Genel olarak nüfusun "fit" olarak görülenlerin çoğalmasını, "unfit" olarak görülenlerin azalmasını sağlamaya dönük faaliyetlerin bütünü olarak tanımlanabilecek öjeni düşüncesinin kökenini Antik Yunan'a kadar uzatmak mümkün ise de, kavram Francis Galton tarafından 1883 yılında ortaya atılmıştır. Bununla birlikte özellikle 20.yy ile birlikte, ulus devlet kurma, modernleşme politikaları ile eklemlenen öjeni politikaları başta otoriter ve faşist rejimler olmak üzere pek çok ülkenin politikasında kendisine yer bulmuştur.
Kavramın olumlu yani "fit" olanların çoğalmasını teşvik eden politikalar ve olumsuz yani "unfit" olarak görülenlerin azalmasını teşvik şeklinde ayrıma gidilmesinin ve söz konusu ayrımda kavramların içeriğinin muğlâklığının, öjeninin bu derece yayılmasına imkân tanıdığı belirtmek gerekir. Her ne kadar öjeni doruk noktasını Almanya'da Hitler ile yaşamışsa da, pek çok ülkede, göçmenlere yönelik ayrımcılıktan, kısırlaştırmaya, Yahudi soy kırımına, orta sınıfta doğumu teşvik etmekten, arî ırkın oluşturulmasına kadar farklı düzeylerde uygulanmıştır. Bu bağlamda öjeni politikaları tarihsel süreç içerisinde pek çok devlette olduğu gibi, ülkemizde de özellikle otoriter modernleşme dönemi olarak adlandırılan 1930-1945 arasında, etnik milliyetçilik ve modernleşme ile de eklemlenerek uygulanmıştır.
Savaşların ardından, ulusal yapıyı inşa etme çabasına giren ve sanayileşme sürecini hızlandırmaya çalışan pek çok ülkede nüfusun niceliği ve niteliğinin tartışıldığı görülür. Türkiye'de ise Birinci Dünya savaşı ve arkasından gerçekleşen Milli Mücadele sonrasında yaşanan nüfus oranlarındaki düşüş, 1930'larla belirginleşen iktisadi bunalım, sanayileşme süreci içerisinde yer alabilecek iş gücüne duyulan ihtiyaç, nüfus-ulusal güç arasında kurulan ilişki ile birleşince nüfusun nicelik ve nitelik yönünden artması istenmiştir. Bu durumda öjeni bu artışı sağlayacak ve milli kalkınmayı, modernleşmeyi gerçekleştirebilecek "araç" olarak karşımıza çıkmıştır. Spor ve beden terbiyesi ise bu noktada nüfusu nicelik ve nitelik yönünde arttırmanın kısacası olumlu öjeni politikalarının yürütüldüğü başlıca alan olarak ortaya çıkmaktadır.
Spor ve beden terbiyesi 1930- 1945 arası dönemde, devlet denetimi altında gerçekleşen, devletin kendi rejimine uygun bireyler yetiştirmek amacı ile kullandığı olgular olarak karşımıza çıkar. Sağlıklı bir "Türk" olabilmek, aynı zamanda bedenin, ruhun ve ahlakın terbiyesi ile yakından ilişkilendirilmiş, spor ve beden terbiyesi bireyin yaşamında önemli bir konuma yerleştirilmiştir. Toplumun ya da devletin rejimine uygun, onun istediği gibi bir "adam yetiştirmek" ise, bedene istenilen kalıbın verilmesi ile mümkündür. Bu çerçevede Kemalist inkılâbın rejiminin "adamı": "...güzel vücutlu, sağlam düşünceli, cesur, vakur, hakkını ve fikrini müdafaa eden, neşeli ve ciddi olmaktan ibarettir." Bu kişinin ortaya çıkabilmesi için beden terbiyesi içerisinde ahlak ve dimağ terbiyesinin de verilmesi gerekmektedir. Kısacası sağlam kafa, sağlam vücut arasında herhangi bir ayrıma gidilmemiştir. Söz konusu dönemin batılılaşma ve modernleşme çabalarına denk düştüğü bir dönem olduğu da göz önüne alındığında, bu politikaların anlamı da ortaya çıkacaktır.
Nitekim Batlılaşmayı ve muasır medeniyete ulaşmayı amaç edinen bir millet için, beden terbiyesinde devlet otoritesi fikrinin mevcut olması, "muasır medeniyetler" in safında her bakımdan üstün bir yer alabilmek azminin bir göstergesi olarak dile getirilir. Bu ise yetişmekte olan her "Türk"ün bu otorite altında yer alabilmesine bağlıdır. Zira aynı dönemde "muasır" olarak adlandırılan devletlerin de benzer politikalar izlediği görülür. Ayrıca beden terbiyesi ve spor, kolektif olarak zorunlu bir şekilde yapılması halinde rejime itaat ve bağlılığın sağlanmasında bir araç olarak kullanılmıştır. Bunun yanı sıra üretim faaliyeti içinde bulunanları spor ve beden terbiyesi mükellefi haline getirilerek iktisadi verimliliğin arttırılması hedeflenmiştir. II. Dünya Savaşı öncesi "hayatın mücadele olduğu ve sadece güçlülerin ayakta kalabileceği"ne dair bulunan düşüncenin yaygınlaşmasının ve artan militarist eğilimlerin beden terbiyesi ve spora önem verilmesinin önünü açtığı söylenebilir.
