Ortak bir arkadaşımız vasıtasıyla, 8 yıl önce tanışıp dost olduk Antoine Agoudjian'la. Buralarda adı pek bilinmese de, vatandaşı olduğu Fransa'da hayli meşhur bir fotoğrafçıdır kendisi. Annesi Erzurum, babası ise Kütahya kökenli olan Antoine'nin dedesi de Osmanlı ordusunda komutanlık yapan bir askermiş anlattığına göre. Zaten dedesinin ve annesinin ailesinin, 1915'te başlayan kıyımda hayatta kalmasını sağlayan da bu olmuş. Antoine'ı ikinci kez Türkiye'ye getiren hâlâ üzerinde çalıştığı bir projeydi. Ermenilerin halen ya da geçmişte yaşadığı 10 ayrı ülkede çekimlerini gerçekleştirmeyi planladığı bir fotoğraf projesiydi bu.
Lübnan'dan İsrail'e, Irak'tan Gürcistan'a dek belirlediği ülkelerde, eskiden Ermenilerin yaşadığı topraklarda şu an kimler yaşıyorsa onların günlük hayatların fotoğraflıyordu. Haliyle, bu ülkelerden biri de Türkiye'ydi. Yola çıktığının ikinci günündeyken daha, Erzurum'da annesinin köyüne gittiğinde jandarma dipçikleriyle gözaltına alınıp, takip eden iki gün boyunca da kâh asker kâh polis tarafından takip edilince gerisin geriye İstanbul'a döndü korkuyla. Annesinin göç etmek zorunda kaldığı topraklarda dipçiklenirken, aile büyüklerinden dinlediği katliam öykülerinin ışığında neler hissettiğini kendisine sormak gerek. Ben başka bir hikâye anlatacağım.
Ahtamar'da
Projesinin Türkiye ayağını tamamlamak istiyordu. Korkmuştu. Gideceği bölgeleri bilen bir gazeteci olarak kendisine yardım etmemi önerince beraber yola koyulduk. Adana'dan başlayan ve iki haftadan uzun süren seyahatimizi doğu ve güneydoğuda kimi kentleri ve ilçeleri katederek Hopa üzerinden Trabzon'da noktaladığımızda neredeyse 8 bin kilometre yol yapmıştık. Van'da ilk ziyaret ettiğimiz yerlerden biri Ahtamar Adası'ydı. Daha motordan iskeleye adımımızı atar atmaz gizleyemediği bir heyecan duymaya başladı Antoine. O zamanlar harap haldeki adayla aynı adı taşıyan kilisenin önündeyken yere eğildi. Eline aldığı bir avuç toprağı koklarken, "42 yıldır sadece adını duymuştum. Şimdi toprağına dokunabiliyorum" derken gözyaşlarını tutamadı. Şaşkınlık içinde bakarken aynı anda ağzımdan refleks bir şekilde iki sözcük döküldü: "Özür dilerim."
Kampanya
Son günlerde, bu iki sözcük üzerinden kopartılan fırtına, nefret kokan ırkçılık söylemleriyle birleşince bu hikâyeyi paylaşmak elzem oldu. Herkesin bildiği üzere tartışmaları başlatan, "1915'te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felâket'e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum" şeklindeki iki cümlelik metinden ibaretti. Bir grup aydının öncülüğünde başlatılan kampanya duyurulduğu günden itibaren beklenmediğini söyleyemeyeceğimiz tepkilerle karşılaştı.
İlkin, Ermeni terörüne kurban vermiş meslektaşları adına bazı emekli büyükelçilerin başlattığı eleştirilere başbakanından muhalefet liderlerine, köşe yazarından sokaktaki vatandaşa kadar bilgisi olan olmayan herkes katıldı. Ermeni kardeşlerimizle aramızdaki buzları eritme ya da en azından tabu sayılan bir konuyu tartışmaya açması nedeniyle bile desteklenmesi gereken kampanya için ilk günden itibaren karşı kampanyalar açıldı. Kimi şiddetle ve ırkçılıkla karşı çıkarken, kimi de kısacık metindeki bazı ifadelere takılıp, "acıyı paylaşıyorum ama…" diye başlayan cümleler kurdu. İnternet ortamında karşıt web sayfaları açılıp, aslında Ermenilerin öldürülmeyi ne kadar da hak eden azılı düşmanlarımız olduğunu anlatan elektronik postalar dolaşıma sokuldu.
