Vardiyadan evine geri dönen yok. 13 Mayıs 2014’de Soma’da madenden çıkamadılar ve “biz öldük” dediler. Bir daha göremediğimiz işçiler teker teker çıkarıldılar, teker teker gittiler. Kurtarılanların aklı ise arkadaşlarında kaldı. Kalanların başı sağ olsun.
Geride kalanlara sabır dilemekten öte yapılabilecek ne varsa herkes onu yapmalı. Sıra sıra açılan mezarlara biraz toprak atarsanız, ziyaret ederseniz. Sessiz sedasız ve kimseler görmeden ağlayabilirsiniz ve acınızı sizin gibi ağlayanlarla paylaşırsınız. Kısacası yapabileceğiniz bir küçük şey varsa ve yaparsanız iyi olur. Belki eğer hala bilmiyorsak bile, madencilerin ölümüne neden olan hepimizin sorumluluğunun ne olduğunu kendi kendimize sorgulamanın bir yolunu bulabiliriz.
Dünyanın Soma’yı unutmaması gerekiyor.
Eskiden madende “göçük” dendi mi, ocakların önünde acılı bekleyişler başlardı.
Madene inmeyen bilmez. Göçüğün acılı bekleyişinin ne olduğuna tanık olmayan zor anlar. Yerin altını görmeden ve insanlığa kömür taşıyan maden işçilerinin hayatlarını bilmeden söz söylemek ve yazmak nafiledir ve ayıptır. Onların hayatları ölüm istatistikleri değildir. Aş ve ekmek için yerin altına indiklerini, ücretlerin düşüklüğü biliyorduk. Her gün evlerinden helalleşerek ayrıldıklarını biliyorduk. Kar hırsına feda edilmiş hayatlarını koruyamadık. Maden açıldığında yeniden yeraltına inecekler.
Madencilerin hayatlarını bizler koruyamadık. Devlet, hiç koruyamadı, korumadı.
Devlet yaşam hakkını ihlal etmiştir. Nihai sonuç budur.
Dönüp dolaşıp bu nihai sonuca gelene kadar yaşanacak olan adli, idari, hukuki, siyasi, sosyal, politik olan bütün süreçler çok uzun yıllar alacaktır. Ne yaparsanız yapın ama bu süreçte ölen maden işçilerinin, geride kalan ailelerinin, çocuklarının, yakınlarının ve sevdiklerinin onurunu mutlaka korumalıyız. Yaralamayın, acılarını çoğaltmayın.
Sözlerin, yorumların, haberlerin ve hayat hikâyelerinin kifayetsiz ve yazıların yetersiz kaldığı yerde, uzatmak istemiyorum. Yas tutmasını bilmeliyim. Maden işçileri için şair Kemal Özer’in “Göçük kapısında bekleşen anaların söylediği” şiirinin son iki kıtasını okuyarak bitirmeliyim…
“ Bu kaçıncı gelişimiz, bu kaçıncı
beklemeye gelişimiz göçük kapısında
-siz haftalarca deyin, biz aylarca diyelim-
bu kaçıncı soğuyuşu terimizin
susturduğumuz öfke, gizlediğimiz hıçkırıklar
bu kaçıncı fırlayıp da ayağa
söylenecek olanı esirgeyişimiz
Oysa canlar için haber sormaya gelmişiz
anaysak, oğullar kurban veriyorsak göçüğe
-siz aylarca deyin, biz yıllarca diyelim-
acısı köpürüp köpürüp durmalı sesimizde
ne söylersek harmana yel olmalı söylediklerimiz
tohumu direnişe taşımalı, başağı isyana
ne söylersek orak biçer gibi söylemeliyiz”
Vardiyadan dönemeyenlerin yüzlerini son defa gördüklerini kimse bilmiyordu. Katlanılmaz acıyı geride bırakan Soma maden işçileri “biz öldük” dediler ve yan yana sıralı mezarlara gömüldüler. Onları toprağa verdik, artık yaşamıyorlar.
Dün ölülerimizi sayarak yaşıyorduk. Bu günden sonra ölülerimizi sayarak yaşama alışkanlığımıza devam etmekten vazgeçmeliyiz.
Savunduğumuz düşüncelerimiz gibi yaşamalıyız.
Yaşama “biz öldük” diyen madenciler için dört elle sarılmalı, onların onurlarını korumalı ve elimizden ne geliyorsa yapmalıyız. Yaşadığımızı zannederek ve “yaşıyormuş gibi” yaparak yaşamaya devam etmek olmamalıdır hayatımız.
Çünkü en kötü ölüm; yaşadığını zannederek yaşarken ölmektir. (Fİ/HK)