Buna göre hayatın mücadele olduğu bir yerde, üstün gelebilmek, taarruz ve müdafaa edebilmeye, kuvvetli, mukavemetli, çevik, maharetli ve zeki olmaya bağlıdır. Bu bakımdan milli müdafaanın temelini oluşturan ordulara gürbüz ve yavuz erler bulabilmek önem taşır. Hür yaşayabilmek için "esaslı ve asil" olarak tabir edilen harp etmenin gerekliliğine duyulan ihtiyaç, her an bu duruma hazırlıklı olacak şekilde teyakkuz halinde bulunmayı da beraberinde getirir. Bir bakıma beden terbiyesi ve spor, askerliğin daha "yumuşatılmış ve eğlenceli" hale getirilmiş bir versiyonudur: Gerçek savaş ve savunma gerekleri, beden eğitiminin oyun, jimnastik ve spor gibi çeşitli unsurları içinde "güle oynaya" edinilirken, gençler asker ocağına eli ayağı daha işe yatkın, duyguları daha keskin, daha kavrayışlı, döğüşken, özü ve gözü pek, her işe yararlı bir varlık halinde giderler.
Olumlu öjeni çerçevesinde ele alınabilecek beden ve spor politikalarının kadın ve erkek açısından farklı düzenlemeler öngördüğünü belirtmek gerekir. Kadın açısından bakıldığında öjeni politikaları çerçevesinde dönemin "ideal" kadını rejimin değerlerini içselleştiren ve bunları çocuklarına aktaran, spor ve beden terbiyesi mükellefiyetini yerine getiren, eğitimli, özel alanda ideal anne ve ideal eş, kamusal alanda sınırlar dâhilinde görünen, batılılaşmayı ve modernleşmeyi içselleştiren, bunun yanı sıra toplumun ahlaki ve muhafazakâr yönleri ile uyum içinde olan, itaatkâr kadındır. Buna ulaşmak için, spor ve beden terbiyesi bir araç olarak görülmüş ve kadını kamusal alanda bir yandan görünür kılarken diğer yandan denetime tabii kılınmıştır.
Kemalist rejim, kendisini bizzat, "yapıcı, kurucu ve kurtarıcı olarak" görürken "modern dünyaya uygun ancak özsel değerleri" de koruyan bir düzen oluşturmayı ve bunu devam ettirmeyi amaçlamış, bu çerçevede rejim, yaratmak istediği bu düzene uygun "kadın"a ihtiyaç duymuştur. Dolayısıyla kadın, bu noktada rejim idealleri içerisinde bir özne olmaktan ziyade, onun ideallerini simgeselleştiren bir nesne/sembol haline gelmiştir.
Kemalizm, modern olsa da, geleneksel ahlaki normları, cinsel rolleri devam ettiren bir rejim olarak karşımıza çıkmıştır. Bu noktada rejimin "kurucu babaları", "kızlarını", namus, şeref başta olmak üzere ahlaki normlar, cinsiyete özgü değerler ile çevrili bir biçimde yetiştirme yoluna gitmişlerdir. Dolayısıyla yeni düzen ataerkil iktidarın devam etmesi açısından hiçbir değişim yaratmamış olmanın yanında, "...imtiyazsız, sınıfsız toplum, eşit oldukları var sayılan yeni kocaların kardeşlik üzerinden kuracakları cemaatte" gerçekleşmiştir.
Bu çerçevede eskinin yeniyle, geleneksel ve cinsiyetçi varsayım ve kuralların, ulusçu, seküler ayrımcılıklar ve yeni toplumsal cinsiyet kalıplarıyla eklemlendiği görülür. Nitekim her ne kadar, rejimin kurucuları erkekler, kadınların kamusal alana katılmalarından, meslek sahibi olmalarından yana olsalar da, buna kamusal alanda erkeğin otoritesini tehdit etmeme sınırı çizmişler, daha ayrıntılı bakıldığında ise, tarihsel sürekliliğe dayanan biçimde ailevi, milli, içtimai değerleri benimsemiş, kendisi için değil, başkaları için yaşayan, fedakâr kadın imgesi yüceltilmişlerdir. Dolayısıyla rejim, kamusal alanda, ciddi, cinsiyetine uygun iş yaşamı içerisinde yer alan ya da böyle olmadığı takdirde cinsiyetsizleştirilmiş, meslek kadını kurgularken, özel alanda buna karşıt olarak, neşeli, alımlı, bilgili, doğurgan kadın imgesini ortaya koymuş ve bu ikisi arasında uzlaşma sağlamaya çalışarak, kendi iç çelişkisini yaratmıştır.
Bu çerçevede bu yazının temel amacı, dönemin "ideal" kadınının kurgulanışında olumlu öjeni politikalar dâhilinde ele alınabilecek spor ve beden terbiyesinin rolünü ortaya koymaktır. Aslında bu değerlendirmenin dönemin öjeni politikalarının analizinin sadece bir yönü olduğunu, evlilik, aile, nüfus ile ilgili düzenlemelerin bu kurguya etkisine yazının çerçevesinin sınırlanması anlamında yer verilmediğini belirtmek gerekir. Bu noktada özellikle dönemin mevzuatının konu ile ilgili olan kısımları olmak üzere, Beden Terbiyesi ve Spor, Spor Postası, Türk Spor gibi spor dergilerinden özellikle spor ile ilgilenen ya da bizzat sporcu kimliğine sahip kişilerin yanı sıra, Ülkü dergisinin derlenmiş spor makalelerinden ve dönemin Ana ve Türk Kadını başta olmak üzere, kadın dergilerinde bu konuyu ele alan yazılar kullanılmıştır. Böyle bir tercihte, dergilerin bir kısmının bizzat resmi kurumların yayını olması, bir kısmının ise resmi ideoloji ile oldukça örtüşmesi etkili olmuştur.
