8 Ağustos 2015’de kaleme aldığımız “Nitekim Testosteron da Olmadı” başlıklı yazının üzerinden tam iki yıl iki gün geçti. O yazıda Spor Tahkim Mahkemesinin (CAS) Uluslararası Atletizm Federasyonları Birliğine (IAAF) 24 Temmuz 2017’ye kadar yeni bilimsel kanıtlar sunması için zaman tanıdığından söz etmiştik.
Önce küçük bir hatırlatma: IAAF’ın 2012’de yürürlüğe soktuğu Hiperandrojenizmli Kadınların Uygunluğunu Düzenleyen Yönetmeliği, hiperandrojenizmli kadınların haksız avantaja sahip olduğunu ve kadınlar kategorisinde adil yarışma ortamının sağlanması için bu sporcuların yarışmalarına izin verilmeyeceğini ileri sürüyordu. Chand Dutee 2014’te testosteron seviyesi ortalama bir kadından yüksek tespit edildiği için yarışmalardan men edilmiş ve hemen ardından konuyu CAS’a taşımıştı. 27 Temmuz 2015’te CAS hiperandrojenizimin kadın sporculara avantaj yaratmasında bilimsel bir kanıtın olmadığını, hiperandrojenizm yönetmeliğinin askıya alınması gerektiğini, Dutee’nin yarışabileceğini ve IAAF’ın bu “tezi” ispatlamaları gerektiği kararını almıştı.
Zaman doldu fakat IAAF henüz raporunu tamamlamadı. Bunun üzerine CAS 28 Temmuz 2017 tarihli bir kararla IAAF’a “Hiperandrojenizim Düzenlemesi” politikasını bilimsel verilerle ispatlaması için Eylül 2017’ye kadar süre tanıma kararı aldı.
Bu kararın ardından, Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) ise Kasım 2015’te “IOC Consensus Meeting on Sex Reassignment and Hyperandrogenism” (IOC Cinsiyetin Yeniden Belirlenmesi ve Hiperandrojenizm Uzlaşı Toplantısı) adında yayımladıkları yeni talimatnamede kadın sporcularda hiperandrojenizm başlığı altında, adil yarışma ilkelerinin teşviki ve sporda kadınların korunması için kuralların yerini alması gerektiğini ve daha da önemlisi IAAF’ın, diğer uluslararası federasyonların, Ulusal Olimpik komitelerin ve diğer spor organizasyonların desteğini de alarak, hiperandrojenizm kurallarının yeniden yürürlüğe konulmasının destekleyecek argümanlar ve kanıtlarla birlikte CAS’a cevap vermeye cesaretlendirildiğini belirtti. Son maddede ise “Ayrımcılığın önüne geçmek için, kadınlar kategorisinde yarışmaya uygun olmayan sporcuların erkekler kategorisinde yarışabilecekleri” kararı yer aldı.
Tekrar IAAF’a geri dönersek: CAS’ın IAAF’a tanıdığı sürenin sonuna gelindiğinde, IAAF 3 Temmuz 2017’de resmi web sitesinde hiperandrejonizmin kadın sporculara avantaj sağladığının ‘bilimsel’ olarak ispatlayan bir makalenin yayımladığını duyurdu. Stéphane Bermon ve Pierre-Yves Garnier adlı araştırmacıların bulgularının CAS’a sunulacak rapor için dayanak olduğunu belirttiler.
Stéphane Bermon, IAAF ve IOC çalışma grubu üyesi bir araştırmacı. Pierre-Yves Garnier ise IAAF Sağlık ve Bilim Departmanı direktörü ve Chand Dutee davasında bilirkişi. CAS’ın 2015’te “kanıt” beklemesinin ardından 2011-2013 arasında 2 bin 127 sporcuyla yürüttükleri çalışmanın bulgularını British Journal of Sports Medicine dergisinde Temmuz başında yayımladılar. Çalışmanın finansal desteği ise IAAF.
Biraz spekülatif biraz da kafa karıştırıcı!
Yazarlar makalenin giriş bölümünde CAS’ın aldığı karar üzerine serum androjen konsantrasyonla (testosteron) sporcu performansı arasında bir ilişki olup olmadığını incelediklerini belirtiyorlar. Fakat makalenin başlığında “erkek ve kadın elit sporcular” yer alsa da, makale asıl olarak kadın sporcular üzerine kurulu ve her cümlesi –elbette ki- CAS’a “kanıt” niteliğinde.
