Kimsenin dini inancına ve bu inancının gereği olarak yaptığı ibadetine karışılamaz. Bu temel insan haklarından olan "din ve vicdan özgürlüğü hakkı"nın bir gereğidir.
Din ve ibadet bir "inanç" sorunudur; inancın başladığı yerde "bilim" ve "bilimsellik"ten söz edilemez, edilmemelidir.
Bilim insanları da birer insan oldukları için onların da inançları savunmaları ve inançlarının gereği olan ibadetlerini yerine getirmeleri en doğal haklarıdır. Ancak bunu yaparken, bilim insanlarına atfedilen eski bir söz olan "laboratuardan içeri girince inancın dışarıda bırakılması" görev ve yükümlülüğünü yerine getirmelidirler.
Başka bir deyişle bilim eğer inancın kanıtlanması ya da desteklenmesi için kullanılmaya başlanırsa bu yalnız bilimin reddi değil, ama aynı zamanda inancının da "reddi" anlamına gelir. Çünkü bilim sürekli olarak "kuşkulanma" temelinde var olur ve bulduğu "bilimsel doğru"ları yanlışlayarak gelişir.
Bilim ve inancın dönüşümü
Dinsel inanç bireysel bir alandır. Günümüzde bireyin en temel özelliği olarak "tüketici"ciliğini öne çıkaran ekonomik ve ticari faaliyetlerin bir gereği olarak, ne yazık ki inanç alanı da bilim alanı da "para kazandıran" bir faaliyet giderek "ticari" nesne haline gelmiştir.
Bunun en temel kanıtlarından birisi on bir ay boyunca bu konulara hiç girmeyen medya dahil olmak üzere yaygın medyanın tümü her ramazanda olduğu gibi bu ramazanda da özel sayfalar, bölümler, hatta ekler yaparak ramazanı "idrak etmesi"nde de görebiliriz.
İnançlar yaşamın içinde ve sürekli bir halde bulunur, bunların içinde yalnızca "ramazan ayı"nda ve "oruç tutma" faaliyeti çerçevesinde böyle bir yaklaşımın söz konusu olmasının akla yakın başka bir açıklaması yoktur.
Üstelik bu ülkede 20 milyona yakın bir nüfus orucunu başka zamanda tutan Alevilerden oluşuyor. Ayrıca sayıları çok az olsa bile diğer dinlerde ve hatta inançsızlar var. Böyle bir toplumda bu inanç gruplarına, onların ibadetlerine ve özel günlerine yönelik benzer örnekleri göremezken, neredeyse yaygın medyanın tümünün bu tür bir yaklaşımı sergilemesinin "inanç özgürlüğü" temelinde bir faaliyet olduğunu ileri sürmek doğrusu insana çok inanılır gelmiyor.
Buna da bir diyeceğimiz olamaz; çünkü "medya faaliyeti" günümüzde asıl olarak bir "ticari faaliyet"tir ve toplumun bütününün talep ettiği her şeyi olduğu gibi bunu da ona sunmasından daha doğal bir şey yoktur.
Kuralların gereği
Ama bunu yaparken kuşkusuz haberciliğin, medyanın ve yayıncılığın temel ilke ve kurallarına uygun davranmak zorunda olduğu da bir başka gerçekliktir. Örneğinde eğer gazetecilik meslek etiği kuralları "reklamın haberden ayrılmasını" bir koşul olarak ileri sürmüşse, bu koşula uymak ve gereklerini yerine getirmek zorundadır.
"Bazı" yayın organlarının buna uygun davranmaması önemli bir sorundur. (1) Dahası bundan daha büyük ve önemli olanı bunun açıkça ortaya konulmaması ve tartışılmamasıdır.
Ancak tartışılması gereken konular bununla da sınırlı değil bence:
Tüm basın ve yayın organları en az habercilik ve gazeteciliğin kuralları kadar başta sağlık alanı olmak üzere, haber olarak sunduğu tüm "bilgi/bilim alanlarının" da kurallarını göz önünde bulundurmak zorundadır.
