen mahkeme zabıtları, tüm ayrıntılarıyla gazetelerde boy boy yer almaktaydı.
Esasen Ayhan Aydan'dan olan çocuğunun doğum esnasında bilinmeyen bir nedenden ölümünü kasıtlı bir cinayet olarak gören savcılık, Menderes'i ve Dr. Fahri Atabey'i cinayetten yargılıyordu.
Davayı gören "Yüksek Soruşturma Kurulu", bir önceki mütalaasında görevsizlik (men'i muhakeme) kararı vermişti. Fakat Milli Birlik cuntasının ısrarı üzerine bu defa dava açılmasına karar verilmişti.
Bu davada, sadece Ayhan Aydan ile olan ilişkisi değil, Menderes'in tüm cinsel hayatı didik didik ediliyordu. Başsavcı Fahrettin Öztürk'ün mahkemedeki konuşması şöyle başlıyordu:
"Sanıklara sual sormadan önce bazı vesikaları açıklamak istiyorum... İnkılap hareketinden sonra memleketin en güzide hakimleri başbakanlığa çağrılarak buradaki evrakı incelemeye başlamışlardır. Bulunan herşey bu heyete veriliyordu. Nihayet bir kasa ile karşılaşıldı. Bu kasanın üzerinde 'Tarihi vesikaları muhtevidir' yazılıydı. Hakimler heyeti kasayı açmakta tereddüt etti. Devlet sırlarının bulunması icap eden bu kasayı açmaktan çekiniliyordu. Durum ilgililere bildirildi ve aç emri alındı. Kasanın içinden Menderes'in imzası bulunan büyük gri renkte bir zarf bulunmuştu. Yine tereddüt edildi ve yine emirle bu zarf da açıldı. Bu zarfın içinde şunlar vardı".
Savcı, bunları söylerken bir yandan da bir zarf içinde duran naylon kadın külotunu havaya kaldırarak "Evet, devletin en mahrem olması icap eden bu kasadan bunlar çıktı" diyordu.
Savcı, aynı zarftan bir kaç şey daha çıkararak teşhirine devam etti: İki çift kadın çorabı ve belli ki pornografik resimler içeren optik bir alet. "Meşgul olduğu için Meclise gitmeyen Başbakan kadınsız kaldığı zamanlar kendisini bu aletten görülen çıplak kadınlara bakarak tatmin ediyor".
Ölüm alın yazısı ama...
Siyaseti gayri insanileştiren, yani onu "er meydanı", daha da açıkçası "yetişkin erkek meşgalesi" yapan şey tam da ölüm ve cinsellik karşısında takındığımız şu marazî tutumlar.
Mesele basitçe "cinsel zaafların kurbanı olan erkeğin tipik hikayesi" değil elbet. "Ne yani, Dersim'de analar ağlamadı mı?" vecizesinde anlam bulan, öteki insanların ölümüne dair o meşum söylem ile parti içi aşk-ı memnuların aynı ruhsal ekonominin ürünleri olduğunu görmek gerek.
Yasak aşkın öznesini onurlu adam yapan dil ile katliamın öznesini kurban olarak gösterebilen dil aynı öznellikten damıtılarak ortaya çıkıyor. Bu dil örgüsünü sorgulamadan siyasetin nasıl insanileştirileceği hakkında hiçbir fikir sahibi olamayız.
Diğer yandan, bunca şeyden sonra şimdi aklı başında siyasetçilerin yapması gereken, cinselliğin ölümden hiç de geri kalmayan bir güç olduğunu daima akıllarında tutmak. Hele bir de "sauna" komploları ile "asit kuyusu" komplolarının aynı akıllar tarafından düzenlendiğini öğrendikten sonra...
Hülasâ, hep beraber öğrendiğimiz en önemli şey şu olsa gerek: Halihazırda Türkiye'de sonsuza kadar siyaset yapmayı önleyen iki şey var. Biri ölüm, diğeri cinsellik. Ölüm alın yazısı. Ama sevişmek insanın elinde. CT/EÖ)
* Coşkun Taştan, Dr., Kocaeli Ün., İİBF, Siy. Bil.