*Fotoğraf: Mehmet Turgut/46 dergisi arşivi. Renklendirme: bianet.
Bu yazıyı yazmamın iki sebebi var.
Birincisi 17 Temmuz 2020 tarihinde hayatını kaybeden, Huysuz Virjin adıyla hafızalarımıza kazınan sahne sanatçısı Seyfi Dursunoğlu üzerine kaleme alınan gazete yazılarının yoksunluğu ve var olan birkaç yazının da,n asıl desem bilemediğim, belki de "fütursuzluğu".
İkincisi ise yazının başlığının da işaret ettiği üzere, Huysuz Virjin'in ekranlardan uzaklaştırılması -temsilinin ve görünürlüğünün kısıtlanması- üzerinden televizyonda ve kamusal alandaki "tahammülsüzlüğün [değişen] sınırlarına" ilişkin bir yorum sunmak.
Geçen hafta, Huysuz Virjin'e ilişkin bir medya taraması yaptım. Karşıma Cenk Özbay'ın bianet'te yayımlanan değerli yazısı dışında elle tutulur hiçbir şey çıkmadı.
Nefret söylemleriyle dolu bir iki yazı bir kenara, diğer birkaç yazı belki iyi niyetli ama, en güzel ifadeyle, tam bir kakofoniydi.
Toplumsal kimlik ve rol teorisinden bahsedenler, Stonewall'ın tarihini anlatanlar, Amerikalı ünlü drag queen Rupaul'dan alıntı yapanlar ya da drag queen ve zenne gibi iki ayrı kavramı birbirine karıştıranlardan tutun da ünlü feminist kuramcı Judith Butler'ın toplumsal cinsiyet teorisinden ahkam kesenlere kadar her şey vardı bu yazılarda, Huysuz Virjin'e ilişkin bir içerik ve bağlam hariç!
Bu yazılarda özellikle dikkatimi çeken bir nokta var ki bahsetmeden geçmem imkânsız çünkü olanca problematik ve etik dışı:
"ad/kavram ya(k/p)ıştırması. Kimi yazılar "zenne", "modern zenne", "travesti" gibi bazı terimlerle tanımlamıştı Huysuz Virjin'i.
Her şeyden önce, Seyfi Dursunoğlu'nun kendini tanımlamak için kullandığı bir terimin eksik ya da fazlasını Dursunoğlu'na ya da yarattığı karaktere iliştirmek bir bireyin, bireyin kendini tanımlama özerkliğini (self-determination) yok saymaya eş düşüyor.
Ve bu birçok Batı ülkesinde bugün insan hakları ihlali çerçevesinde ele alınıyor.
O nedenle ister etik ister insan hakları, isterseniz merhuma saygı deyin, kendini zenne ya da travesti olarak tanımlamayan Huysuz Virjin'i ve bilhassa da gerçek bir kişilik olan Seyfi Dursunoğlu'nu bu kavramalarla tanımlamak kimsenin haddi olmamalı!
Kavram kargaşası yaşayanlara not
Zenne, drag queen ve travesti gibi kavramlar eş anlamlı olmamakla birlikte birbirlerine karıştırılmaması gereken kavramlardır.
Her birinin kendine has tarihsel, kültürel ve coğrafi bağlamları var! Bilhassa, Türkiye'deki zenne kültürünü Batı merkezli drag queen kültürü üzerinden anlamlandırmaya ya da adlandırmaya çalışmak kültürel asimilasyon tehlikesini taşıyor.
Bir drag queen'i travesti olarak adlandıramazsınız, tıpkı kendisini travesti (kadın ya da erkek) olarak tanımlayan birini drag queen olarak tanımlayamayacağınız gibi.
Aksi, bir kişinin kendini tanımlama özerkliğini hiçe saymaya denk düşüyor.
Basite indirgediğimin farkında olarak en kısa biçimde şöyle ifade edebilirim ki, drag queen bir sahne performans kimliğidir.
Travesti ise birçokları için toplumsal bir kimlik. Drag queen çoğunlukla sahne performansı için kadın kıyafetleri giyerken, kendini travesti kadın kimliğiyle tanımlayan biri için kadın kıyafeti sahne performansının ötesinde, gündelik yaşamının ve cinsiyet aidiyetinin bir parçası.
