Her şeyi yapılabilir mi? Bu soru öfkeyle soruluyor!
Yapabilirler… Çünkü kötülük, her şeyi yaptırır. Bu durum, yapılan her kötülükten sonra şaşırmamayı öğrenenlere bile şaşırtıcı gelebilir. Demokratik hukuk devletine aykırı işler yapılmasını kavramak imkânsız görülebilir. Ama imkânsız; imkânsız olmaktan çıktığında ne denilebilir?
Eskiden hukuka aykırı davranmanın mazereti olmazdı. Şimdi mazerete ihtiyaç bile duyulmuyor… Mazeret bile ileri sürmeden pervasızca hukuka aykırı davrananlar her şeyi mümkün görüyorlar. Her şeyi yapabilirler, yapıyorlar! Bu, onların kötülüğüdür.
“Her şey” mümkün olduğunda her şeyi yapanların kötülüklerine karşı ne demeliyiz?
İonna Kuçuradi, “Her şey yapılabilir” diyen ve buna inanan ve kendine her şeyi yapma iznini veren kişinin kendisini, kendisiyle birlikte başkalarını da araçsallaştırması ve değersizleştirmesi olduğunu şöyle açıklıyor:
“Bir insanın ‘her şey yapılabilir’ ilkesine inanıp, buna göre hareket edebilmesi için, kendisinin bir yüzü olduğunu unutması, kişi olduğunu ve karşısındaki kişilerin bulunduğunu unutması gerekir; kendi yüzünü silmesi ve insanların yüzünün onun gözlerinde silinmesi gerekir. Bir insanın siyasal bir dava uğruna kendine her şeyi yapmaya izin vermesi için kendisini bu davanın sahibi değil -’lider’ bile olsa- aracı sayması; insanları kişiler olarak değil, sayılar olarak artı-eksi sayılar olarak görmesi gerekir. Kişilerin yüzleri silinince, etik değerler de silinir ortadan ve yüzü olan kişiler için değerli eylemlerde bulunmak zorlaşır.”[1]
Yüzsüzlerin yüzü yoktur. Karşısındaki insanların yüzlerini silerler, her şeyi yaparlar!
Her şeyi yapabileceklerine inananlar korkularıyla yaşarlar.
Boşuna değildir gazetecilere saldırmaları ve boşuna değildir korkuları…
Türkiye’nin gazete, mecmua, radyo ve televizyonlarının kıymetli çocukları ve bu memleketin kahırlı evlatları, bu milletin müşterek sesi olan gazeteciler; insan onurunun kıymetini bilenlerdir ve bu memleketin yurttaşlarıdırlar.
Gazetecilik ahlak ve bağımsızlığının korunma imkân ve şeraitinin artık çok namüsait mahiyette tezahür ettiği ve kapıda bekleyen tehlike malumlarınızdır.
Gazetecilerin meslek ahlakını tesiri altına alan bu ahval ve şeraitten çıkan manzara-i umumiye ezcümle şöyledir:
Cebren ve hile ile ve korkutarak, hapse atarak, cezalandırarak, susturularak, sahibinin sesi olmaya zorlanan gazeteciler, mecmua, gazete, radyo ve televizyonlar, kitle iletişim araçları ve bütün matbuat ve bizatihi matbuatın evlatları zapturapt altına alınmak istenmektedir.
Matbuat sahipleri ile el ele veren otokrasinin efendileri; basın mesleğinde çalışan gazetecileri koruyan, kollayan ne kadar kanun varsa, gazetecilik meslek ilkelerini, doğru davranış kurallarını koruyan, meslektaşlarıyla dayanışmayı sürdüren inadına gazetecilik yapan ne kadar gazeteci varsa ne kadar ifade ve basın özgürlüğünden yana olan varsa; onların seslerini, mücadelelerini, dayanışmalarını menfaatlerine fevkalade aykırı olduğuna karar vermişlerdir.
Gazetecilerin sesi-soluğu kesilmeye, ahalinin havadisleri yok edilmeye çalışılıyor.
Türkiye demokrasisi, hukuk devleti ve insan hakları perişan edilmiştir.
Memleketin doğal kaynaklarını sömüren ve halkı soyup soğana çevirmek isteyenler kendilerini vatansever ilan etmiştir. Karşılarına aldıkları yurttaşlar ise vatan hainidir!
Soygunları, yolsuzlukları, hırsızlıkları, yoksullukları, cinayetleri, düşmanlıkları, davaları, adaletsizlikleri, hukuksuzlukları, uğursuzları, hak ihlallerini araştıran ve haber yapan, kamuoyunu aydınlatan ve gazetecilik yapmaya devam eden gazeteciler; varidatlarını çoğaltmak, karşısındaki insanların yüzünü silmek isteyen yüzsüzler ve korkaklar tarafından hainlik, casusluk ve halk düşmanı ilan edilmişlerdir.
