Kapitalist tüketim kültürünün moda ve kozmetik sektörü üzerinden “normalleştirdiği” beden algısı, engelli bedenlerine yönelik sistematik bir saldırı rejimi olarak işlemektedir.
Mevcut estetik kültürü, yalnızca “güzellik/güzel görünme” arzusunun değil, aynı zamanda normatif bir beden siyasetine tabi olmanın göstergesi hâline getirilmiş durumdadır. Gittikçe büyüyen bir sektör olarak bedenin şekillendirilmesine yönelik “estetik müdahaleler” sağlıklı olma arayışını geçmiş, hatta sağlığı ve yaşam hakkını tehdit eder boyuta ulaşmıştır.
Bu müdahalelerin; toplumsal cinsiyet, yaş, ırk ve özellikle de engellilik ekseninde kurulan normatif yapının yeniden üretildiği bir zemini temsil ettiğini ifade edebiliriz.
Bu bağlamda “es-tetikçilik” olarak adlandırabileceğimiz bu eğilim, bireylerin bedenlerini piyasa güdümlü estetik ideallere göre biçimlendirmeye zorlayan, derinlemesine düşünüldüğünde politik bir tahakküm biçimi olarak ortaya çıkmış durumdadır. Özellikle engelli bireyler için bu normların dayatılmasının, engellilere yönelik ayrımcılığı daha da sistematikleştirdiği bilinmelidir.
Engelli ve yaşlı bedenleri daha görünmez, arzulanmaz ve değersiz kılan bu egemen yaklaşım, bir ayrımcılık türü olan sağlamcılığın tezahürleridir. Sağlamcılık (ableism) rejiminin estetik alandaki yansıması olan ve doğrudan bir dehumanizasyon süreci işleten bu tezahürler, engelli yaşam alanlarını daraltan bir etkiyi açığa çıkarmaktadır.
Estetik müdahalelerin çeşitliliği ve yaygınlığı dikkate alındığında, bu alandaki baskının sistematik niteliği daha net ortaya çıkar. Saç ekimi, dudak dolgusu, çene küçültme, burun estetiği, meme dikleştirme, karın germe, kalça büyütme (BBL), liposuction, lazerle ten rengi açma ve birçok anti-aging müdahaleleri içeren işlemler, sadece güzellik arzusu değil, normatif bedensellik baskısının sonucudur.
Engelliliğin ise bu normatif sistemin dışlayıcı mantığında “aşılması gereken bir kusur” olarak konumlanması, bireyi yalnızca estetik olarak değil; etik olarak da, hak sahibi bir yurttaş olarak da değersizleştirmektedir. Tıbbi, homofobik, cinsiyetçi ve ırkçı ideolojik eğilimleri de barındıran bu durum; engelliliği, biyomedikal müdahale ile “düzeltilecek” bir sapma gibi gösterir; dolayısıyla engelli birey de ancak dönüştürülerek kabul edilebilir hâle gelir.
Bu es-tetikçi rejimin bedensel özerklik ve sağlık açısından yarattığı riskler de azımsanamaz. Anoreksiya riskinin ve bu nedenle ölümlü vakaların yayılması, es-tetikçiliğin bir sonucudur. Yine, Brezilya Kalça Kaldırma (BBL) ameliyatları es-tetikçi cerrahi müdahaleler arasında en yüksek ölümle sonuçlanan vakalara sahiptir.
Saç ekimi ve diğer estetikçi müdahalelerin ölümlü, yaralanmalı vaka sonuçları giderek artmaktadır. Bu örnekler, estetik müdahalelerin sadece kozmetik değil, etik ve politik bir mesele olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Engelli bireyler bu ortamda yalnızca fiziksel değil, varoluşsal bir baskı altına alınmakta; “norm dışı” bedenleri sistematik olarak dışlanmakta ve “tedavi” edilmesi gereken nesneler hâline getirilmektedir. Es-tetikçilik bu anlamda, engelli bedenin hem yok sayılması hem de “yeniden inşa” edilmesi dayatmasıyla işleyen ikili bir baskı rejimi olarak görülmelidir.
Bu baskı rejimine karşı geliştirilecek etik perspektif, bedensel çeşitliliği patolojikleştirmeyen ve bireyin olduğu haliyle görünür olma hakkını esas alan bir anlayışı gerektirmektedir. Engelli bireylerin estetik normlara uymak zorunda kalmadan, olduğu haliyle toplumsal kabul görmesi yalnızca bireysel değil, yapısal bir dönüşümü zorunlu kılar.