Bugünün genç kızı ve yarının annesi
Öjenik beden ve spor politikalarının kurgulamaya çalıştığı kadın modeli büyük ölçüde, rejimin temel değerleri göz önüne alınarak gerçekleştirilmiştir. Bu noktada kadın, hem modernleşme safhasında olan bir ulusu temsil etmesi bakımından belirli kalıplar içerisine sıkıştırılmaya çalışmış, hem de "anne" olması sebebiyle sağlığı ve bedeni konusunda yapılan düzenlemeler bedeninin denetim altında tutulmuştur. Bunun ilk adımı ise, kadınların topyekûn mükellefiyet sistemine dâhil edilmesi ile gerçekleşmiştir. Buna göre: "12 (dâhil) yaşından, 30(dâhil) yaşına kadar her kız ve kadın yurttaş beden terbiyesi mükellefiyetine dâhildir."
Rejimin temel amacının "ideal kadın"ı ortaya çıkarmak olduğu düşünüldüğünde, bunun ilk adımlarının genç kızlıkta atıldığı söylenebilir Bu çerçevede kız çocuk- genç kız- kadın ayrımının çok fazla yapılmadığını ve hepsinin gelecek neslin anneleri olarak görüldüğünü ve bu şekilde eğitildiğini belirtmek gerekir. Böylelikle kadın anne olmaya zorlanırken, annelik sadece doğurmakla sınırlı tutulmayıp, çocuk yetiştirmenin her safhasını da içerecek biçimde düzenlenerek, kadının çocuğuna bağımlı olması sağlanmıştır. Bu bağımlılık her ne şekilde olursa olsun kadına tüm ev işlerinin yüklenmesi ile aslında kamusal alandaki "modern kadın"ın görünüşte kalarak yerini, ev kadını ve anne olan kadına terk etmesine sebep olmuştur.
Bu kadının beden ve sağlık açısından gerekli niteliklere haiz olması "temsilcisi" olarak görüldüğü ulus, ancak bundan daha da önemlisi doğuracağı çocuk için önem taşır. Bu çerçevede kadın bedeni denetime tabii tutularak, istenilen şekle uygun hale getirilmeye çalışılmış, toplumsal cinsiyet rollerine ve öjenik uygulamalara uygun biçimde kadın bedenine çeşitli müdahalelerde bulunulmuştur
Bu çerçevede genç kızın yetiştirilmesinde fizik terbiyeye ayrı bir önem atfedilmiştir. "İdeal" bir genç kız yetiştirmek için, ahlak, karakter, terbiye ve beden terbiyesi birlikte ele alınır. Bu noktada "ideal" genç kız, davranışlarında ölçülü, doğa ile ilişki kuran, sade, "yarının anne" si olmak için yetiştirilmiş bir genç kızdır.
"...Bütün memleketi ellerine emanet edeceğimiz yarınki neslin anası ancak ve her şeyden evvel yürümesini, koşmasını, zıplamasını bilen, neşeli, dipdiri bir genç kız olabilir. O, arkasında kirli yapağı gibi bir küme dolaşık saç taşımaktan dudak ve tırnak boyamaktan nefret eder. Onun için vakitsiz gösterişlerin hiçbir manası yoktur. O yalnız ve yalnız güneşten, temiz havadan tabiatın güzelliklerinden zevk alan bir sporcudur. Ta ana oluncaya kadar onun hayatı tabii ve sade bir suretle geçer. Bir takım boş gösterişlerden nefret eden sağlam vücutlu bu genç kız tiplerini bir an önce yaratmak mecburiyetindeyiz."
Görüldüğü üzere, ideal genç kız tipi, yarının annesi olarak ele alınmış, kamusal alanda oldukça "sağlıklı" görülebilecek düzeyde tasvir edilmiştir. Sadeliğe yapılan vurguya ayrıntılı bakıldığında, aslında bir diğer "kadın modeli"nin de eleştirildiği görülür. Şöyle ki giyim ve görüntü itibariyle bakıldığında "süslü, modayı takip eden, makyaj yapan" olarak tasvir edilen kadın, modernleşmeyi yanlış anlayan ya da sadece görünüşte bunu gerçekleştiren "öteki" olarak algılanır. Bunun karşısına koyulan kadın tipi ise, "gösterişsiz", sade, ölçülü ve bedensel yeterliliğe sahip olan kadın tipidir. Dolayısıyla aslında ideal kadından beklenen, kamusal alanda spor ve beden terbiyesi faaliyetlerinde kadınsı özelliklerini bir kenara bırakarak, cinsiyetsizleştirilmiş bir sporcu kimliğine bürünmesidir.
Kadını büyük ölçüde "anne" olma vasfı üzerinden biyolojisini ön plana çıkarak kurgulayan rejim, genç kızlara da potansiyel anne olmaları üzerinden değer atfetmiştir. Buna göre, onların spor ve beden terbiyesi ile vücutlarının aldığı şekil, gelecek neslin izlerini açısından önem taşır. Bu çerçevede spor "Türk soyunu dünyaya getirecek olan genç kızların günlük meselesi" olarak ele alınırken, bu genç kızların, "Türk yurduna vereceği, çelik vücutlu sağlam, fakat iradeli nesil" hatırlatılarak, söz konusu genç kızların vücudu, gelecek açısından simgeselleştirilir.
