Görsel: Pinterest
Bugün de bahçedeydim. Rengarenk çiçeklere baktım. Kokladım. Fotoğrafladım onlarca...
Ektiğim beyaz papatyalarla konuştum. Öyle büyümüşler ki, görmelisin!
Çocukken yaptığım gibi, papatyaların yapraklarını kopardım birer birer. "Seviyor, sevmiyor" diyemedim... Uzun uzun ne desem, diye düşündüm. Aklıma gelmedi uygun bir şey!
Sanki silinip süpürülmüştü seviye dair bütün imgeler, metaforlar...
Neyse, sonunda "düşünüyor, düşünmüyor" diye kopardım... Yaprakların sayısı öyle çoktu ki, yoruldum. Sözcükler, monoton tekerleme gibi devrildi ağzımda. (Oysa çocukken hiç yorulmadan kerelerce "seviyor, sevmiyor" derdik.)
En sona ne mi kaldı? Boş ver, be canım; cevabı bende kalsın!
Hem "kaderim" papatya yaprağına kaldıysa; ne yazık bana...
İşte o işlemi yaparken bir başka papatyanın yaprağında minicik bir uğurböceği ilişti gözüme. Dünyalar benim oldu! Böcek, yaprağı kendisine mekan edinmişti. Hiç uçası gelmiyordu.
Tembel ve uyuşuktu. Baktım, inceledim uzun uzun. Küçük bir bebeği sever gibi onunla da konuştum bir süre. Onun uçmasını bekledim, ama uçmaya hiç niyeti yoktu.
Ben öyle mırıldanır gibi konuştuğum esnada, bir ses duydum. Başımı kaldırıp baktım. Bir de ne göreyim; yine bizimkiler; ziyaretime gelmişler!
Bu iki güzel mi güzel ceylan; karşımda durmuş ve dik dik beni izliyordu. Bir sürprize uğramış gibi de değillerdi hani!
Ben de kocaman bir tebessümle onları izlemeye koyuldum. Onların o narin, o sevimli hallerinden ayıramadım gözlerimi. Gidip sarılasım geldi, ama nafile. Onları, hayranlıkla izlemekle yetinebildim.
Ceylanlar kuyruklarını ve kulaklarını hafif hafif oynatıyorlardı. O incecik bacaklarının üzerinde dururlarken; biraz ürkek, biraz temkinli, biraz da cesurlardı.
Bir elimde buket; bir elimlen de telefonuma yeltendim; fotoğraflamak için, ama benim hareketlenmiş olmamdan hoşlanmamış olmalılar ki yönlerini değiştirdiler. Korkmadan ve usul usul çıktılar bahçeden dışarı.
Az ilerde, çimenlerin üstünde oyun oynayan çocuklara ve güneşlenen insanlara baktım. Onların da benim gördüklerimi gördüklerinden emindim. Fakat belli ki, bir tek ben çok heyecanlanmıştım. Neden?
Aslında o denli heyecanlanmam için bir neden yoktu: neredeyse her gün mahallemde dolaşır ve koştururlar ceylanlar, tavşanlar ve tilkiler. Ve her yürüyüşe gittiğimde onların dışkısını görürüm orda burda. Ve geceleri balkonumdan ceylanların böğürtüsünü acıyarak dinlerim.
Aslında belki de acımam için bir neden yok.
Bu duygu; anaç yanımın ağır basmasından olsa gerek. (Neyse, girmeyeyim şimdi o konuya!)
Yani anlayacağın, beni yalnız bırakmıyor doğanın hayvanları; çünkü her evden dışarıya çıktığımda, mutlaka onlarla "buluşurum"!
Biliyorsun, burada kültürün, yaşamın değerli parçalarıdır doğa ve içinde yaşayan bütün hayvanlar.
Ve onlarla konuşmam bu nedenle anormal değil!
Kim bilir, belki de seninle konuşma ihtiyacımı onlarla konuşarak telafi ediyorum...
Endişelendiğini hisseder gibiyim! Merak etme canım; senin boşluğunu dolduracak halleri yok hiçbirinin...
(HK/EMK)