Hakikatin Gücü belgeselinin yönetmeni Deniz Salmanlı film başlamadan şunları söylüyor:
“Bilim-kurgu filmlerindeki gibi, insanlar gece yarıları işlerinden olup olmadıklarını öğrenmek için listelere bakıyor. Hukuk yok, medya yok. Dayanışma göstererek, direnerek bugünleri aşacağız.”
Belgesel darbe görüntüleri sonrası sokakta yaşananlarla başlıyor. Olağanüstü Hal’in (OHAL) ilan edildiği 20 Temmuz 2016’dan 31 Ağustos 2017 tarihine kadar gözaltına alınanların sayısı en az 110 bin kişi. Haklarında FETÖ/PDY kapsamında işlem yapılmış şüpheli sayısı 92 bin 607. Bunların 36 bin 951’i tutuklanmış. Binlerce kişi ihraç edilmiş. Rakamlar balyoz gibi perdeye inerken, veriler içine girmiş kadınlar anlatmaya başlıyor.
Fatma Yıldırım, ataması olduğu haberini otobüsteyken babasından öğrenmiş. İstemsizce “atanmışım” demiş. Bütün otobüs alkış tutmuş. O alkıştan tam 9 yıl sonra atandığı okuldan atılmış.
Filiz Uysal’ın ataması Hrant Dink’in öldürüldüğü günlerde olmuş. Ekonomik gerekçelerden dolayı doğum izni de olmadığı için 2,5 aylık kızını geride annesine, babasına, eşine bırakmak zorunda kalmış. Sütünü sağıp sağıp lavaboya dökmüş. “Ağır bir süreçti. Bugün alanlara çıkarken bu öfkeyle çıkıyorum. Bu mesleği bana kimse bahşetmedi” diyor.
Songül Tunçdemir, kızıyla yalnız yaşayan bir kadınmış. Kızı İstanbul’da üniversiteyi kazanınca masrafları birleştirmek, daha rahat geçinmek için İstanbul’a tayinini istemiş. İmam Hatip Lisesi’ne tayini olmuş. Başta iyiymiş her şey. İkinci hafta öğrenciler “Hocam siz ünlü bir ressamsınız galiba. Youtube’da, Google’da resimleriniz var” demeye başlamış. Malatya’da Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nde üç dönem boyunca başkanlık yapan biri sonuçta. Diğer haftalar “Hocam siz Alevi misiniz?” soruları gelmeye başlamış. “Evet, çocuğum Aleviyim” demiş Tunçdemir. Çünkü bunu söylemekte ne sakınca olabilir? En son öğrenciler derste tekbir çekmeye başlamış. Bazı sınıflarda ders veremez olmuş. Meslektaşlarına sormuş, “Sizin dersinizde de böyle mi yapıyor çocuklar?” Yok tabi. İdare desen sessiz.
Aslı Akdemir, ihraç edildiğinde İstanbul’da çalışıyormuş ama bir önceki görev yeri “muhafazakar bir tatil köyü” dediği 6000 nüfuslu Yalova Armutlu’ymuş. 2016 Şubat’ında bütün Türkçe öğretmenlerinin katıldığı bir toplantıya çağrılmış. Şöyle bir görev verilmiş onlara: “Seçmeli ders tercihlerinde din dersini seçmeleri için velileri ikna edin.” Çünkü, çocuklar, dini en iyi okulda öğrenebilirlermiş. İtiraz etmiş Akdemir ve toplantıyı terk etmiş. 100 kişilik bir toplantıda sadece iki kişi arkasından gelmiş. Kişisel bir konuşmada da şube müdürünün ona “90 yıldır ara vermiştik. Zulüm gördük. Artık devran döndü. Sıra bizde” dediğini söylüyor.
“Toplantı terk etmekten, tartışmaktan en fazla kınama cezası verebilirdi” diyor Akdemir. Nitekim vermişler ama bu kadarla yetinirler mi? Kısa bir süre sonra Facebook paylaşımları müdüre şikayet edilmiş. Hakkında hem idari hem adli soruşturmalar başlatılmış. Elindeki kağıttan okuyarak suçlarını sıralıyor:
-Siyasi parti lehinde/ aleyhinde propaganda yapmak,
-Müslümanları zararlı, ateistleri zararsız göstermek,
-Cumhurbaşkanı ve devlet büyüklerine hakaret,
-Doğuda terör örgütüyle mücadele eden güvenlik güçlerini katliam yapmakla suçlamak,
-T.C’yi, TBMM’yi ve cumhuriyeti alenen aşağılamak.
Enikonu, bunları yapan sayıyla bir kişi. Paylaşımlarımdan biri “No Recep, No Cry.” “Suç”a ortak, salonda gülüşmeler tabi. Bir diğer paylaşımı Özgecan Aslan katliamıyla ilgiliymiş.