Oldukça sık bahsedilen "Güçlü erkek/zayıf kadın" dikotomisi, kadının bedenen, ruhen geliştirilmesi gerektiğine bir temel oluştururken, aynı zamanda kadının erkeğe göre "zayıflık" sebebiyle "hafif" sporlarla uğraşmasını öne çıkaran anlayışı da beraberinde getirir. Erkek ve kadının biyolojik olarak farklı olduğu noktasından hareketle, farklı sporları yapması gerektiği yönündeki anlayış kanuni düzenlemelerde de kendisini gösterir: "kız talebelerle erkek talebeler arasında herhangi bir şekilde ferdi veya cemi spor faaliyeti"nin yapılması yasaklanır.
Bununla birlikte kadın ve erkeğin yapması gereken zorunlu hareketler aynı olsa da ihtiyari hareketlerin sadece bir bölümü kadınlar için uygun görülür. Bunlar: "tenis, eskrim, kürek ve kayak"tır. Jimnastik hareketleri arasında ise ritmik jimnastiğin bilhassa kadınların dikkatini çekeceği öne sürülür ki, bu durum aslında, arka planda müzik ile yapılan ritmik jimnastiğin, "erkeğin doğası"na uygun olmadığı ve bu şekilde erkeğe "daha sert" hareketlerin uygun görüldüğü düşüncesini, "erkeğin kadınsılaşmasından" duyulan endişeyi de göstermesi açısından da anlamlıdır.
Kimi zaman beden terbiyesi ve sporun kadında erkeklere oranla"eksik" olan kimi özellikleri tamamladığına vurgu yapılarak, spora "eksiklik giderici" bir işlev yüklenir. Bu çerçevede beden terbiyesi kadının, hayattaki görevleri tam anlamıyla yerine getirebilmesi açısından da önem taşır. Zira kadının ancak kuvvetli, cesur ve neşeli oldukça hayatta başarılı olabileceği, bunu da ancak beden terbiyesi aracılığı ile sağlayabileceği vurgulanır. Bu açıdan beden terbiyesi, kadına, sıhhat, kuvvet, nefse itimat, fedakârlık, cesaret gibi özellikleri kazandıran bir araç olarak görülür.
Kadın için faydalı görülen sporlar ise, farklılık göstermekle birlikte genel olarak, yüzme ve deniz sporları, tenis, yürüyüş, hafif atletizm ve akrobasi hareketleri, ata binmek olarak sıralanır. Ancak burada özellikle yüzme ve deniz sporlarına olan vurgunun daima daha çok olduğunu, bunda yüzme ve deniz sporu yaparken kullanılan mayonun da aslında, vücudu düzgün, çevik gösteren ve bunun yanı sıra peçe, çarşaftan kurtulan modern kadın imgesine denk düştüğünü belirtmek gerekir Kadınlara "sinirlerinin zayıf" oldukları kabulüne dayanarak müsabakadan kaçınmaları gerektiğine yönelik vurgular da dikkat çeken bir başka noktadır. Kısacası kadın spor yapmalı, bedenini göstermeli, ancak mücadele ve rekabet etme sahasını erkeklere bırakmalıdır.
Dönemin tasarruf ve milli iktisat anlayışına uygun olarak, kadının yerli malı ve tasarruf kullanmasının bir iz düşümü olarak görülecek biçimde, günlük yaşamın bir parçası haline getirilmeye çalışılan spor ve beden terbiyesinin, özellikle "basit" aletlerle yapılabileceğine dolayısıyla fazla para ve zaman gerektirmediğine vurgu yapılır. Bu çerçevede, baston ya da halatla veya aletsiz jimnastik uygulamalarının nasıl yapılacağına da yer verilir.
Spor ve ahlaki denetime tabi kadın
Kadının spor yaparken, belirli davranışlardan kaçınmasının gerekliliği çoğu zaman dile getirilerek, kadın bedeni ve davranışı denetim altına alınır. Bunun başında kadının spor yaparken, "cinsiyetine özgü" rollerini unutmaması gelir. Yani kadın "kadınlığından ödün vermeden" spor yapmalıdır. Bu noktada, nasıl erkeğe "kadınsı" özellikler kazandırabilecek sporlardan uzak durması telkin ediliyorsa, kadına da kendisine erkeklik hali verecek sporlardan kaçınması belirtilerek , cinsiyetler arasında ayrımın sürmesi sağlanır. Bu bağlamda kadının, "erkek sporları" ile uğraşması sonucunda, erkeğin kadın üzerindeki otoritesini kaybedebileceği korkusunun gündeme geldiği söylenebilir.
Kadın ve erkeğin birlikte spor yaptığı durumlarda erkeğin değil, kadının davranışları, giyimi kısıtlama yoluna gidilir. Kadının özellikle, erkeklerde "şehvet" uyandırabilecek özelliklerini "gizlemesi" beklenir. Böylelikle aslında kadının kadınsı özelliklerini koruması önermesinin de sorunlu olduğu gözükür. Zira kadın, "cinselliğini ön plana çıkaran bedensel özelliklerini" gizlemek zorunda bırakılır. Benzer şekilde kadının erkekle birlikte, birlikte ve omuz omuza çalışma durumu cumhuriyet döneminde sıkça "modernleşme" ve "gelişme" göstergesi olarak kullanılır, spor yaptığı durumlarda büyük ölçüde kamusal alanlarda, ahlaki kısıtlamaların çoğunun kadına yöneltildiği görülür:
"...Fakat kızlarımızın henüz emekliyen sporcu erkek arkadaşları ile birlikte çalışacakları bu yeni sahaya dudaklarının ve yüzlerinin tabii renklerini taşıyarak ve sırtlarında bol ve sade elbiseleri ile gelmeleri lazımdır. Çünkü onlar ancak yeni rejimin yetiştirdiği genç kızlığın, kabiliyet ve kudretini bilfiil göstermek suretile umumun haklı hürmet ve takdirlerini kazanabilirler."