Son olarak, travesti kavramı, transseksüel kavramı gibi, özellikle Batı'da önceleri hakaretle ilişkilendirilmesi ve tıp literatüründeki tarihinden dolayı ne yazık ki gündelik ve hukuki dildeki kullanımdan neredeyse kalkmış bir halde.
Bugün birçok trans kişi ve topluluğu bu iki kavramı kullanmayı politik bir eylem olarak reddediyor. Bu nedenle, kendini travesti olarak tanımlamadığı müddetçe bir bireyi travesti olarak adlandırmak hem etiğe hem de hukuka aykırılık teşkil ediyor.
Yerin dolmayacak ezberciliği
Huysuz Virjin ile ilgili haberlere ya da ünlülerin sosyal medya mesajlarına baktığımda, neredeyse herkes Huysuz Virjin'in Türkiye için önemli ve tarihi bir karakter olduğu noktasında hem fikir.
Fakat, Virjin'in neden önemli ve tarihi bir karakter teşkil ettiği noktasında indirgemeci ve ezberci bir söylem hâkim: Bir erkeğin (Seyfi Dursunoğlu'nun) kadın kılığında televizyona çıkması ve birçoklarının sevgisini kazanması.
Bu elbette ki çok kritik ve değerli bir nokta. Fakat Huysuz Virjin karakterinin televizyon temsili ve görünürlüğünün Türkiye'nin kültürel, toplumsal ve siyasal örgüsü için önemi bu ezbere söylemin taşıyabileceğinden çok daha derin ve geniş!
Bu konuya açıklık getirebilmek için televizyonun ve temsilin kültürel ve sosyal yaşam üzerindeki etkilerine ilişkin iletişimsel ve kültürel kuramsal yaklaşımlardan faydalanarak Huysuz Virjin'in televizyon görünürlüğüne/temsiline 1990'lar Türkiye'si bağlamında bakmak gerekiyor.
Kültür ve iletişim kuramcısı Stuart Hall, televizyonu ve medyayı, kültürel, toplumsal ve siyasal yaşam üzerinde geniş etkiler bırakan bir iletişim aracı ve bilgi -üretim- kaynağı olarak ele alır.
Televizyon ve medya temsili aracılıyla, izleyici bir şey, bir konu ya da bir topluluk hakkında, özellikle de ilk elden tanıklık etmediği ya da sosyalleşmediği toplumsal kimlikler ve topluluklar hakkında, bilgi edinebilir, bir tür bakış açısı geliştirebilir ve kanı oluşturabilir.(1)
Televizyon ve medya güç, iktidar ve ideoloji gibi olgulardan bağımsız bir yapı olmasa da, Stuart Hall televizyonu ve medyayı izleyicinin neyi ve nasıl düşünmesi gerektiğini dikte eden ve kararlaştıran salt ideolojik bir mekanizma olarak değil; bir şey, konu ve topluluk hakkındaki nasıl ve ne eksende düşünülebileceğine ve konuşabileceğine dair "zihinsel yorum şemaları" sunan bir araç olarak ele alır. (2)
Huysuz Virjin'in televizyon şovu 1990'lar da ekranlarda yerini aldı.
1990'lar Türkiye'si, internet ve sosyal medya gibi iletişim kanallarının olmadığı, internetin henüz gündelik yaşama, evlere ve ceplerimize girmediği, insanların televizyon odaklı olduğu ve büyük olasılıkla televizyonun bugüne nazaran daha geniş bir izleyici kitlesine ulaştığı yıllar.
Bu bağlamda, 90'larda televizyonun Türkiye seyircisi için sadece bir eğlence aracı değil aynı zamanda çeşitli konular hakkında birincil ya da ikincil bilgi edinebildiği temel bilgi kaynaklarından biri olduğu söylenebilir.