Liberallerin kapladığı yaldızı dökülünce "demokratlığının" sınırları da ortaya çıkan Başbakan Tayyip Erdoğan her seçim arifesinde olduğu gibi yine en az MHP'liler kadar milliyetçi olduğunu kanıtlayacak sözlerle katıldı Bahçeli'ye. Daha önce Ermenilere yönelik katliamlarla ilgili bir konuşmasında, "1915 siyasilerin değil, tarihçilerin işi" diyerek Ermenistan'a gerçeklerin ortaya çıkması için ortak tarih komisyonu kurmayı önerdiğin anımsatan Erdoğan imzaya açılan metinde tek bir "soykırım" sözcüğü geçmezken dahi, "demek onlar soykırım yapmışlar" demekte hiç sakınca görmedi.
Eleştirilerin arasında en dikkat çekici olanı, hala solda yer aldığını iddia etme cüretini gösteren Cumhuriyet Halk Partisi'nin İzmir milletvekili Canan Arıtman'ınkiydi. Çıktığı milliyetçi yolun kendisini kafatasçı bir ırkçı noktaya getirdiği Arıtman, kampanyayı "ifade özgürlüğünün bir biçimi" olarak değerlendiren Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün annesinin etnik kökeninin araştırma teklifine kadar işi vardırdı. Vakur duruşunu bozmayarak, "Türküm ama Ermeni ya da Rum kökenliysem ne fark eder?" demesi gereken Cumhurbaşkanı Gül'se aslen öz be öz Türk ve Müslüman olduğunu belirten bir açıklamanın ardından Arıtman'a bir de tazminat davası açtı.
Şöyle bir metin...
İlkokullarda okutulan doğruluğu tartışmalı resmi tarih bilgileri üzerinden hemen herkesin fikir yürüttüğünü göz önüne alınca, "özür diliyorum" kampanyasının imza metnini yeniden yazmak gerektiği de ortaya çıktı. Kampanyayı eleştirenlerin söylediklerinin ışığında ve özür dilenenlerin arasına Türkiye'de akıl ve vicdan sahibi olanları da katarak şöyle bir metin yazmak daha doğru olacak kanımca:
1915'te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felaket'e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.
En taze acılardan biri olarak, Ermeni kardeşimiz, ağabeyimiz Hrant Dink'in, devletin gözü önünde ve bilgisi dahilinde katline izin verildiği ve sonrasında halen gerekli soruşturma dahi yapılmadığı için özür dilerim.
"Kampanyayı başlatan kişilerden utandığımı söylemek istiyorum. Bu kampanyayı yapanlardan Türk milleti olarak utanmamız gerektiğini söylüyorum" diye kükreyen, geçmişte başbakan yardımcılığı yapmış Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli halen siyasetin aktörleri arasında yer aldığı için özür dilerim.
"Herhalde onlar böyle bir soykırımı işlemiş olacaklar ki özür diliyorlar. Türkiye Cumhuriyeti'nin böyle bir sorunu yok. Yani eğer ortada böyle bir suç varsa suç işleyen özür dileyebilir. Ama ne benim ne ülkemin ne milletimin böyle bir sorunu yok" diyen bir başbakana sahip olduğumuz için özür dilerim.
"Kim kimin adına özür diliyor? Her çıkışınız tarihe sövmek, hakaret etmek, Türklerin aleyhine olan her şeye alkış tutmak. Bundan başka bir şey yapmadınız. Özür kampanyasını başlatan özürlüleri kınıyorum" diyen, Hrant Dink'i Ermeni olduğu için öldürdüğünü söyleyen tetikçilerin yetiştiği Büyük Birlik Partisi'nin genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu halen siyaset yapabildiği için özür dilerim.