Sporun sade bir şekilde yapılmasına bu denli vurgu yapılmasının, sınıflar arası farkları ortadan kaldırma gayesiyle gerçekleştirilmiş olduğu düşünülebilir:"Kof cevizinde kabuğu sağlamlarla birdir, fakat kırınca, kof olduğu anlaşılır." Dolayısıyla "dış görünüş"ün yanıltıcılığına karşılık, önemli olan değerleri içselleştirmektir. Bu çerçevede görünüş itibari ile sınıfsal açıdan aşağıda yer alan insanlar "değerli" olabilecekken, görünüş itibari ile sınıfsal açıdan yukarıda yer alabilenlerin aslında "değersiz" olabilecekleri vurgulanır.
Doğumu teşvik etme ve sağlıklı çocuklarla nüfusu arttırma çabasının bunlara eklemlenmesi, söz konusu beden politikalarında kadınların anneliğe hazırlanma sürecinin de önem kazanmasına sebep olur. Çocuk ölümleri ile mücadelede spor araçsal bir işleve sahip olarak görülür, şöyle ki, çocuk ölümlerini azaltmak, annelerin gürbüzleşmesine bağlanır. Nitekim nitelikli yani sağlam ve diri bir annenin çocuğunun da, verasetin etkisi dikkate alındığında, sağlam ve diri olacağı, bunun bir sonucu olarak da yurdun sağlam ve diri şahsiyetlerle dolup kudretleşeceği vurgulanır. Kısacası asker olamayan kadının, geleceğin gürbüz askerlerini yetiştirerek "yurt savunmasına" ve "yurdun kuvvetlenmesi" ne katkıda bulunmuş olur.
Kadının anne olmadan önce ve sonra "gelecek nesiller" i üreten kişiler olarak yapması gerekenler ayrıntılı bir biçimde ele alınır. Kadın, çocuğu taşınmasının yanı sıra, onu beslediği, koruduğu ve yetiştirdiği için, çocuğun ihtiyaçlarını doğru karşılanması adına bir takım hareket ve davranışların yapılmasına vurgu yapılır. Bunun yanı sıra kadın sağlığı, büyük ölçüde çocuk sağlığı ile ilişkilendirilerek, kadına, doğum öncesi ve sonrası sağlığını nasıl koruyacağına ilişkin bilgiler verilir. Sağlığı korumanın bir parçası olarak doğumdan önce beslenme ile ilgili önerilerin yanında, kaçınılması ve yapılması gereken hareketlere sıkça yer verilir. Bu noktada spor araçsal bir önem taşır. Bunun en belirgin örneği genç kızı, anneliğe hazırlama olarak bahsedilen süreçte gerçekleşir. Dolayısıyla kadının "anne" olunca "daha çok ihtiyaç" duyacağı bölgelerinin geliştirilmesine dikkat çekilir:
"Genç kızda beden hareketlerinin gayesi kadını bilhassa analık vazifesine kadir bir varlık yapmak ırkın ve güzelliğin muhafızı olarak yaşatabilmektir. Bunun için bilhassa göğsün inkışafına çalışmak, lazımdır. Ondan sonra diaphragme ve karın adaleleri gelir."
Kadının spor yapması, bedenlerini sahalarda göstermesi, dolayısıyla modern kadınlığın seyredilebilir hale gelmesi, bir bakıma kadının elde ettiği hakların karşılığını göstermesi biçiminde algılanır. Bu çerçevede kadının "haklara layık olduğu" nu göstermesinin bir biçimi de mükemmel bedenlere sahip bir biçimde beden terbiyesi ve spor faaliyetlerin de öne çıkması olarak düşünülür.
Söz konusu konumun en simgeselleşmiş haline gelen sporcu kadınların ise eksik bir yönüne dikkat çekilir. Bu eksiklik ise, kadının "asli vazifesi" olarak görülen vazifesini tam olarak ifade etmemelerinden kaynaklanır. Zira "örnek" olarak görülen bu kadınların az çocuk doğurması ya da doğurmaması söz konusu örnek hallerine halel getirmektedir. Dolayısıyla kamusal alanda önemli pozisyonda olan kadın, devletin kendisinden beklediği en "asil" görevi yerine getirmedikçe toplumda beklenen konuma erişmekten uzaktır.