Düşünün ki, televizyonun temel eğlence ve bilgi edinme aracı olduğu 1990'lar Türkiye'sinde, ana akım televizyon ekranında kadın kılığında bir erkek var gücüyle raks ediyor; seksten, seks işçiliğinden, seks değiştirme operasyonundan, orospuluk mesleğinden, eşcinsellikten, mastürbasyondan, cross-dresser'lardan, pornodan, trans bireylerden ve kondom, genelev, jartiyer gibi cinsellik çağrıştıran kelimelerden sakınmaksızın bahsediyor; erkeklerin kucaklarına oturuyor ve onları aleni bir şekilde sekse davet ediyor.
Bence bunlar göz ardı edilebilecek "kültürel anlar" değil! Çünkü bu kültürel anlar, kimi Türkiye izleyicisinin daha önce duymadığı, ilk elden tanışıklık etmediği ya da sosyalleşmediği toplumsal kimliklerin ve toplulukların varlığından haberdar olmasına olanak sağlayabilecek kapasitedeyken, aynı zamanda toplumda yaygın veya görünür olmayan toplumsal cinsiyet ve cinselliğe ilişkin rol, davranış ve kimliklere ilişkin "mümkünlükler", "düşünülebilirlikler" ve "olasılıklar" yaratma fırsatlarıyla dolu.
Örneğin, kadın kıyafetleri giyen ve giymekten hoşlanan ve bunu meslek olarak icra eden erkekler olabilir ve var. Kimi erkekler makyaj yapmaktan, dikiş dikmekten hoşlanabilir. Geleneksel erkeklik tanımına uymayan, feminen erkekler olabilir ve var.
Adı geçen kavram, kimlik, meslek ya da pratiklerin televizyon ekranlarında zikredilmesinin fitilleyebileceği bireysel ve toplumsal sorgulamaların ve münazaraların olasılık ve çeşitlerinden bahsetmiyorum bile.
Tüm bunlar Huysuz Virjin'in Türkiye'nin kültürel ve toplumsal örgüsüne olan etkilerine sadece birkaç örnek.
Televizyon temsili ve görünürlüğü elbette ki her şey değil ama aynı zamanda hiçbir önemi yok gibi de görülmemeli.
Temsil ve görünürlük meselesi, temel hak ve özgürlükler gibi, toplumun bir parçası olmanın,vatandaş olarak teyit edilmenin ve kabulün önemli basamaklarından biri: ciddi bir kültürel, sosyal ve politik mesele.
O nedenle Huysuz Virjin'in televizyon yasağı,kadın kılığındaki bir erkeğin televizyonda yasaklanmasından ibaret değil.
Huysuz Virjin'in temsil ve görünürlüğünün çağrıştırdığı anlamlar göz önüne alındığında,Huysuz Virjin'in televizyon ekranlarından yok olmaya zorlanışı, toplumsal cinsiyet, cinsellik, erkeklik, homofobi, transfobi, kadın düşmanlığı, erkekte kadınsılık korkuluğu (femphobia) gibi bir takım toplumsal konu ve meselelerle yakından ilişkili.
Bu ilişkisellik 2020'ler Türkiye'sine gelindiğinde daha somut bir şekilde karşımıza çıkıyor.
Son dönemdeki birtakım örnekler gösteriyor ki, toplumsal cinsiyet ve cinsellik konuları etrafında yoğunlaşan tahammülsüzlük,kontrol ve baskı mekanizmalarının boyutları ve dereceleri her geçen gün biraz daha genişliyor ve başka bağlamlara eklemleniyor.
Yasaklanan Onur Yürüyüşleri, 2019'da iptal edilen Queer Olimpix, göz ardı edilen Cis Kadın ve Trans Kadın cinayetleri, son günlerde gündem olan ve eşcinsel karakter içermesinden ötürü yasaklanan Netflix dizisi; LGBTQ bireylere karşı yükselen ve meşrulaştırılan nefret söylemleri, cinsel azınlıklara ilişkin maddesinden dolayı İstanbul Sözleşmesi'nden geri çekilme tartışmaları, sosyal medyayı denetim almaya ilişkin tartışmalar ve dahası.
Sansürcülük yine o sansürcülük!