Matbuat sahipleri ile el ele verenler ve hatta siyasal iktidarı yedeklerine alarak gazetecileri susturmayı, hapsetmeyi, cezalandırmayı ve korkutmayı milli görev ve yerli bir iş edinmişler; ticari kârlarını, paralarını, varidatlarını artırmak için baskı ve zulmü menfaatlerine vesile saymışlardır.
Bu gazetecilerin kimler olduğunu tek tek not almışlar, yazılarını, haberlerini ve adlarını zihinlerine nakşetmişlerdir. Hınç duyduklarının listelerini düzenlemişler, artırdıkları notlarını haykırarak hesap soracaklarını ve hiddetlerini göstermek için dokunulmaz halleriyle milli ve yerli tehditlerini sahip oldukları siyaseti ispat etmek, göstermek ve ahaliyi korkutmak için salladıkları parmaklarını herkesin gözüne sokmayı politika sanarak hareket etmekte hiçbir beis görmemişlerdir.
Efkâr-ı Umumiyeyi uyutmayı, onları akılsız ve aptal görmeyi ve bunun için gazeteciler üzerinde tahakküm kurmayı kafalarına koymuşladır.
Demokrasiye, laik rejime, hukuk devletine, temel insan hak ve özgürlüklerine, vatandaşın cebindeki paraya kastedenler; memleketi soyup soğana çevirirken, alemde eşi menendi görülmemiş bir zam-zulüm idaresinin mümessili gibi davranmakta hiçbir mahsur görmemişlerdir. Matbuat sahipleri de bu mümessillerin iş ortağı ve sahibinin sesi olmakta tereddüt etmemişlerdir.
Matbuatın bütün kanallarına girilmiş, kitle iletişim araçlarına el konulmuş olabilir.
Bütün bu şeraitten daha elim ve vahim olmak üzere, memleket dahilinde iktidara sahip olanlar, yazmayı, görmeyi, duymayı, konuşmayı hatta düşünmeyi yasaklayacak ölçüde ileri gitmiş, koskoca bir milleti rezil-i rüsva etmekte hiçbir mahzur görmemişlerdir.
Bu meyanda matbuat meslek-i ahlakının iç ve dış düşmanları boş durmamış, bütün kâinatta emsali görülmemiş bir yozlaşmanın mümessili olarak suhuletle icra-i faaliyet eylemişlerdir.
Mevcudiyet ve istikbalinin yegâne temeli, doğru ve gerçek havadis olan matbuatın idaresinde hakimiyet kuranlar “meslek ahlakının en kıymetli hazine olduğunu” pek çabuk unutmuşlar; sadece iktidarların iradesine tabi olarak hadisat vicdaniyatından kendilerini pek kolayca mahrum eylemişlerdir.
Matbuat ve iktidarda hakimiyet kuranlar, yanlarına aldıkları gazetecilere mümessillikler vermiş, iş ve aş meselelerinden uzakta tuttukları vaatlerle üstün mertebelere yükselttiklerine verdikleri “kapolar” payesiyle mükafatlandırmışlar ve ortalığa salıvermişlerdir.
Eskiden matbuat sahipleri güçlerini otoriteden yana kullandıklarını ispata gayret ederlerken ve üstün hizmetlerini başarmaya çalışırlarken artık buna lüzum görmemişlerdir. Bu heveslerinden vazgeçmişlerdir. Satın aldıkları matbuatı soyup soğana çevirmeleri ticari başarı görülmüş al denileni almışlar, sat denileni satmışlardır. Halkın ve devletin paralarıyla borç ödeyen mühim kişiler saflarına geçmek, davetlerden davetlere icabet etmek ve otoritenin gözünde makbul olmak, terfi etmek sadakatlerini ispatlamak, borçları olmuştur.
Otoriteye muteber evlatlar yetiştirme yurduna çevirdikleri matbuat mekanlarını paraya, pula boğdukları müstakbel kapolarla doldurmuşlardır. Artık matbuatı kendi güçleri için değil, otoritenin gücü emrine vermek maksadıyla işyerlerini müsait kullanımlara çevirmişler ve bunları muteberlik saymışlardır.
Basın emekçileri ise kendilerini doğru ve gerçek havadis hazinesinden mahrum etmek isteyen dahili ve harici bedhahların gücüne, yalanlarına, tehditlerine, düşmanlıklarına bilakayd-ü şart boyun eğmek mecburiyetinde bırakılmışlar, sahne-i siyaseti, demokrasi ve hukuku kurda, kuşa terk etmişlerdir.