Özge Astan, öğretmen bir anne babanın çocuğu olduğunu söyleyerek başlıyor sözüne. Köy enstitüsü mezunu öğretmen bir dedenin torunu olduğunu söylüyor. Sesi hep titriyor konuşurken. Öğretmencilik oynayarak büyümüş. Muzaffer İzgü’nün Yumurtadan Çıkan Öğretmen’ini, Çalıkuşu’nu defalarca okumuş. Mezun olduğu yıl atama yapılmayınca, dershanede çalışmış. “Dershanede çalışmak demek, haftanın altı günü, günün 12 saati, sigortasız çalışmayı kabul etmek demek” diyor. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in katıldığı, yapılan atamaları överek anlattığı bir etkinlikte “Yüz binlerce öğretmen atama bekliyor, yüz binlerce öğretmen işsiz. Farkında mısınız, atanamadığı için yedi öğretmen intihar etti. Ateş düştüğü yeri yakar. Bunları biliyor musunuz?” demiş. Haliyle o vakitten sonra terörist ilan edilmiş.
Elektronik bilgi sistemine giremeyince bilgi işlemi arayan bir başka öğretmene “abla sizin gibileri kapattılar” denmiş. Başka bir hikayede, açığa alınmalarına sebep olan Vali’nin de sonradan açığa alınması var. Aralarda gülmelik.
Hemen hepsi ailelerine söylemekte güçlük çekmiş. Kimi kalp hastası, kimi tansiyon, kimisi yeni ameliyat olmuş anneler, babalar. “Tedbir olsun diye ilaçlarını verdikten sonra haberi verdim” diyor Filiz Uysal.
Aynur Barkın’ın annesi, ihraç olduğu haberini aldıkları gün tesadüf ki helva kavurmuş. “Ne yaptın anne! Daha ölmedik. Sokaklarda direneceğiz” demiş Aynur Hoca. “Bu sefer de tutuklayacaklar sizi” demiş annesi.
İhraç haberini “işten atılmışsın, canın sağ olsun. Ben seni hapishaneye attılar diye korktum” diye karşılayan bir başka iyimser anne var ki haksız mı?
“Terörle ilişkisi olabileceğini düşündüğünüz personel listesi çıkartın” gizli ibareli yazılar gelmiş okullara. Çoğu böyle işinden olmuş. Devlet eliyle jurnalciliğe teşvik.
Filiz Uysal, kaldı ki ihraç listesinde adının olmamasının ayıp olacağını düşünüyormuş. “Soma’daki 301 maden işçisi hayatını kaybettiğinde sessiz kalamazdım. Annemin babamın büyüttüğü abimi ben bir iş kazasında kaybettim. Berkin hayatını kaybettiğinde, o annenin babanın yanında onlarla duyguları paylaşmamak olamazdı. İki çocuğum var” diyor. İki sıra önümde çantasına eğilmiş apar topar mendil arayan kadına gözüm ilişiyor.
Hüda Yıldırım, İlçe Eğitim’den apar topar çağrılmış. Hakkında yakalama kararı olduğu söylenmiş. Diyarbakır’da ifadeye çağrılıyormuş. Okul devam ediyor, nasıl olacak? Heytt! “Biz izin veririz” demişler. Hayatında ilk mazeret iznini ifade vermek için almış. 10 yıllık meslek hayatında toplasan bir ay rapor almadığını söylüyor. İroniktir, açılan davada suçlandığı şey, eğitim öğretimi engellemek.
“Dün gece yarısı yayınlanan KHK ile işimden ihraç edildim. Sendikada yürüttüğüm mücadele tamamen yasaldı. Çalmadım çırpmadım, kimsenin canını incitmedim. Demokratik mücadele bir suçsa, ben bu suçla yaşamaya devam edeceğim” diyerek whatsapp grubundan ayrılan Songül Tunçdemir.
“Bazı sabahlar okula geç kaldım diye uyanıyorum” diyen sonrasında boğazı düğümlendiği için konuşamayan Özge Hoca.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) haftalardır Bakırköy meydanında. Gelip geçen insanlara sesleniyor bir direnişçi: “Bir bakın etrafınıza. Burada oturan insanlar var. Bu insanların bir derdi var. 31 haftadır soğukta, karda, kışta, yağmurda, sıcakta burdayız. Tek bir şey için! İşimizi, emeğimizi geri kazanabilmek için. Bizler adaleti mahkeme salonlarında değil sokaklarda aramak zorundayız çünkü adaletin oralarda kalmadığını biliyoruz.”
Salon tıklım tıklımdı. Birilerinin yanında ağlamak zor olduğu için kısık sesle gözyaşı döküldü. Zordu. (FG/EKN)