Bu topraklarda bir çok katliam yaşandı. Bunların bir kısmı geniş kitlelerce biliniyor, anılıyor, hesap verilmesi isteniyor; bir kısmı ise nispeten az biliniyor. Geçtiğimiz günlerde yolum Muğla'nın Ortaca ilçesine düştü. Bir sohbet sırasında 1966 yılında Ortaca'da bir katliam yaşandığını öğrendim. Yaşananların detaylarını Ortaca'da öğrenemedim. 50 yıl önce yaşananlar nedeniyle hala bir tedirginlik var. Dönüşümde Ortaca vakası hakkında bulabildiklerimi okudum.
Osmanlı kayıtlarında “Cemat tahtacıyan” olarak geçen ve genel olarak “tahtacılar” olarak adlandırılan Türkmen Aleviler, 11. Yüz yılda Anadolu’ya göç eden “Ağaçeri” soyundan gelen bir topluluk.
Genel olarak Anadolu’ya göç ettikten sonra yoğun olarak Toroslar bölgesine (Akdeniz) yerleşen göçebe topluluk, ağaç işleriyle uğraştıklarından dolayı “Tahtacılar” olarak anılıyor. Göçebe süren yaşamları gereği eğitimden ve yol, su, elektrik gibi hizmetlerden yoksun bir hayat sürdüklerinden, dışlanmış ve hor görülmüşler. Kapalı bir toplum olarak yaşam sürmeleri nedeniyle, Alevi olmalarına rağmen şamanizmin etkileri günümüzde bile görülüyor.
1942 başlarında İstanbul gazetelerinde genel olarak gayrimüslimler, özel olarak da Yahudileri hedef alan, hırsızlık, vurgunculuk, dolandırıcılık temalı haberler ve karikatürler yoğunlaşmıştı. Şair Orhan Seyfi Orhon, 24 Eylül 1942 tarihli Akbaba’daki yazısında iktidarın ağzındaki baklayı çıkaracaktı:
“Kelle İstiyorum! Ben ki bir tavuk bile kesilirken bakamam; karıncaları, sinekleri öldüremem, kelle istiyorum. Yumruklarım sıkılmış, dişlerim kısılmış, at meydanında kazan kaldıran yeniçeriden daha hiddetli bir sesle kelle istiyorum, vurguncunun kellesini!”
7 Temmuz 1942 tarihinde Başbakan Refik Saydam’ın ani ölümü sonrası 9 Temmuz'da kurulan Şükrü Saraçoğlu hükümeti, bu kışkırtmalarla birlikte 11 Kasım 1942’de Mecliste oy çokluğu ile Varlık Vergisi kanununu çıkarır.
Gayrimüslimlere tahakkuk ettirilen vergiler ödenemeyecek kadar yüksektir ve birçoğu bu vergileri ödeyemezler. 27 Ocak 1943 tarihinde vergilerini ödeyemeyen gayrimüslimler için başta Eskişehir/Sivrihisar, Erzurum/Aşkale olmak üzere değişik yerlerde hazırlanan çalışma kamplarına gönderilirler. Aşkale’ye gönderilen 1229 mükelleften 21’i, Kötü hava koşulları ve yetersiz bakım (kayıtlara göre) yaşamını yitirir.
O dönemdeki çalışma kamplarından birisi de Muğla/Dalaman'da kurulmuştu. Dalaman'da kurulan kamp yerinde Tahtacılar yaşamaktaydı. Kampın kurulması için bölgede yaşayan Tahtacılar önce yakında olan Fevziye köyüne gönderildi. Fevziye köyü de tahtacıların yerleşim bölgesiydi. Fevziye köyü küçüktü ve bu nüfusu kaldıramadı. Dalaman'dan Fevziye’ye gönderilen Tahtacılar buradan da şu anda “Ortaca” olarak bilinen eski adı “Oritenya” olan bölgeye gönderildiler/sürüldüler.
Gönderildikleri bölge bataklıktı. Tahtacılar çalışarak bölgedeki bataklığı kurutup tarıma elverişli hale getirdi. Bölge zenginleşti, yerleşim/nüfus arttı. Bölge yeni bir yerleşim alanına dönüştü. Böylece bugünkü Ortaca ilçesinin temeli atılmış oldu. (Her ne kadar Fethiye ve Muğla’nın arasında ve tam ortada bulunduğu için “Ortaca” denildiği söylense de eski adı olan “Oritenya”nın dönüştürülmesiyle yeni adının oluşturulduğu söylenir.)
1943 tarihinde temeli atılan Ortaca’nın nüfus yoğunluğu Dalaman’dan sürgün gönderilen Alevi Türkmenlerden oluşmaktaydı.