İdeal kadını kurgulamada sentez arayışı
Söz konusu idealleştirme dâhilinde kadınlar arasında ayrıma gidilir. Bu durum tipik olarak köylü/kentli kadın ayrımı çerçevesinde kendisini gösterir. Spor ve beden terbiyesi açısından hali hazırda "tarlada, bağda" çalışan köylü kadını zaten doğal olarak spor ve beden terbiyesine uygun davranmaktadır. Tek eksikliği, rejimin değerlerini içselleştirmesi gereken "kafa terbiyesi"dir. Bunun karşılık kentli kadın ve onun "modern" yaşamının kendisinin rehavete kapılmasına, ideal bedenden uzaklaşmasına neden olduğu sıkça vurgulanırken, söz konusu durumun ülkenin "imajını" kötü yönde etkilediğinin altı çizilir:
"Son zamanlarda yapılan devrimler de, Türk kadınlığı kuvvetli rol oynamış olmasına rağmen, garpta, Türk kadını için klasik tip, "bir sedir üzerine uzanmış tombul bir bebek"tir... Bunun sebeplerini ve yanlış propaganda olmuş davasını bırakalım. Birçok şehirlilerimiz gerçekten buna layıktır... "
Yukarıdaki ayrım ve karşılaştırmanın dışında, idealleştirmede başvurulan bir diğer kadın "batılı kadın" imgesidir. Modernleşmede batının hedef alındığı bir durumda söz konusu coğrafyanın simgeleri olan "kadınlar" da özellikle spor ve beden terbiyesi açısında ideal olarak görülmüş ve "Türk kadınları"nın onların ne kadar yakınında ya da uzağında olduğu tartışma konusu edilmiştir. Öyle ki, modern milletler, beden terbiyesi ve sporun önemini keşfeden ve kadını da bu işin içerisine katan milletler olarak resmedilir. Bu ülkelerde kadının, küçük yaşlardan itibaren beden terbiyesi ve spora yönlendirildiği ve bu şekilde varmak istediği yüksek hedefe ulaştığı belirtilir. Buna karşılık Türk kadını yeteri kadar spor yapmayan kadın olarak resmedilir Dolayısıyla bu spordan uzak yaşayan kadın en ufak şeylere bile direnç gösteremeyen bir kişi olarak ortaya konur.
"Ne zaman transatlantiklerin İstanbul'a boşalttığı seyyah kafilelere denk gelsem, derhal kadınlar gözüme çarpar. Canlı ve çevik adımlarla İstanbul sokaklarını karışlarlar. Yahu bu kadınlar dünyanın öbür ucundan değil de Kadıköy'den gelmişler gibi... Bizim kadınlarımız mideleri bulanmadan, yüzlerindeki pudra tabakası alçılaşmadan doğru dürüst Kadıköy'e geçemiyorlar... Bu kuvveti sporla kazanmışlardır. Daha küçük yaşta kız olsun, erkek olsun saatlerce spor yaparlar... Kadınlarımızın fazla iri olmasına rağmen direni düşük ve zayıf olmalarının sebebi ailede spor olmamasıdır."
Batının örnek gösterilmesinde, iletişim araçları da önemli ölçüde kullanılır. Bu noktada sinema, her ne kadar çeşitli nedenlerle "zararlı" görülse de, ön planda olan sinema artistlerinin yaşam içerisinde nasıl spora yer verdikleri ve yaptıkları sporların "güzelliklerine" yansımaları sıkça değinilen konular arasında yer alır. Söz konusu düşünce çerçevesinde dergilerde ünlü kadın sinema oyuncularının spor yaparken çekilen fotoğraflarına rastlanılır.
Spor-güzellik ilişkisi
Spor-güzellik arasındaki ilişki ele alınan bir diğer konudur. Nitekim güzel olmanın şartının spor yapmaktan geçtiği sık sık belirtilen konuların başında yer alır Bunun en çarpıcı örneği ise, sinema yıldızlarına benzer biçimde, güzellik yarışmasında yer alan kadınlara ilişkin yapılan değerlendirmeler de görülür.
Bu kişilerin "ideal" ya da "örnek" olarak kabul edilmesinin bir sonucu olarak, "güzelliklerini spora borçlu oldukları" kanıtlanmaya çalışılır. Örneğin Keriman Halis, "dünya güzeli" olarak seçildiğinde, aynı zamanda "ırkın, ulusunun güzelliği"ni de temsil etmekte olduğu vurgulanır. Bunun yanı sıra, Keriman Halis'in adına kupa maçı düzenlenerek, Keriman Halis, "sporcu güzel" olarak tasavvur edilir. Keriman Halis'in voleybol, tenis ve yüzme sporları ile uğraşmış olmasının, dünya güzelliğinde büyük pay sahibi olduğuna vurgu yapılır. Benzer biçimde 1930'da düzenlenen güzellik yarışmasını kazanan Mübeccel Namık'ın da güzelliği düzenli bir şekilde fizik egzersiz yapmasına bağlanır.
Güzelliğin ideal olarak algılanmasının bir uzantısı ise, kadın bedeninin yanlıca belirli ölçüler dâhilinde formda görünmesidir. Buna göre bu kalıbın ya da formun dışında olan kadın bedenleri, ideal ölçülere uygun hale getirilmeye, "homojen" bir görüntü elde edilmeye çalışılır. Bu noktada izlenen yol ise, zayıf kadınların kilo almasını, kilolu olan kadınların ise zayıflamasını sağlamaktır. Öyle ki kadının "vücut tenasübü", milletin vücut güzelliği ve beden sağlığı çerçevesinde anlam kazanır. Bu çerçevede kadın bedeninin ideal ölçülere yaklaştırmak adına değinilen bir diğer konu diyet listeleridir. Öğünler itibariyle hangi yiyeceklerin ne kadarının yenileceğini uzun bir program dâhilinde belirten bu listelerin temel amacının ise, kadınları sevindirmek olduğu, "her ne kadar ilk gün aç kalacak olsalar da zamanla buna alışarak az ve iyi yiyerek sıhhate kavuşmalarını sağlamak", olduğu belirtilir.
