Savaş tamtamlarını hanidir sivil ellerin çaldığı ülkemden uzakta, yabancı olmanın, yani eli kolu bağlı olmanın -yani başka insanların başka bedenler için tasarladığı bir dünyada bulunmaktan ötürü tüm yeteneklerini yitirmiş kusursuz bir engelliye dönüşmüş olmanın-mayhoş ıstırabıyla boğuşmakta iken, iyi ki medya var, iyi ki internet var dediğim zamanlar oldu.
Zira ne kadar küreselleşseniz de, ne kadar kozmopolitleşseniz de bir bozgun yaşıyor "küçük ama şirin kasaba" benzeri iç dünyanız, ötekinin tekinsiz dünyasına girdiğiniz anda. Seyahatle birlikte adım adım gerçekliği kaybettiğiniz hissine kapılıyorsunuz önce. Ayağınız yer tutar tutmaz ise kendinizi güvende hissettiğiniz dünyayı, bildiğiniz tatların, kokuların ve seslerin… dünyasını aramaya koyuluyor gözleriniz.
İşte sınırların ötesinde tam bu ahval içindeyken, birkaç gün üst üste Hürriyet'in internet sitesini açtığımda, şöyle bir kaç iri laf edesim geldi: Ademoğlunu yaşamın ve ulvi olanın peşinden koşturan şey, aslında onu bayağılığın dibine indiren, galizliğin sınırlarında gezdiren şeyle aynı: İnsan, sınırın diğer tarafında ne olduğunu bilmediği için insan… Ve insan, sınırın diğer tarafında olmak istediği için insan. Erkekseniz kadının, siyah iseniz beyazın dünyasında ararsınız, mesela, bilmediğiniz bir zamanda yitirmiş olduklarınızı. Ve başka sınırların ötesinde, başka bedenlerde başka şeyler arıyorsanız insansınız...
Bir kaç ay evvel, Hürriyet'in sanal dünyasının sanal tanrısı, o dünyada "hiçbir haber değeri olmayan çıplak kadın fotograflarının" bundan böyle yer almayacağını ilan etmişti (21 Haziran 2007). Başkasının bedeni hakkındaki en iptidai ve kesin bilgilerin ne denli haber değeri taşıdığına, elbette onlar karar verecekler. Ayrıca, bu kararda, kimi Arap ülkelerinde Hürriyet'in, porno siteleri arasında sayıldığı için yasaklanmış olması ne denli etkili olmuştu, bilemem.
Başkalarının ölümü ne de olsa...
Ama bildiğim şey, bu kararın en fazla bir kaç gün tutunabildiği ve kısa süre içerisinde haberciliğin bence temelinde yer alan "teşhir" ve "tebyin" arzusuna paralel olarak, çıplak insan bedeninin Hürriyet'in internet sitesindeki olağan yerine geri dönüşüydü. Ölüm ve cinselliğin brikolajından ibaret olan dünyasından bu denli önemli bir ögeyi çıkarıp atmak, anlaşılan bu sanal dünyanın sanal tanrısının da boyunu aşıyordu.
Şimdilerde, itidalin uzak yerlerde uzun bir tatile çıktığı memleketimden haber verirken sınırların ötesinde kahramanca ölüp kahramanca öldürmenin ne kadar gerekli olduğuna dair manşetlerine baktığımda, aynı pronografik mantığın işbaşında olduğunu görüyorum. Ve aynı pornografik beden teşhirciliğinin sayfanın tüm mizanpajındaki kesin hakimiyetine bakıyorum. Başkalarının seviştiği, başkalarının öldürdüğü ve tabii ki hep başkalarının öldüğü dünyada doğal olarak kötülüğün de gerçek öznesi her zaman başkalarıdır. Birbirini öldüren veya birbiriyle sevişen insanları uzaktan röntgenleyen "bizlerin" genel yayın yönetmeninin hayal dünyasında "ben" ile "başkaları" arasındaki sınır çok kesindir.
Sanal tanrı ve izleme alanı
Ama söz konusu "biz" değil de "ben" olunca, ya da "biz"in arkasına gizlenen "kendi" olunca, işler değişir: "Vallahi ben memnun olmuşum, olmamışım; egom tatmin olmuş, olmamış bence bunların hiçbir önemi yok". Sınırın ötesine gideceklerin orada ne yapması gerektiğine dair parlak fikirlerinin bile kendi kişisel hislerini ifade etmediğini, tam tersine bu jingoist fikirleri, hayatında sadece bir insana bir defa kafa atmış sonra da gidip özür dilemiş biri olarak kendi egosu hilafına dile getirdiğini söyledikten sonra, egosuna muhalefet etme fedakarlığını gözümüze sokarak kendi kendini analiz ediyor brikolaj dünyamızın tanrısı: "Bundan tatmin olacak kadar da mazoşist değilim". Sınırlarda, başka insanların başka insanları öldürmesine dair konuşurken bunun kendi bedeniyle hiç mi hiç ilgisi olmadığına kesinlikle inanan sanal tanrı, başka insanların çıplak bedenlerini yine başka insanlara kapı aralığından seyrettiren sanal tanrının ta kendisi değil mi? (CT/NZ)