Soma madencileri 301 rakamı ile özdeşleştirildi. Soma’da “madende ölüm” hali, diğer iş cinayetleri anlatılırken mutlaka örnekleniyor, başka ölümler olmasın diye.
Madende ölümlerin ardından yaşanan soruşturma süreçleri, dosyalar, davalar, bilirkişi raporları haber oldu. Madende ölüm sonrası hayatımıza egemen olan acılar çoğaldı. Ne yapmalıydık? Aslında, maden görmeyen, madene inmeyen ne konuşsun, ne yazsın ve ne de bir şey söylesin! Ama öyle olmadı. Aklına bir şey gelen herkes bir şeyler söyledi, yazdı. Madeni bilmeyen çalışma koşulları hakkında fikri ve görgüsü olmayan bilmez kişiler, televizyonlarda, gazetelerde ahkâm kesti. Çekinmeden kesin yargılarda bulundu.
Olup bitenler, isyan ettirdi. Öfkelendiriyor…
Eylül ayında bir başka iş kazasını/cinayetini gördük. Cengiz Tatoğlu, 2 çocuk sahibiydi. 1200 TL ücret alıyordu. Zonguldak Kaleoğlu köyünde toprağa verildi. Aş, iş ve geçim derdi nedeniyle inşaatlarda çalışmak için gelen Bilal Bal, Giresun’un, Şebinkarahisar ilçesinin Ahırcık köyünde toprağa verildiğinde 23 yaşındaydı. İsmail Sarıtaş İstanbul’da toprağa verildi. Bursa Osmangazi’de gömülen Cengiz Bilgi 30’unda, Tunceli Ovacık’tan üniversite öğrencisi Hıdır Genç 21 yaşındaydı, ikisi de ekmek derdinden İstanbul’da öldüler. Öldüğünde eşi sekiz aylık hamile olan Murat Usta Giresun’un Sarı Yakup köyünden, Menderes Meşe (23) Sivas’ın Eşikli köyünden, Vahdet Biçer (28) Manisa’nın Akhisar ilçesinden, Tahir (25) ve Ferdi Kara (19) Kara kardeşler ise Gümüşhane’nin Konaklı köyünden gelmişti.
Doğup büyüdükleri topraklarda iş bulamadıkları için taşı toprağı altın dedikleri İstanbul’a para kazanmak, eve ekmek götürebilmek için çalışmaya geldiler. Ama Mecidiyeköy'de yıkılan Ali Sami Yen Stadı'nın arazisine yapılan rezidans inşaatında kullanılan asansör 32. kattan zemine çakıldı ve adları şimdi mezar taşlarına yazılan bu 10 işçi hayatını kaybetti (6 Eylül 2014). Adlarını anımsatmak istedim, unutuluyor. İstanbul’da iş kazasında öldüler, memleketlerinde toprağa verildiler.
Her şey gözümüzün önünde oldu. Aynı rutin yaşandı, yaşanıyor. Soruşturmalar, açılan davalar, bilirkişiler, bilmez kişiler, firma sahipleri, firma sahiplerini sahiplenenler, inşaat sahibinin sesi olanlar, karşı çıkanlar, iş kazaları ve sorumluluk üzerine ahkâm kesenler ve asansörde ölen on işçinin geride kalan acıları…
Olup bitenler, herkesi öfkelendirdi. İsyan ettiriyor…
İş Teftiş Kurulu Başkanlığı kayıtlarına göre, Ermenek Güneyyurt beldesi, Pamuklu Köyü Takanderesi mevkiinde 10 Ekim 2009'da işe başlayan kömür madeni İşletme’si son iki yıl içinde 4 kez denetlenmiş. En son 2014 yılı Haziran ayında yapılan teftişte, iş sağlığı ve güvenliğine aykırılıklar tespit edilmiş ve mevzuata aykırılık yüzünden 8 bin 960 lira idari para cezası uygulanması istenmiş. Karaman’ın Ermenek ilçesine bağlı bu madeni geçenlerde su bastı. Kaçanlar kaçabildi. Ama su baskını nedeniyle yeraltında 18 işçi mahsur kaldı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı madende “incelemelerde” bulundu. Madeni basan su ve balçık içindeki 18 işçinin kurtarılması çalışmalarına devam ediliyor, sular boşaltılıyor. Ama facianın üzerinden geçen beşinci günde henüz işçilere ulaşılamamıştı.