Değerlendirme
Söz konusu tüm bilgiler ışığında bir değerlendirme yapacak olursak, 1930-1945 arasında rejimin ideal kadını kurgularken kadın bedenine büyük ölçüde hükmetmeye çabaladığını görürüz. Dolayısıyla kamusal alanda gerçekleştirilen beden terbiyesi ve spor politikaları bu alandaki kadın idealinin ortaya konmasında da oldukça etkili olmuş, ancak cumhuriyetin kamusal alanda "özgürleşmiş kadın" söyleminin aksine, kadınların bedenleri, gelecek kaygısı, nüfusun niteliği ve modernlik açısından denetlenmiştir. Böylelikle belirli sınırlar dâhilinde tutulan, belirli kalıplara yerleştirilmeye çalışılan bir kadın ideali ortaya konmuştur.
Sonuç olarak, öjenik beden terbiyesi ve spor politikalarında kadını kurgularken en çok ön plana çıkarılan özellikler kadın vücudu ve doğurganlığı olmuştur. Bu çerçevede ideal kadın, henüz genç kızken yetiştirilen, beden, akıl ve fikir terbiyesini bir arada alan, vücut tenasübüne önem veren, sağlıklı güzel ırkı temsil eden ve bu üstün nitelikleri ile gürbüz çocuklar doğurabilecek, aynı zamanda modern Batı dünyasının güzellik ve beden anlayışına da uygun olan kadındır. (EÇ/YY)
* Elif Çağlı Işık Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde araştırma görevlisi ve İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doktora öğrencisidir.
Dipnotlar
1 "Fit" kavramının Türkçe'deki karşılığı öjenik anlamda bu terimden anlaşılanı tam olarak karşılamadığı için, "fit", "unfit", kavramları olduğu gibi bırakılmıştır. "Fit", genel olarak ruhsal, bedensel ve zihinsel açıdan istenilen tüm niteliklere haiz olmayı, bedensel açıdan belirli ölçülerde olmayı, rejimin gerektirdiği değerleri benimsemiş olmayı, fiziksel ve ruhsal açıdan sağlıklı olmayı, hatta uç noktalarda sadece belirli bir ırka mensup olmayı, dolayısıyla ideal bir durumu içerirken, "unfit "bunun tam karşıtıdır. Ancak kavramın içeriğinin sınırları oldukça muğlâk, yere ve zamana göre değişen, yoruma açık bir biçimdedir. Olumlu/olumsuz öjeni ayrımı ise tanımdan yola çıkarak şu şekildedir: olumlu öjeni, "fit" olarak görülenlerin çoğalmasını teşvik eden, olumsuz öjeni de "unfit" olanların çoğalmalarının önüne geçen uygulamalardır.
2 Şükrü Hazım Tiner, "Eugenik Bahsine Umumi Bir Bakış", Yedinci Milli Türk Tıb Kurultayı, İstanbul Kader Basımevi, Ankara 1938, s. 31. Söz konusu dönemde nüfus artış oranına baktığımızda 1935'te 16.158 olan nüfus miktarının, 1940'ta 17.821 olduğu, 1945'te ise bu oranın 18.790 olduğu görülür. Söz konusu bilgi için bkz: Yaşar Semiz, "1923-1950 Döneminde Türkiye'de Nüfusu Arttırma Gayretleri ve Mecburi Evlendirme Kanunu (Bekârlık Vergisi), Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sayı 27, Bahar 2010, s. 466
3 Zeki Ragıp Yalım, Spor- Sağlık- Kültür, Cumhuriyet Halk Partisi Yayını, Konferanslar seri:1, Kitap:8, Ankara Halkevi, 1938, s.8
4 Şükrü Kaya, "3530 sayılı Beden Terbiyesi Kanunun Müzakere Zabıtları", 1938, Beden Terbiyesi Mevzuatı, der. Nafiz Ergeneli Nuri Tuna, Ankara, Aleaaddin Kıral Basımevi, 1941, s.5
5 Cemal Alpman, "Cumhuriyet Türkiyesinde Beden Terbiyesinin Değeri",Ülkü Dergisi 1933-1950 Seçilmiş Spor Makaleleri, yayına hazırlayan Suat Karaküçük, Ankara 1993, s. 9
6 Cemal Alpman, a.g.e, s. 8-9
7 H. Bahri Özdemir, "Spordan Maksat - Gaye", Beden Terbiyesi ve Spor, Alaeddin Kıral Basımevi, Ankara, sayı 2, 1939 s. 45
8 Cemal Alpman, a.g.e, s. 12
9 Nükhet Sirman, "Kadınların Milliyeti", Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Milliyetçilik, ed.Tanıl Bora, cilt IV, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008, s. 238
10 Söz konusu değerlendirmeler için bkz: Fatmagül Berktay, "Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Feminizm", Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cumhuriyet'e Devreden Düşünce Mirası Tanzimat ve Meşruiyetin Birikmi, der Tanıl Bora, Murat Gültekingil, cilt I, İstanbul, 2009, s. 353-357