Gördüğüm kadarıyla birçok gazete yazısı ve Türkiye'de özellikle bir kesim, Huysuz Virjin'in televizyon yasağının başladığı 2007 yılını Türkiye'de sansürün miladıymışçasına sunma eğiliminde.(3)
2007 yılı her ne kadar Huysuz Virjin'in ekran yasağının resmîleştiği tarih olsa da Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun (RTÜK) 1994 yılındaki kuruluşuyla birlikte Huysuz Virjin'e uygulanmaya başlanan sansürü; 90'lar ortasında yayınlanan programlarda RTÜK'e yönelik iğneli göndermelerden, yoğunlaşan 'bip'lemelerden ve tartışmaya açık bir şekilde, Huysuz Virjin'in hafifleşen sahne performanslarından anlamak pekâlâ mümkün.
Huysuz Virjin'in 1990'lardaki programlarında kullandığı sözlerin ve gerçekleştirdiği sahne performanslarının cüretkârlığı ve boyutu göz önünde bulundurulduğunda, Huysuz Virjin'in 2020'ler Türkiye televizyonunda yer bulması hem görsel hem de işitsel anlamda imkânsız!
Masalarda şarap şişeleri ve içkili bardaklar, havada uçuşan seks, orospu, fahişe, eşcinsel, genelev, jartiyer gibi cinsellik çağrıştıran kelimeler, seks eksenli şakalar, siyasilere yapılan göndermeler beraberinde erkeklerin kucaklarına oturan ve onları sekse davet eden kadın kılığında bir erkek.
Fakat, burada "90'lar duygusallaştırması/idealleştirmesi" ya da Türkiye'deki sansürü sadece bir siyasi akıma ya da partiye mal etmek gibi tarihsellikten yoksun bir düşünce pratiğine düşmemek gerekiyor.
Türkiye'de sansür; kültürel, toplumsal ve siyasal bağlama (iktidara) ve döneme ilişkin olarak hedef ve boyut değiştirerek varlığını devam ettiren bir baskı mekanizması.
60'larda saz ve köçeklik gibi birtakım kültürel pratikler, 70 ve 80'lerde solculuk ve komünizm, 90'larda Alevilik ve Kürtlük, Kürtçe, 2007'de "kadın kılığında erkek" etrafında koyulaşan sansür, 2020'ler Türkiye'sinde toplumsal cinsiyet ve cinsellik gibi toplumsal olgular etrafında yoğunlaşıyor.
Bu yasakların elbette ki her biri kendine has politik ve tarihsel bir bağlama ve dinamiğe sahip ama birbirlerinden ilişiksiz değiller.
Türkiye'deki sansürün köklü tarihini göz ardı ederek, 2007 yılını yasaklar bağlamında köklü değişimlerin başlangıcı olarak nitelemek, sansürü ve yasakları bir iktidarın güce gelişinin öncesi ve sonrası şeklinde sınıflandırmak, 90lar duygusallaştırması/idealleştirmesi üzerinden Türkiye'deki sansürü sadece bir siyasi akıma ya da partiye mal etmek gibi politik bir çıkmazı beraberinde getiriyor.
Ve bu çıkmaz, sansür, güç ve iktidar gibi baskı mekanizmalarının esasi bir problem olarak değerlendirilmesinin önüne ket vuruyor. Bu nedenle, umarım ki sansürün kendisini problem olarak görmeye başlamamız tez zamanda vuku bulur.
Aksi halde, Neyzen Tevfik'in ikiliklerinden bir uyarlamayla (4), sansürcülük yine o sansürcülük, bir varsa sansürcü değişeduruyor Türkiye'de!
(MK/PT)
Dipnotlar:
(1) Örneğin, yaygınlaşan sosyal medya ağları nedeniyle televizyonun gündelik yaşamdaki merkezliliği 90'lara göre bugün azalmış olsa da, Amerikan televizyon denetleme kuruluşu GLAAD, Amerikan halkının trans bireyler hakkında bilgiye çok büyük oranla televizyon aracılığıyla ulaştığını not düşüyor.
(2) Bu yaklaşım Hall'u izleyiciyi edilgen bir kitle olarak ele alma eğilimindeki geleneksel, yapısalcı ve belirlenimci yaklaşımlardan ayırır.
(3) Buna 2 Ağustos'ta The Economist'de yayınlanan The Queen is Dead adlı yazı da dahil.
(4) Orijinali: Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti, Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti!