24 Haziran’da adı erken, ama gerçekte muhalefeti hazırlıksız yakalamak için baskın olan milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. Baskın seçim kararı alınmasının bir diğer nedeni de iktidarın gerek ekonomik ve gerekse dış politikadaki sorunlardan dolayı bir sıkışmışlık içinde olmasıdır.
Değiştirilen anayasa maddelerine göre adı cumhurbaşkanlığı ama içeriği başkanlık olan bir sistem gelmekte. Bu seçimi diğer tüm seçimlerden ayıran temel özellik, işte bu içerikte saklı. Türkiye’nin kurumlarında ve sistem mantığında az buçuk bulunan demokrasi pencereleri, Erdoğan iktidarı boyunca kapatılmakta. Işığımız ve havamız kesiliyor. İşte bu seçim son darbeyi indirme seçimidir! Hak ve adaletin kendisi yok biliyoruz da adının dahi anılamayacağı bir sistem yoluyla hayatlarımız hücrelere tıkılacak.
Şimdi son dönemeçteyiz! Bir toplum, bir birey olarak nasıl yaşayacağımızın son dönemeci. Elbette hayat devam edecek. Ama sorun, hayatımız hücrede mi devam edecek yoksa hücre dışında kalarak mevcut şu zalim gidişatı durdurma ihtimaline sahip olarak mı?
Seçimde doğru tavır almak, seçimin anlamını doğru bilmekten geçer.
Hayat insanın karşısına kimi zaman ikilemleri dayatır. İkilemin dışında bir yığın seçenek bulunabilir. Fakat ikilemi ikilem yapan şey, bütün o seçenek gibi görünen faktörlerin nihayetinde bu ikileme hizmet etmesidir. Dolayısıyla siyasetin böylesi momentlerinde seçenek gibi gözüken yollar, birer yanılsamadır! Özellikle siyaset gibi karmaşık ve çok denklemli bir alanda, ideolojinin ve hatta siyasal kimliğin nerede ve nasıl kullanılıp kullanılmayacağı, amacın doğru saptanmasıyla doğrudan ilgilidir. Burada reel olan optimali bulmaktır.
Seçimde benim amacım Erdoğan iktidarına son vermektir! Bunun için seçimde yapılacak işlem çok basit: Erdoğan’a oy vermemek ve karşısında her kim varsa ona oy vermektir! Bu seçimin temel siyasal kodu, nasıl bir cumhurbaşkanı seçeceğiz değil, Erdoğan’ı seçtirmeyeceğiz sorunudur!
Mesele Erdoğan’ı başkan yaptırmamak olunca, bu stratejinin içerisinde ideolojiye yer olmaz! Uzun zamandır boğulmaya doğru cebren ve hile ile yol aldırıldığımız şu günlerde, bu gidişe dur demenin tek bir yolu var: Bizi boğacak olana, bizim bedenlerimiz üzerinden iktidar devşirecek olana bu fırsatı vermemek!
Bu seçime Erdoğan despotizmine karşı demokratik bir seçenek üretilmelidir açısından bakmak, yanılgıdır! Çünkü Erdoğan karşısındaki adaylar için bu kez eline metre ve makası alarak demokrasi terzisi kesilenlerin hengamesinde “atı alan Üsküdar’ı geçmiş” olacak. Ayrıca belirteyim ki, Erdoğan’ı başkan yaptırmamak zaten nesnel olarak demokratik bir adımdır. Ve bu noktada hiç değilse tahrip edilmiş birçok kurumu onarmanın, özellikle yargıdaki vahametin önüne geçmenin ve despotizmin toplumda yarattığı korku ortamının önüne geçme imkânı doğacak. Yeri gelmişken belirteyim; bu iktidar öyle fütursuz, öyle kinci ve çıkarları için öyle tahripkâr ki, bu ülkenin yüz akı olan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini ve onlara bağlı Çapa ve Cerrahpaşa Hastanelerini boğmaya çalıştı, boğamayınca şimdi de Fakülteyi parçalayarak kıymeti kendinden menkul üniversitelere bağlamaya çalışıyor! Erdoğan’ı seçtirmemek için yüzlerce neden var! Kim hangi nedenle hareket ediyorsa etsin, herkesin nedeni kendine, ama sonucu hepimize olmalı. Bunun yolunun ideolojilerden, siyasal konumlardan, vaazlardan, uzun boylu siyasal tahlillerden, particilikten değil, mührün nereye basılacağı tavrından geçiyor!