Araştırma kapsamında 2 bin 127 sporcudan farklı değişkenlerle birlikte serbest testosteron (Free T - 4.3 g/dL ortalama) ve serum testosteron (T) ölçümleri alınıyor. Sonuç olarak, 1332 kadın sporcunun 44’ünün serbest testosteron seviyesi 29.4 pmol/L değerinin, 24’ünün ise T konsantrasyonun 3.08 nmol/L değerinin üzerinde olduğu bulunuyor; bu sporcuların dokuzuna hiperandrojenik cinsel gelişim bozukluğu tanısı konulduğu, diğer dokuzunda doping tespit edildiği, altısının ise bir sınıflandırmaya girmediği belirtiliyor. 11 ayrı koşu yarışlarının üçünde (400 m, 400 m engelli ve 800 m), çekiç atma ve sırıkla atlamada serbest testosteron seviyesi yüksek kadınların, düşüklere göre yüzde 1,8-4,5 oranında avantaj sağladığı tespit ediliyor.
7 bin 952 erkek sporcunun 101’inde serbest testosteronun 23 nmol/L değerinden düşük olduğu, sprinterlerin ise serbest testosteron seviyelerinin diğer erkek sporculara göre yüksek olduğu bulunuyor.
Uzun lafın kısası, çalışmanın sonucuna göre yüksek düzeydeki testosteron seviyesine sahip kadın sporcular, diğer kadınlara göre yüzde 1,8-4,5 avantaj sağlıyor; ancak erkeklerde bu fark açığa çıkmıyor. Serbest testosteron ile performans arasında nedensel bir ilişki kuramadıklarını belirten araştırmacılar nihayetinde hiperandrojenli kadınların diğer kadınlara göre avantajlı olmalarının CAS için bir kanıt olduğunu ileri sürüyor.
Sen neymişsin be Androjen!
İki yıl önceki yazımızı, “IAAF ve IOC’nin bugüne kadar ki bir şekilde bilimsellikten yoksun ve sadece kadın sporcuları mağdur eden çeşitli cinsiyet testi yönetmeliklerinin altında imzası bulunan kişiler vakit kaybetmeden masa başı yapıp, yeni bir ‘ölçüt’ arayışına gireceklerdir” diye bitirmiştik. Nitekim, şaşırmaya gerek kalmaksızın, öyle de oldu.
Gelelim kanıt niteliğindeki makaleye: Makalenin dünyanın en güçlü spor kurumlarından IAAF tarafından desteklendiğini ve bu kurumlarda görev yapan araştırmacılar tarafından kaleme alınmış olduğunu bir kez daha ifade ettikten sonra, araştırma sonuçlarının genellenebilirliğinin tartışmaya açık olduğunu belirtmek gerekiyor.
Makalede, serbest testosteron düzeyi “kadınlarda 400 m, 400 m engelli ve 800 m, çekiç atma ve sırıkla atlama sporlarda yüzde 1,8’den yüzde 4,5’e kadar avantaj sağlayabileceği” ifade edilmiş. Erkeklerde ise yüksek fT konsantrasyonu olanların, daha düşük fT konsantrasyonu olanlara göre daha üstün bir performans sergilemedikleri bulunmuş. Sadece kadınlarda bu farkın çıkmasına ilişkin argümanları ise –tek bir makaleye referans vererek- kadınların kas kitlesi ve dayanıklılık kazanırken androjenden göreceli olarak erkeklerden daha fazla “yararlanma” kapasiteleri.
Bu kanıyı güçlendirmek için ise araştırmacılar, çekiç atma ve sırıkla atlama gibi spor dalları için kritik önemde olan ‘mental rotasyon becerisinde’ erkeklerin kadınlara göre daha avantajlı olduğu bilgisinden hareketle androjen seviyesi yüksek kadın sporcuların daha iyi ‘görsel-mekansal nöral aktivasyona’, zihinsel beceriye ya da agresifliğe sahip olabilecekleri öne sürülüyor.
Peki ama aynı ilişkisellik erkek sporcular için geçerli değil mi? Yani testosteron seviyesi, diğer erkek sporculardan daha yüksek olan erkek sporcular daha fazla mental rotasyon becerisine ya da agresifliğe sahip olduklarında haksız avantaj elde etmiş olmayacaklar mı? Makaleden anladığımız, “adil oyun zeminini” sağlamanın sadece kadın sporcular için etik bir sorumluluk olması.