1960 başlarında Fevziye köyünün çok yakınında bulunan ve o dönemdeki adı “Kızılyurt” olan Güzelyurt bölgesinde yaşayan Sunnilerin Ağasına Fevziye köyü ile Ortaca arasındaki büyük bir bölge/arazi devlet tarafından verilir. Karşılığında Fevziye köyünde bulunan bir bataklığın kurutulması gerekmektedir ve ağa bu işlemi yerine getirmez.
Bataklığın kurutulma işlemi yapılmadığından Fevziye köyünde yaşayan Alevi Türkmenlerle ağanın aşireti Nurcu Sunniler arasında küçük çatışmalar başlar.
Önceleri küçük kavgalar ve sataşmalarla başlayan bu çatışma gittikçe büyür. Ağa Nazmi Yavuz adamlarını toplayarak Fevziye köyünde yaşayan ve Dalaman çayı etrafında pamuk toplayan Alevi kadınlara ve çocuklara saldırır. Hasırlara sararak çaya atarlar.
Sunnilerin ağası kendi çıkarları ve toprak için din kisvesi adı altında, “Aleviler camilerimizi yıkıyorlar” yalanıyla “Yeşil Bayrak” açarak 16 sunni köyü birleştirir. Amaç bölgede bulunan Alevi Türkmenleri kovmak ve bölgeye tamamen sahip olmaktır. “Bu topraklar bizimdir, tahtacılar dağlarınıza gidin” , “Bir tahtacı öldüren cennetliktir” , “Alevilerin namusu olmaz” sloganlarıyla 5 Haziran 1966 tarihinde Ortaca’ya doğru yola çıkan yaklaşık 1000 silahlı insan ilk önce bir sinemayı basar ve iki kadına tecavüz edilir. Sinema sahibi ve içerisinde bulunanlarla birlikte yakılır.
Ortaca’nın ilk belediye başkanı Ziya Çavuş makamında grupça yakalanır, zorla saç ve sakalı kesilir, bir belge imzalattırılarak makamından alınır ve yerine saldırganlarca Sunni biri atanır. (Bugüne kadar Aleviler Belediye Başkanı olamamıştır)
Hiçbir güvenlik görevlisi müdahalede bulunmaz. Alevi Türkmenler bu baskını beklemediği için şaşkındır ve kaçmaya çalışırlar.
12 Haziran’da odun toplamaya çıkan Alevi aileye dört kişi saldırır, erkeği ağaca bağlayıp eşine tecavüz ederler. Ertesi gün olayı öğrenen Aleviler Ağanın köyünü basarlar, çatışmada bir sunni ölür.
Çatışmalar ve Alevilere karşı uygulanan baskı artarak devam etmektedir. Ne dönemin Muğla Valisi Hasan Basa, ne İçişleri Bakanı Mehmet Faruk Sükan ne de Başbakan Süleyman Demirel hiç bir müdahalede bulunmazlar. Aleviler elde silah nöbet tutmaktadır.
16 Haziran’a kadar devam eden çatışma ve baskılar sonucu birçok Alevi Türkmen bölgeyi terk etmek zorunda kalır. Kalanlar ise silahla nöbet tutarak her an korku içerisinde yaşamaya devam ederler. Günümüzde de bu sinmişlik ve korku kendisini belli etmektedir.
12 gün süren bu çatışmalarda ne kadar insan öldüğü tam olarak bilinmiyor. Dönemin karanlıkta kalmış/bırakılmış Alevi katliamlarından birisidir Ortaca katliamı.
Bine yakın insanın bir günde nasıl silahlandığı, on kilometrelik yolda neden emniyet tedbirleri alınmadığı ve 12 gün süren olaylara neden müdahalede bulunulmadığı soru işaretleri olarak kalır!
Ortaca olayları/katliamı için yetkililerin sözlerine bakınca asıl vahamet ortaya çıkmaktadır.
Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay; “Türkiye Laiktir. Sunnilik-Alevilik olmadığını, halkın itikatını kendisinin ayarlayabileceğini” söyler.
Başbakan Süleyman Demirel; “Olaylar münferit vakalardır” diyerek bizi asla yanıltmaz!
İçişleri Bakanı Mehmet Faruk Sükan; “Türkiyemizde sureti katiye de bir mezhep kavgası olamaz” diyerek bugünlerimize kadar yaşananların gelmekte olduğunu vurgular.
Muğla Valisi Hasan Basa; “Mezhep çatışması yoktur. Irza geçme iddiasının da olayla ilgisi olmayan münferit bir hadisedir,” diyerek “olay nasıl kapatılır” konusunda gelecek nesil’e örnek teşkil eder... (NT/HK)