Medyada gözümüze çarpan "ramazan sayfaları/bölümleri/ekleri" içinde sağlık alanıyla ilgili haber ve yazılar, değerlendirme ve görüşler, bu sayfaların içeriğinde önemli bir yer tutmaktadır.
Başta tıp alanının akademisyenleri ve uzmanları olmak üzere birçok yazar bu köşelerde yazmakta toplumu ve inananları bilgilendirmektedirler.
Bu bilgilerin içeriğini ayrı ayrı tartışmak, kuşkusuz bu konuların gerçek uzmanlarının işi, bunu kendi alanımla ilgili olan konular dışında ben yapacak değilim. Ama ben yıllardır sağlık haberciliği alanına bilgim ve deneyimim ölçeğinde katkı sunmaya çalışan bir kişi olarak "tıp/sağlık ile haberciliğin" kesiştiği bazı temel noktalara dikkat çekmeyi bir zorunluluk olarak görüyorum.
Temel noktalar
Bu haber ve yazıları topluma sunarken gazeteciler, sunulan bilgilerin ve yapılan değerlendirmelerin gerçekten ve "usulüne uygun bilimsel süreçlerden geçerek" elde edilmiş bilimsel bilgiler olmasına özen göstermelidirler.
Bu bilgileri sunan, sözleri ya da düşünceleri ifade edenler sağlık ve tıp alanının geçerli diplomalarına hatta akademik kariyer derecelerine sahip olup olmamalarının da çok büyük bir önemi yoktur aslında. Hepsinin bilimsel ölçekte dayanakları ve kanıtları olmalı, yine bilimsel tartışma ortamlarında tartışılmış ve en azından bunun yapıldığı zamanlarda "doğru"lanmış olmalıdır. Başka bir deyişle önemli olan "bilimsel doğruları ve gerçekleri" yansıtıp yansıtmamasıdır.
Tıp uygulamasının ilk ve en temel kuralı "önce zarar vermemek"tir. Bunun göz önüne alınmadığı her tür bilgilendirme, değerlendirme ve önerinin "sağlık hakkı", hatta tıbbi öneri ve uygulamayla daha doğrudan ilişkili olan "hasta hakları" açısından bir "hak ihlâli" olabileceği göz ardı edilmemelidir. Hekimler asla insanların zararlarına hiçbir öneride bulunamazlar, bulunmamalıdırlar.
Kamuoyunun karşısına sıkça çıkan ünlü bir hekimin şu sözleri çok tipik ve önemlidir ve doğru anlaşılmalıdır:
"Çok önemli bir sağlık sorunu söz konusu olmadıkça, hastalarımın 'oruç tutabilir miyim?' sorusunu genelde 'evet' diye yanıtlarım. Bunun nedeni orucun bedensel, ruhsal, moral ve sosyal sağlığı her anlamda güçlendirdiğine (hatta iyileştirdiğine) inanmamdır. (abç)"
Bu sözler kanıtlanmış bilimsel doğruları değil, kendisinin de belirttiği gibi yalnızca bir "inanç"ı ifade etmektedir ve kuşkusuz öncelikle bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Tekil olayları ya da kişisel gözlem ve değerlendirmeleri, bilimsel yönetmelere göre elde edilmemiş istatistiksel verileri bilimsel gerçekler gibi sunmanın ne haber alma hakkına ne de doğrudan sağlık hakkına uygunluğundan söz edilemez.
İnananların görüş ve değerlendirmelerini inançları doğrultusunda ifade etmeleri de bir haktır. Ancak bunun bir "bilimsel bilgi" olmadığı bir "inanç kategorisinde" bir değerlendirme olduğu belli olmalıdır. "İnancı dile getiren" örnekler çoktur. Bu örnekleri herkes bir tarama motorunda yapacağı tarama ile görebilir.