11 Yorum için bkz: Ayşe Saktanber, " Kemalist Kadın Hakları Söylemi", ", Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Kemalizm, der Ahmet İnsel, cilt II, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 331
12 3530 sayılı kanunun 4 üncü ve nizamnamesinin 9 uncu maddelerinde yazılı beden terbiyesi ve spor mükellefiyeti hakkında kararname, madde 1, 1940, Beden Terbiyesi Mevzuatı, der. Nafiz Ergeneli, Nuri Tuna, Alâeddin Kıral Basımevi, Ankara, 1941, s.60
13 Feliha Sedat Oksal, Genç Kız Yetişirken, Marifet Basımevi, İstanbul, 1940, s.92
14 K.İ.Kanok," Kızlarımız ve Spor",Spor Postası, Sayı 64, 1935, s.2
15 Ankaralı, "Ben Bu Ay Neler Gördüm?", Ana, sayı 17, cilt 2, Haziran 1939, s.23
16 "Maarif Vekâleti Okulların Spor Yurdları Talimatnamesi", madde 18,Beden Terbiyesi Mevzuatı, der. Nafiz Ergeneli, Nuri Tuna, Alâeddin Kıral Basımevi, Ankara, 1941, s.606
17 Mecburi hareketler ise 22. maddede şu şekildedir: atletizm, hendbol, voleybol, basketbol (3'nden biri), yüzme, yürüyüş, izcilik, müsait iklimde dağcılık ve kayakçılık. Bilgi için bkz: Maarif Vekâleti Okulların Spor Yurdları Talimatnamesi" madde 22, 1941 Beden Terbiyesi Mevzuatı, der. Nafiz Ergeneli, Nuri Tuna, Alâeddin Kıral Basımevi, Ankara, 1941, s.607
18 Maarif Vekâleti Okulların Spor Yurdları Talimatnamesi" madde 22, 1941,Beden Terbiyesi Mevzuatı, der. Nafiz Ergeneli, Nuri Tuna, Alâeddin Kıral Basımevi, Ankara, 1941, s.607
19 Nüzhet Baba, "Halk evlerimizde Sporun Yeni Veçhesi", Ülkü Dergisi 1933-1950 Seçilmiş Spor Makaleleri, der. Suat Karaküçük, Ankara 1993, s.68
20 Jale Taylan, "Kızların Yaş Tekâmülüne Göre Beden Terbiyesi'nin Metodik Tertibi", Beden Terbiyesi ve Spor, Alâeddin Kıral Basımevi, Ankara, sayı:28, 1941, s.11
21 Nüzhet Baba, a.g.e, s.12
22 "Bastonla Jimnastik", Ev Kadın, sayı 5, Ağustos 1945, s. 13
23 Nüzhet Baba, a.g.e, s. 11
24 K.İ, "Genç Kızlarımız ve Spor",Spor Postası, sene 1, sayı:37, 22 İlkkanun 1934, s. 1
25 Mübeccel Hüsamettin, a.g.e, s.7
26 Fuat Pura, "Kadınlar İçin Günlük Jimnastik", Beden Terbiyesi ve Spor, Alâeddin Kıral Basımevi, Ankara, sayı:2, Şubat 1939, s.26
27 Anne Olması Yaklaşan Kadın", Türk Kadını, cilt 1, sayı 1, Mart 1944, s
28 İclal Ataer, "Sağlam Çocuk Yetiştirelim", Ev Kadın, sayı 1, 23 Nisan 1945, s. 6 ve 23
29 Feliha Sedat Oksal, s.101-102
30 Yiğit Akın, Gürbüz ve Yavuz Evlatlar Erken Cumhuriyet Döneminde Beden Terbiyesi ve Spor, İletişim Yayınları, İstanbul 2004, s. 118
31 Zehra Cemal,"Halkevinde Kış Sporları", Ülkü Dergisi 1933-1950 Seçilmiş Spor Makaleleri, der. Suat Karaküçük, Ankara 1993, s.117
32 Fuat Pura, a.g.e, s. 26
33 Fuat Pura, a.g.e, s.26
34 Nusret Safa Coşkun, "Kadınlarımız ve Spor" , Spor Postası, Sene 1, Sayı 56, 1934, s.13
35 Sinema, mekânsal olarak sporun idealleri ile uyumsuzluk içerisinde algılanır. Buna göre sinema salonları " zehirleyici ve asabı uyuşturan", bir yer olarak gösterilir. Buna karşılık, spor alanları, "sıhhat, neşe ve saadet fışkıran güneşin yıkadığı " yerler olarak gösterilir. Söz konusu değerlendirme için bkz: K.İ, a.g.e, s. 1Benzer biçimde, sinemayı sıhhat ve gençlik tuzağı olarak nitelendiren Oksal, açık havaya vurgusunu, romantik öğelerle bezeyerek, kırların gençlik, güzellik, iyilik kaynağı halde hem ruha hem de vücuda iyilik yapmak için genç kızları beklediğini belirtir. Söz konusu görüş için bkz: Feliha Sedat Oksal, a.g.e, s. 99
36 "Sporcu Güzel Keriman Halis İzmirdeki Futbol Maçından Sonra Diyor ki:", Türk Spor, sene 4, no 10-163, 1932, s. 4-5
37 Yiğit Akın, a.g.e, s.120
38 Yiğit Akın, a .g.e, s.120
39 R.İ.E, "Dünün ve Bugünün Kadın Tenasübü", Ana, sayı 17, cilt 2, Haziran 1939, s. 4-5
40 "Haftalık Zayıflama Rejimi", Ev Kadın, sayı 5, Ağustos 1945, s. 24
* Bu yazı Toplumsal Tarih dergisinin Aralık 2011 tarihli 216. sayısında yayımlanmıştır.
Toplumsal Tarih'in 216. sayısında yayımlanan makalelerden bazıları: Darwinizmden ateizme, Zafer Toprak; Nizâmnâme-i Millet-i Ermeniyân anayasa mıydı?, Aylin Koçunyan; Türkiye'deki ders kitaplarında Rus imajı, Nil Türker Tekin; Camondo anıtmezarı bir "hafıza mekânı" olabilecek mi?, Nora Şeni...