Mührün nereye basılacağı tavrı kadar, oyların korunması ve sahteciliğin önüne geçilmesi de aynı derecede önemli. Anayasa referandumunda neler yaşandı gördük ve sonrasında Erdoğan’ın iktidarını korumak için neleri göze aldığını da tahmin etmek güç olmasa gerek. Muhalefetin ikinci turda bir aday üzerinde uzlaşmaması demek, zaten seçimin kaybedilmesi demektir ve aynı zamanda sandıkların sahipsiz bırakılması demektir. Muhalefet partilerinden hiçbiri Türkiye ölçeğinde sandıkları kontrol etme imkanına sahip değil. Yeni seçim yasasıyla seçmenin sandıklara dağılımı, mühürsüz oyların geçerliliği, sandık kurulları düzenlemesi gibi konularda iktidar kendi lehine düzenlemeler yaparak, seçim özgürlüğünü ve şeffaflığını kısıtlayıcı tedbirler aldı. İktidarın bu saldırganlığının karşısında muhalefetin tek tek durmasının pek bir esamisi yok! Bu günler dayanışmanın ve birlikte tavır almanın günleridir. Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin suratının asılacağı tek konu budur!
Somut ifade edelim: Diyelim ki, Abdullah Gül uzlaşılan aday. Doğu’da genel olarak sandıkları HDP’liler gözetmeye çalışacak. Bu ne demektir; Abdullah Gül’e verilecek oyları HDP’li ve hatta bir kısım muhafazakâr Kürtler koruyacak. Türkiye’nin geri kalan kısmında CHP, İyi Parti, Saadet Partisi hep birlikte Gül’ün oylarını koruyacak. Muhalefet sandıklara genel olarak ancak böyle hâkim olabilir. Peki il seçim kurullarında ve YSK’da ne olacak? Sağdan Abdullah Gül veya bir başkası olduğunda, konuyla ilgili bürokrasi ne olur ne olmaz diye artık rahat davranamayacak, hatta sahtekarlığa tevessül edilmesi halinde içerden bir bölünme yaşanabilecek vb.
Baskın seçimle muhalefeti hazırlıksız yakalamayı ve özellikle İyi Parti’yi seçim dışı bırakmayı hesaplamış olan Devlet ve Erdoğan ittifakı, CHP’nin İyi Parti’ye 15 milletvekili vererek bu oyunu bozması karşısında far görmüş tavşan şaşkınlığına düştüler. CHP’nin bu taktiğinin olumlu tepki görmesinin nedeni, muktedirlerin karşısında bir dayanışma ve direniş oluşturmasındandır. İşte seçimlerdeki örgünün ilmeği!
CHP’li Muharrem İnce’nin Gül ile Erdoğan arasında tercihim Erdoğan’dan yanadır şeklindeki açıklaması yersiz ve yanlıştır. Buna benzer birtakım olumsuz beyanatlar veriliyor ki, olmasa iyidir ama olabiliyor. Fakat CHP yönetiminin aklı selim davranmaya devam etmesi, Meral Akşener’in ikinci turda hangi aday daha çok oy alıyorsa onun lehine çekileceğini beyan etmesi, Temel Karamollaoğlu’nun açıklamaları olumlu gelişmelerdir. Özellikle HDP sözcüsü Ayhan Bilgen’in yaklaşımları sevindiricidir.
İnsanlarda bir umut, iktidarda bir telaş ve muhalefetin elinde bir çuval incir var!
Demek ki falan aday olursa ben oy vermem, filan adayın geçmişi şöyleydi, sol aday çıkarmalı, sağ adaya oy vermem, sol adaya oy vermem, Kürtleri gözüm görmesin, Kürdü gözüm görmesin diyeni de ben görmem…
Sonra… (HŞ/HK)