Bunların yanı sıra, makalenin ilginç bir yani daha var. Makale, niyetinin dışında olarak, kendi bindiği dalı biraz aşındırıyor ve dolaylı yoldan farklı fizyolojik özelliklerin beraberinde getireceği avantajın, spor dallarına göre değişkenlik göstereceği sonucunu çıkartmamıza neden oluyor. Şöyle ki, makaleye göre yüksek androjen seviyesi bazı spor dallarında haksız avantaj sağlıyor. Demek oluyor ki, sporda haksız avantaj sağlayacak fiziksel özellikler spor dallarına göre farklılık ve çeşitlilik gösteriyor. Ama makale finansal destekçisi ve politik amacı doğrultusunda, bunlardan sadece birine odaklanıp -kadın sporculardaki androjen seviyesi- bunun 400m, 400m engelli, 800m, çekiç atma, sırıkla atlama gibi sporlarda kadınlara haksız avantaj sağlayacağını söylüyor. Yani maraton, 10000m ya da 100m kategorilerinde performans ve testosteron ilişkisinin istatistiki olarak anlamlı çıkmadığı bir çalışmanın bulguları ulusal ve uluslararası atletizm müsabakalarında temel alınması için “kanıt” olarak sunuluyor.
Ama doğal olarak vücutta üretilen androjen düzeyinin her bir sporcuya çeşitli düzeylerde avantaj oluşturacak diğer doğuştan getirilen fiziksel özelliklerden farkı ne? Vücutta doğal olarak üretilen yüksek testosteron seviyesinin, farklı spor dallarında atletik avantaj sağlayacak, uzun boylu olmak, büyük ellere sahip olmak gibi diğer doğuştan getirilen fiziksel özelliklerden ayrı tutulmasının nedeni ne? Üstelik sadece kadın sporcularda. Nitekim, yarışmalarda izlediğimiz her bir başarılı erkek sporcuyu “insan ötesi” kılmaktan, övgülemekten ve “doğanın biyomekanik çılgınlığı” diyerek alkışlamaktan geri durmazken, neden doping olmadığı tespit edilen, -kadın sporcuların- vücutta doğal bulunan androjen seviyesi mevzu bahis ediliyor? Onlarca avantaj sağlayabilecek fiziksel, sosyal, sosyoekonomik, teknolojik özellik arasından sadece “vücutta doğal yollarla üretilen androjen seviyesinin” ‘adil oyun’ zemininin odak noktasını oluşturması neden?
Devam edersek, Micheal Phelps’in ya da Usain Bolt’un üstün başarısının ardından aklımıza bu ikilinin fiziksel özelliklerinden dolayı diğer erkek sporculara sağladığı avantaj neden aklımıza gelmiyor? 2016 oyunlarında birinci gelen Usain Bolt 1.95, üçüncü sırada yer alan Kanadalı atlet Andre de Grasse ise 1.76 boyundaydı ama Bolt’un Grasse’la olan boy avantajı gündeme gelmedi. Profesyonelleşmenin doruk noktalara ulaştığı, teknolojik bedenlerin spor alanını kuşattığı, günümüz yarışma sporlarında, en gelişmiş teknolojiye, antrenman bilgisine, ekipman donanımına sahip olan sporcuların ikinci ya da üçüncü sınıf dünya ülkesi olarak nitelendirilen ülkelerin sporcularına göre çok da doğal olmayan avantajlarla sarmalanmış oldukları göz önüne alındığında, oyun ne kadar “adil”?
Cevap mı? Sportif başarıyı, üstün performansı “erkek olmak ya da erkek gibi olmak” ile eşleştirmeye kodlamaya meyillendirilmiş cinsiyetlendirilmis zihinlerde gömülü.
Cevap, bir yarım yüzyıldan fazla süregiden sporda cinsiyet testinin tarihsel anlamında saklı. Cevap, sporun kadın düşmanlığına varan cinsiyetçilikle, ikili kategorilerle, ayrımcılıkla, homofobiyle, eşitsizliklerle dolu tarihinde ve bugününde.
Fakat asıl soru, peki, yarın neler getirecek? CAS, Eylül 2017’e kadar IAAF’tan bir yanıt bekliyor. Testosteron seviyesi, sporun adil oyun ilkesini –kadın sporcular üzerinden- korumayı ve bunu sağlayabilmek için de ikili cinsiyet sisteminde kimin “kadın”, kimin değil olduğunu belirlemeyi kendine kutsal görev edinmişlerin güncel parametresi. Fakat, nasıl ki kısa bir zaman öncesinin ardı ardına sıralanan çıplak geçit töreni, Barr Body testi, PCR yöntemi gibi parametreler spor tarihinin tozlu “raflarında” yerini almıştı; umuyoruz ki, ikili cinsiyet kategorilerinin sınırlarının zorlandığı bu çağda, sadece kadın sporculara uygulanan ve cinsiyeti testosteron bazında kategorileştiren bu problemli ayrımcı politika da kısa zamanda raftaki yerini alacaktır. (PÖ/MŞK/ÇT)