"Buna aslında en güzel cevabı emekli diplomatlar verdi. Bu olaylar sebebiyle hayatını kaybetmiş birçok Türk kökenli insan vardır. Bir işe bakacaksak bütün yanlarıyla bakmak lazım. Meselenin iki yönüne de bakmak lazım. Bir tarihi olay incelenecekse bu şart. Aksi halde başka anlamlar çıkar" diyen Cemil Çiçek, başbakan yardımcısı ve hükümet sözcüsü olduğu için özür diliyorum.
"Yapılanları kesinlikle doğru bulmuyoruz. Özür dileme yanlış olduğu kadar zarar verici sonuçlar da doğurabilecek bir davranıştır" diye açıklama yaparak hiçbir şeyine sahip çıkmadığı Osmanlı'nın en büyük günahlarından birine sahip çıkan bir orduya sahip olduğumuz için özür dilerim.
"Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün bu kampanyayı desteklediği görülüyor. Gül, cumhurun yani Türk milletinin Cumhurbaşkanlığı'nı yapsın, etnik kökenin değil. Biz, başından beri Gül'ün annesinin Ermeni kökenli olduğunu biliyoruz. Ama, biz bunu, ‘dindar Cumhurbaşkanı' propagandası yaptıkları dönemde de biliyorduk, lafını bile etmedik. Ama, şimdi durum farklı. Cumhurbaşkanıdır ve Türk Milletinin hakkını, çıkarını koruma sorumluluğu vardır. Savunsaydı, etnik köken ayırımı yapmaksızın herkesin Cumhurbaşkanı olabilseydi, biz annesinin Ermeni kökenli olduğunu unutur, bir daha da hatırlamazdık" diyen biri milletvekili olduğu için özür dilerim.
Yakın çevresindekilere Arıtman için "Sayın Gül'ün annesinin etnik kimliğinden sana ne? Üzüntü verici ve kabul edilemez bir yaklaşım. Yakışıksız, ayıp" diyen partisinin grup toplantısında, "Biz siyasette hiçbir zaman karşımızdaki insanın köküne, kimliğine, mezhebine bakmayız" diyen CHP lideri Deniz Baykal'ın partinin tüzüğünde yer alan hükümlere de aykırı davranmasına rağmen Canan Arıtman'ı hâlâ partisinden ihraç etmediği için özür dilerim.
"Gerek Cumhurbaşkanlığına seçilme sürecinde çok planlı olarak ve gerekse son birkaç gündür bazılarının açıkça, bazılarının sinsi bir şekilde yaymaya çalıştığı bir yalanı düzeltmek ve hakikat adına tarihe not bırakmak için ailemle ilgili aziz milletimi bilgilendirmek mecburiyeti hissettim. Şöyle ki, Kayseri'nin yerlisi olan annem tarafından Satoğlu, babam tarafından Gül (Gülükimamı) sülalelerinden gelen ailemizin yüzyıllara uzanan kayıtlı geçmişi Müslüman ve Türk'tür. Buna ailemizin geçmişten günümüze titizlikle işlenen soy ağacımız, mevcut resmi nüfus kütükleri ve gelmiş geçmiş Kayserili hemşehrilerim şahittir" diye açıklama yapan bir cumhurbaşkanımız olduğu için özür dilerim.
Bu ülkede, Ermeni ve Rum sözcüklerinin hala hakaret olarak kullanılması ve hakaret olarak algılanması için özür dilerim.
"Bugün eğer Ege'de Rumlar devam etseydi ve Türkiye'nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi? Bu mübadelenin ne kadar önemli olduğunu size hangi kelimelerle anlatsam bilmiyorum, ama eski dengelere bakarsanız, bunun önemi çok açık ortaya çıkacaktır" diyebilen bir Milli Savunma Bakanımız olduğu için özür dilerim. (AŞ/TK)
* Ahmet Şık'ın yazısı 23 Aralık 2008'de santralhaber.com'da yayınlandı.