Ayrımın önemi
Bu yazıyı yazdığım sırada Google arama motoruna ["oruç tutma"+"sağlık"] yazdım. Aldığım karşılık "52,500 sonuç" oldu. Söz konusu tarama motorunun bilimsel olanına da bu kez ["oruç tutma"+sağlık+hastalık] yazdım, ona da "30" sonuç aldım.
Değişik seçeneklerle irdelediğimde bilimsel kurum, kuruluş, akademiler ve buradaki uzmanlar tarafından yapılmış, ya da yazılmış "ele alınır ya da bilimsel ölçütlere göre tartışılabilir" bir kaynağa rastlamadım. Neredeyse tamamına yakını inançla ilgili sayfalar, alternatif tıp ve bilimsellik iddiasında olmayan site ve sayfalarda yer alan yazı ve değerlendirmelerdi.
Geçtiğimiz yıllarda bir bilim ortamında gerçekleştirilen "ramazan ve sağlık" konulu bir kongre izlemesem de belleğimdeyken ve "özel olarak çaba sarf etmeme" karşın ulaşamadığım bilimsel bilgilere, konuyla çok da ilgisi olmayan bir habercinin ulaşamamasının sorumlusu kuşkusuz bunları yayın organlarında dile getiren haberciler olamaz.
Bunda konuların bilimsel boyutlarını ele almayan, eğer bilimsel yanları söz konusu değilse bunları doğrudan ifade etmeyen bilimsel kurum ve kişilerin de bunda sorumluluğu olduğu açıktır.
Tabii bu konunun araştırmaya, incelenmeye ve doğrulanmaya değer bir bilimsel yanı olmadığı da söylenebilir. Ama söz konusu yazılarda "bilimsel"miş gibi ifade edilen, orucun beslenmeyle ilgisi, çeşitli hastalıkların tedavisindeki etkisi, irade kontrolüne katkısı, psikolojik yaşama etki ve katkısı vb. konularda en azından bilimsel doğruları ortaya koymak üzere çalışmalar yapılmalı, dahası çeşitli uzmanlık kuruluşları, Ankara Numune Hastanesi'nin bir dergisinde (2), ya da Sağlık Bakanlığı'nın "beslenme" ile ilgili web sayfasında (3) olduğu gibi "doğrular"ı ortaya koymalıdırlar.
Kendi reklamını yapanlar
Burada bir başka önemli nokta da medyanın yaptığına benzer biçimde sağlık ve tıpla ilgili faaliyetini "ticari" bir kazanç alanına dönüştürenlerin sunduğu bilgilerin daha çok irdelenmesidir. Ne yazık ki bazı hekim ve sağlıkçılar bu tür sunum ve bilgileriyle halkın sağlığını değil, kendi maddi/akçalı çıkarlarını düşünebilmektedirler.
Sağlık alanında yayın yapan habercilerin bu noktaya da azami özeni göstermeleri gereklidir.
Son olarak bu noktada vurgulanması gereken bir başka gerçeklik de medyada yer alan bu tür haber ve yazıların başta ilgili ve yetkili otoriteler olmak üzere, sağlık ve medya alanlarının araştırma yapan, bilgi üreten kurumlarınca izlenmesi, irdelenmesi ve yanlışlarının somut olarak ortaya konulmasıdır.
Unutulmamalıdır ki, inancının gereğini yaparken yanlış bilgilendikleri için sağlığından olanların sorumlusu yalnız inançlı bireyler değildir; sağlıkçılar ve onlara en kolay ulaşan ve bunları ileten basın ve yayın organlarının da bunda katkı ve payları vardır.
O yüzden "öncelikle zarar vermemek" yalnız hekimlerin değil, başta medya mensupları olmak üzere herkesin temel ilkesi olmalıdır. (MS/ŞA)
(1) Sabah gazetesi "Ramazan sayfası" 1 Ağustos 2011, Sayfa 24 "KuveytTürk Reklamı"
(2) http://www.anh.gov.tr/dosyalar/dergi/NumuneSaglik%28SAYI03%29-BASKI-int.pdf
(3) http://www.beslenme.saglik.gov.tr/index.php?pid=59&mNewsDetail=284