Umutların tükendiği ve isyanların çoğaldığı günlerden geriye kalanlar…
Madende mahsur kalan madencilerin eşlerinden biri, incelemeler yapan bir Bakan’a “Bu işçiler haklarını arayamadı. Onların yerine ben arayacağım. Bakanlar bana 'Çalışıyoruz' diye söz verdi. Hani nerede? Çalışanlar orada, işte yerin altında. O mühendisi dün yukarda yakalayıp dövmüşler. O mühendisin yakasına yapışıp neden bana getirmediler. Ben onun dersini verirdim" diye bağırmış (2 Kasım 2014 gazeteler).
Maden faciasından kurtulmayı bekleyen 18 işçinin ömürleri gözümüzün önünde tükenirken; Isparta'nın Yalvaç İlçesi'nde elma bahçesinde çalışan işçileri götüren midibüs kaza yaptı ve 17 kişi öldü, 28 kişi yaralandı. Hepsi, ekmek parası diyor, iş diyor, çaresizlik diyor.
Devlet, incelemelerini sürdürüyor, işçiler yeraltında mahsur. Olup bitenler, isyan ettiriyor.
Eğer bir gün bu öfke, bu isyanlar, direnişe dönüşürse…
İlk çağlardan günümüze, keyfi yönetime, zorba yöneticilerin baskısına karşı bireyler ya da birey toplulukları direnme hakkına sahiptir, bu hak meşrudur.
Birçok Anayasa ve kanun insanlara baskıya karşı direnme hakkı tanımıştır.
Yüzyıllar içinde tanımı değişmiş olan “zorba” kimdir, kime denir?
Platon, “zorbayı da alçaklık ve adiliğini en ileri derecesine vardıran, hırs ve ihtiraslarına mağlup, kanun, din ahlak ve adaletten uzak ve bu yüzden de kendisini hem de boyunduruğu altında tuttuğu toplumu mutsuz kılan kişi” olarak tanımlamıştır (Göze, Ayferi. Baskıya Karşı Direnme Hakkının Kabul Edildiği Pozitif Hukuk Metinleri ve Anayasalar. İ.Ü.H.F. Mecmuası Cilt XXXVI, Sayı 1-4 Ayrı bası). Zorba yönetim, denilince; “kötü yönetim” şekli anlaşılır. Platon zorba yönetimi çok kötü bir yönetim biçimi olarak kabul etmiştir. Bu yüzden, Eski Yunan’da Atina Sitesi Senatosu aldığı kararla direnme hakkını tanımanın ötesinde daha ileri giderek hakkın yerine getirilmesini fertlere görev olarak yüklemiştir. Direniş hakkını kullanan kişinin zorbalara karşı mücadelesini suç saymamıştır.
Baskıcı ve keyfi yönetimleri karşı “direnme” meşrudur ve haktır.
Direnme hakkı Anayasalarda yer almamış veya kanunlarla yasaklanmış bile olsa; son çare olarak herkesin tek başına veya topluca direnme hakkını kullanması haktır ve meşrudur.
Bütün hukuki yollar, siyasi yollar veya elde bulunan olanaklar denendikten sonra baskıya, keyfi yönetime son verilmesi sağlanamazsa, kişiler için direnmekten başka yapacak bir şey kalmaz. Olup bitenler karşısında, insanları isyan ettirmeyin, öfkelendirmeyin.
Gün gelir ekmek ve iş derdinde olan işçilere, iş kazalarında ve madenlerde ölenlere, ölenlerin yakınlarına, yeraltında, yerüstünde, sokakta ve kısaca; bu topraklar üzerinde yaşayan insanlara karşı her kim zorbalık eder, baskıcı ve keyfi yönetim uygularsa; insanlar demokratik hukuk devleti ilkelerine göre direnme hakkını kullanır.
Öfkelenenlerin isyanına ve direnişine sakın şaşırmayın; torba kanunlarınızla verdiğiniz veya siyaseten vaat ettiğiniz değil, sahibi oldukları kendi haklarını kullanıyorlar. (Fİ/HK)