Medya temsillerinden sağlık politikalarına, eğitimden şehir planlamasına kadar her alanda beden çeşitliliğinin ve engellilik deneyiminin onurlandırılması bu dönüşümün ön koşuludur. Birçok engellinin destekleyici teknolojiler aracılığıyla özgürleştiği bu dönemde bedene yönelik bu es-tetikçi saldırı, özgürlük alanlarını daraltmaktadır.
Es-tetikçi "norm-al güzellik" algısı, toplumda sadece görünüm üzerinden bir norm koymakla kalmaz; aynı zamanda bu normlara uymayan bireyleri sosyal, psikolojik ve yapısal dışlanmaya maruz bırakır. Engelli bireyler bu durumdan en çok etkilenen gruplar arasındadır. Es-tetikçilik ve her karşılaşmada yöneltilen “bezdirici merhamet soruları” birçok haksızlığa yol açar:
- İşitme cihazı kullanan engelliler, çoğu zaman "yaşlı", "eksik", "hasta" gibi algılarla yaftalanmamak için cihazlarını saçla veya şapkayla gizlemeye çalışmakta; bu durum, cihazın etkin kullanılmamasına ve iletişim zorluklarına yol açmaktadır.
- Az gören bireyler veya yaşlanma etkisiyle gözlüğe ihtiyacı olan bireyler, gözlüğün “çirkin gösterdiği” düşüncesiyle gözlük kullanmaktan kaçınmakta; bu da hem sağlıklarını hem de akademik/mesleki performanslarını olumsuz etkilemektedir.
- Protez kullanan engelliler, toplumun “doğal görünüm” beklentisi nedeniyle yaz aylarında dahi uzun kıyafetler giymekte ya da protez yerine mobiliteden feragat etmektedir.
- Ortopedik engellilerin önemli bir bölümü, toplumda “daha az engelli gibi görünmek” adına koltuk değneğiyle daha çok zorlanarak hareket etmeyi; bazen daha konforlu olan tekerlekli sandalyeye tercih etmektedir.
- Diyalize giren ya da kalp pili taşıyan engelliler, toplumun “sağlıklı görünmelisin” baskısı nedeniyle sağlık durumlarını gizleyerek riskli davranışlara girebilmekte, bu da hayati olumsuz sonuçlara neden olabilmektedir.
- Yara izleri, yanık izleri, doğum lekeleri gibi görünüm farklılıklarının makyajla gizlenmesi gibi bir durum dayatılmaktadır. Deri rengi farklılıklarına sahip bireyler, “kusurlu” görünmemek için sürekli makyaj veya giysiyle bunları kapatma baskısı altındadır. Bu psikolojik yük, özgüven ve özsaygılarını olumsuz etkilemektedir. Bu kapsamda, cilt rengi farklılığı estetikçi normlara uymadığı için albinolar dış görünüşlerinden ötürü toplumda alay, uzaklaşma veya damgalanma gibi dışlayıcı tutumlarla karşılaşabilmektedir.
- Görünür bir fiziksel farklılık göstermeyen (epilepsi, kronik ağrı, öğrenme güçlüğü gibi) engelliler, “normal görünüyorsun, engelli değilsin” gibi ifadelerle haklarına erişememekte veya gerekli sosyo-psikolojik ve eko-politik destek ve hizmetlerden mahrum kalmaktadır.
- Down sendromlu bireylerin “çocuk gibi sevimli” estetiğine sıkıştırılması da yine bir es-tetikçi eğilimdir. Down sendromluları yalnızca “sevimli” ya da “çocuk ruhlu” olarak görerek, bireyselliklerini, yetişkinlik haklarını ve özerkliklerini görmezden gelen bu es-tetikçilik çok yaygındır.
- Engelli olsun olmasın birçok birey, “ameliyat izi kalacak” kaygısıyla sağlığı için yapması gereken operasyonları es-tetikçilik etkisiyle ertelemekte veya ameliyat sonrası uzun süre toplum içine çıkmamaktadır.
Bu sağlamcı ve estetikçi vakalarda sorun engellilik değil, “normal” estetiğe saplantılı ve dışlayıcı zihniyettir. Bu yapıyı dönüştürmek ise ancak görünürlük, kapsayıcılık ve bilinçlenmeyle mümkündür.
Sonuç olarak, es-tetikçilik yalnızca bireysel tercihlere indirgenemeyecek kadar politik, yaygın ve yapısaldır. Özellikle engellilik perspektifinden bakıldığında, bu kültürün yeniden ürettiği normlar yalnızca bir beden politikası değil; insanlık statüsünü belirleyen dışlayıcı bir toplumsal rejimdir. Bu nedenle, dayatılan estetik normlara karşı direnç; yalnızca güzellik “idealine” değil, aynı zamanda sağlamcılığa ve onun doğrudan dışladığı yaşam biçimlerine yönelik etik bir karşı duruş olacaktır.
(SO/HA)