Binnetice, matbuatın bütün kaleleri cebren ve hile ile zaptedilmiştir. İktidarı destekleme, soygun ve vurgunları örtbas etme vaadi ile alınan istikraz ve teşviklerle hazine-i hümayun tamtakır-kuru bakır boşaltılmıştır.
Ormanlar yok edilmiş, ağaçlar kesilmiş, çocukların oynayacağı ve ahalinin nefes alabileceği parklar ve araziler satılmış, göller kurutulmuş, sular bulandırılmış, madenler satılmış ve boşaltılmıştır. Yoksulluk sadece fakirlik, parasızlık ve geçim derdi olmaktan çıkarılmış, hissiyatlar yok edilmiş, insanca hayatlar yoksulluğa teslim edilerek umumi hayat kurutulmuştur.
Efkâr-ı umumiye ile muhaberatın büyük önem kesp ettiği dönemlerde, bütün yazı işlerine girilmiş; bütün kalemlerine ve bilgisayarlarına el konulmuş, bütün kameralar, fotoğraf makinaları kontrol altına alınmış; ahali bir dirhem hakiki havadis, bir satır doğru makaleden ve havadislerin hepsinden mahrum bırakılmıştır.
Üç kuruşluk şahsi menfaatler uğruna bütün makaleler amacından saptırılmış; gerçekler tevkif edilmiş, yalanlar serbest bırakılmış, hürriyeti savunan beyinler esir edilmiştir.
Bütün bu şeraitten daha elim ve vahim olmak üzere; gazete, mecmua, radyo ve televizyonlarda iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta o güzel mesleklerine ihanete başlamışlardır. Artık üstün hizmet esastır ve hediyesi kapoluktur.
Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini siyasi müstevlilerin ticari, mali ve siyasi emellerine tevhit etmişlerdir.
Matbuat sahipleri; dolarla maaş verdiklerine dokunmadan, üç kuruş paraya çalıştırdıkları gazetecileri sokağa atmakta tereddüt göstermemiştir. Yazılarında sokağa atılan gazeteciler için tek satırı esirgeyen bir kısım gazeteciler, sıra kendilerine gelince şaşırmışlardır.
Matbuat sahipleri ve el ele verdikleri siyasal iktidarın hizmetkarları; eskiden zihnine nakşettiği, listelediği, bu gazetecilerin tek tek hesabını görmüş, gözünü kırpmadan matbuattan atmıştır. Hala parmaklarını sallamakta ve hesap görecekleri yurttaşların birinci sırasına yerleştirdikleri gazetecileri tehdit etmekten vazgeçmemişlerdir. Durumun farkına varan halk güçsüzlüğünü bahane ederek susmaktadır. Efkâr-ı umumiye tarafından bu durum sadece malum bir hal olarak görülmüştür.
Halkın malumatsız ve ceridesiz ve sessiz ve soluksuz kalması için ellerinden gelen her şeyi yapanları seçen halkın yoksulluğu kendi seçimidir. Kurtulmak, ahalinin kendisine aittir.
Ağır aksak yürütülmeye çalışılan demokratik-siyasal-sosyal-ekonomik nizam bozulmuş; millet fakr-ü zaruret içinde bir kere daha harap ve bitap düşürülmüştür. İşsiz güçsüz ve beş parasız bırakılmış meslek ahlakına düşkün Türkiye’nin fedain-i matbuatı, demokratik nizamın lüzumuna herkesten çok inanmış, rejimi ve inkılapları benimsemiştir.
Ey Türkiye matbuatının kara bahtlı çocukları, milletin müşterek sesi gazeteciler...
İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, meslek ahlakını korumak ve mesleğin onurunu ve gazeteciliği kurtarmaktır.
Muhtaç olduğun kudret kaleminin ucunda, bilgisayarının tuşlarında ve demokrasi inancında mevcuttur.[2]
Dipnotlar:
[1] Berrak Çoşkun, Hannah Arendt’te “Radikal Kötülük” Problemi, Cogito Dergisi, Sayı 86, 2017. Bu yazıda geçen 33 nolu dipnot; İoanna Kuçuradi, Çağın Olayları Arasında, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, Ankara, 2009, s.16.
[2] İletişim Araştırma Derneği Bülteni, Şubat 1995, Sayı 10, s.3 ve Erbil Tuşalp, Demokrasi Sizin Neyinize, Papirüs Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul, Aralık 1995, s.234-235-236. Bu metnin bazı bölümleri, yazarın ölümünden önce verdiği izin ile tarafımdan değiştirilmiş, kısaltılmış ve bazı eklemeler yapılmıştır.