Büyük emekler verdiler bugünlere gelmek için. Kapı kapı dolaştılar. Alışkın olunduğu gibi birkaç muhitle sınırlı kalan parti çalışmaları yapmadılar. İmalı imalı makarna, kömür dağıtarak oy topladıkları söylense de bu akla gelmeyen bir yöntemdi. Söylemesi hoş, akla gelmiş olsa da üşenilen bir yöntemdi. Fakat iş gördü. Sıfatları bir daha sıralamayım. Her nevi usulsüzlükleri ortaya çıkmış olsa da, halklarla aralarına bir “çalışıyoruz” perdesi çekmeyi de akıl ettiler. Arkada ne dönüyor artık pek önemli değildi. Malum çalışıyorlardı. 17 Aralık sonrasında birbirlerine düşecekleri söylense de ve hatta böyle olması umut edilse de bu olmadı. Amiyane tabirle yedi sülalenin işe karıştığı bir bölüşüm vardı ortada çünkü. Gemideki hazine terk edilecek gibi değildi. Sêguêla, Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin’de der: “aktüalitenin finiş çizgisi yoktur.” Gemiyi terk etmediler. 17 Aralık geçti bitti. Oraya gelene kadar rüşvetten, yolsuzluktan daha kötü birçok olay oldu zaten. Samuray ruhlu bakanlar bu memleketten hiç çıkmadı. Pozantı Cezaevi Müdürü misal.
Google’a AKP’nin kadrolaşması yazıyorum. Onları her yerde fark edebilirsiniz tadında badem bıyıklılardan bahsediliyor. Yazacağım şey hissel bir şey olabilir. Baktığımı, görmek istediğim içerikte yorumluyor olabilirim. R. Tayyip Erdoğan konuşurken arkasında duran Emine Erdoğan, nispet edercesine, kazandığı zaferin izi yüzünde hazır büyük yer kaplıyorken, başını yukarı aşağı hareket ettirmek suretiyle konuşma süresi boyunca tasdik eder. 28 Şubat süreci de vardır o bakışlarda, “lavaboya ayağını sokan insanlar”da, tarihten, felsefeden, sinemadan anlamayan insanlar da. Habis intikam duygusunun bütün emareleri diyeyim. Anlaşılabilir bir şey de. Aşağılama kevgiri hemen her yerde en çok kadının önüne itelenir.
Şimdi sebat ederek çalışan o insanlar TV kanallarının, üniversitelerin, irili ufaklı milli eğitimle ilgili tüm birimlerin, kolluk güçleri teşkilatlanmalarının (…) başlarına geldiler. Öyle ki diplomanızda yazan dalın ilgili alanları olan yerlere iş başvurusu yaptığınızda, bir iki meslektaşınıza denk gelirsiniz şanslısınız. Montaj, kurgu bilmek hak getire ama bir bakmışsınız bir devlet kanalının en yüksek maaş alan biriminde çalışan bir zat olmuşsunuz. Bambaşka uğraşısınız vardır ama Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurum’unun başına getirilmeniz uygun görülmüş. Örneğin birinin kardeşi olmanız Sağlık Bakanı Danışmanı olmanız için yeterli sebep. Aynı şekilde birinin baldızı iseniz Milli Eğitim Bakanlığı Danışmanı olabilirsiniz. Danışmanlıktan sonra ikinci favori atama Başbakanlık Müşavirliği. Konuyla yakından uzaktan alakanız olmayabilir ama Tarım İl Müdürü de olabilirsiniz ya da o şehirde yaşamanıza bile gerek olmadan herhangi büyükşehir belediyesinde bir danışman ya da kamu görevlileri etik kurulu üyesi olabilirsiniz ve hatta bilirkişi raporlarını yazan insanlardan biri bile olabilirsiniz.
Rantı mutlu etmeyecekse, cismani olan her şey çerçöp olmaya aday bu kadrolaşma sisteminde. Ruhani olana masraftan kaçınılmıyor. Cami yapmak için, ibadet ihtiyacı ne durumda diye camilerin doluluk oranına da bakmak gerekir ama bu kadar basit değil sanırım mesele. “Cami” de “çalışıyoruz” perdesi gibi bir yöntem. En azından bu konuda içten olduklarını düşünüyorum nedense. Hakikaten Küba tepelerinde görüldüğü söylenen cami, Erdoğan’ın o konu hakkında zerre tarihi bilgisi olmasa dahi o dakikalar tek temennisi. Söylerken içinin titrediğine de eminim. Başka kafalar, gülebilirsiniz ama varlar.
Alt dudak/ üst dudak peşine düşen üst kurullar, kızlı erkekli kalınan öğrenci evlerini kınamalar, başbakanlık ofisinin camından görülene teessüf etme ve o soru: “Kızınızın bir erkeğin kucağına oturmasını ister misiniz?”
Çok şeyler duyduk, duyacağız da. Bir kesim için sanki büyük bir şehirde yaşıyor olsalar dahi cemiyetlerini küçülterek yaşamaları isteniyor. Küçük çevrenizde mutlu olun artık, yaymayın modernliğinizi deniliyor. Dışarıda buluşmalardansa evde buluşmalar yapmalar gibi. Değişik versiyonu olsa da tanıdık gelebilir. (FG/HK)