Şarkıcı Alpay, konseri sırasında, "Sıradaki şarkım, devlet tarafından zalimce katledilen insanlara gelsin" dedi ve hakkında soruşturma başlatıldı; sosyal medyada geniş yankısı oldu.
Bu soruşturmanın, Alpay'a 'bahşedildiğini' düşünüyorum. Öyle ya, hayatında belki de ilk kez muhalif olmanın ne menem bir şey olduğunu yaşayarak görecek. Arkasında durur mu durmaz mı, o kendisinin meselesi artık.
Baskıcı iktidarlar, toplumda ciddi kırılmalara yol açsa da tamamen teslim almayı başaramaz.
Bazen geriletir veya tökezletir ama vadettiğimiz yaşama sıkı sıkı sarıldığımızda, durdurması mümkün olmaz.
Türkiye tarihi, deyim yerindeyse tam bir baskı ve teslim alma tarihidir de. AKP hükümeti, bu tarihe sahip çıkıyor, baskı ve şiddetin boyutunu yer yer değiştirerek. Direnmenin de pek çok türü var ki her şeye rağmen sürüyor ve sürdükçe kazandırıyor.
Sanatçının sanat ve söz hakkı
Halkların sanatçısı olduğu iddiasıyla yola çıkanların, tam da bugün, iktidarın yaydığı zehre panzehir olması beklenir. Eğer sanatçı kimliğimize sahip çıkmak istiyorsak, onun hayatın gerçeğine dokunduğunu bilmeliyiz.
Sanatçı niteliği gereği bazı gelişmeleri öngörebildiği gibi, yaşanmış güncel olaylarla ilgili söz hakkına da sahiptir.
Bu hakkı kullanmaktan çekinmeyin zira bu hak, zaten sanatın temel ilkelerinden.
Yani sanatçıdan güncel, duyarlı olmalarını beklemek, sadece onların popüler bir alanı temsil etmesinden değil, sanatçının üstlenmiş olduğu görevinden, ilkelerinden; yaşama, dünyaya dönük açık algılarından ileri geliyor.
Dolayısıyla "sanatçı sanatını yapmalıdır" şeklinde dayatılan söylem, sanat ve sanatçıyı işlevsizleştirmeyi hedefliyor ki bu tuzağa düşenlerin sayısı ne yazık ki ülkemizde az değil. Zaten bunun bir önü arkası da yok; çünkü cezaevinde sanatını yaptığı için tutuklu tiyatrocu dahi var.
Yani mesele 'sanatınızı yapmak' da değil; hangi düzlemde, neden yaptığınız da belirleyici oluyor.
Halk da sanatçıyı besliyor
Yoksulluğun, zulmün derinleşmesi ve artık birden fazla tabakaya nüfuz etmesi, mücadele yöntemlerini, birlikteliklerini de geliştirdi.
Demokrasi mücadelemizde en ciddi kazanımın da kadın mücadelesi olduğunu görmeliyiz. Kürt kentleri de her şeye rağmen örgütlülüğünü hiç kaybetmedi. Katliamlara, birçok başlıkta asimilasyon politikalarına rağmen dik durmayı başardı. Çok zaman geçmedi; vahşet bodrumlarında direnenlerin, katledilenlerin sesleri hâlâ yankılanıyor. Kürt halkı, bunu tek başına bir yasa değil, öfkeye; mücadeleye dönüştürdü.
Sanatçılara, siyasetçilere çoğu zaman 'toplumun öncüleri' denilse de, Kürt halkı, refleksleriyle, direngenliğiyle her zaman önümüzdeydi aslında. Sanatımızla bu umudu beslemeye çalışırken, halkın umut vadeden pratiği de sanatımızı besledi.
Halkın sanatçısı, yargılanmaktan korkmaz. Karanlığın hüküm sürdüğü bu düzende hakkımızda soruşturma da açılır dava da.
Sevgili dostumuz Ahmet Kaya'yı, o ünlü sözünü hatırlatarak anmak isterim: "Bu ülkede başı belada olmayan sanatçıya sanatçı demem!" Ahmet'in sözünün bugün daha çok anlamı var çünkü diktatörlük var! Sanatçı; sesiyle, bedeniyle, mimiğiyle, çizimiyle; yani yine kendisiyle diktatörlüğe itiraz etmeyi bilmeli.
Susandan, durandan sanatçı olur mu?
İktidarla ters düşen her söyleminiz için artık "hakaret" veya "propaganda"dan dava açılıyor ve bununla da yetinmeyip, daha çok ceza vermenin formüllerini arıyorlar. Mevcut iktidarın hukukla ilişkisi, onu bütün evrensel anlam ve metotlarından ayırmaktan ve kendisi gibi düşünmeyeni, yaşamayanı cezalandırmaktan ibaret. Önemli olan, sanatçının, özgür ve özgün duruşunu koruyarak, direngenlikte ısrar etmesi. Bu, hayatınızı zorlayabilir. Ama kolay olan ne ki? İlkesinden, toplumundan vazgeçenden sanatçı mı olur sahiden?
Eğer sanatçıysan, bundan daha zoru mu var? (FT/PT)