Başbakan, bir-iki yıl önce Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) temsil ettiği geleneğin meşrebine de uygun olarak bir milli aile hedefini işaret etti.
Her kadının üç çocuk doğurması yolundaki dilek ve temennisi, sistemin yükünü bir daha inmemek üzere kadınların sırtına yüklemeyi öngörüyor, AKP'yi iktidara taşıyanlar da dahil olmak üzere, bütün kadınlara ev işi-cinsel kölelik ve doğurmaktan ibaret asli işlevlerini hatırlatıyordu.
Küresel sermayeye ucuz emek, küresel gücün saldırganlığına ucuz asker ( hayal gücünü hiç zorlamadan uyuşturucu, çocuk istismarı ve organ pazarına yeni kurbanlar) anlamına gelen bu sözler, cinsiyetçiliğe karşı mücadele eden kadınlar tarafından zekice yanıtlandı...
" Başbakan, tepemizi attırma, kendin yat kuluçkaya, bir Türkçük, iki Türkçük, üç Türkçük doğurmaya" mealindeki slogan hızla benimsendi, mitinglerde, eylemlerde büyük bir keyifle atıldı.
Fakat bunun pek de iyi bir fikir olmadığı görülüyor. Çünkü başbakan sloganda söyleneni vazife belleyip birbiri ardına yumurtlamaya başladı. Bu çürük yumurtaların içinden ne çıkacağını görmek için de, kuluçkadan kalkmasını beklemek gerekmiyor.
Tekel işçilerinden, harçları protesto eden öğrencilere, ürünü elinde kalan çiftçiden, seçilmiş belediye başkanlarına, ezeli- ebedi düşmanı komünistlere kadar herkes için bir şeyler yumurtlayan başbakan en son yoksulluk nedeniyle Türkiye'de kaçak olarak çalışan Ermenistanlı göçmenler hakkında konuştu; Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi'nde ve İsveç Parlamentosu'nda soykırım tasarılarının kabul edilmesi üzerine Türkiye'nin Ermenistanlı göçmenleri sınır dışı edebileceğini yumurtladı.
Başbakan kadın düşmanlığı yapıyor
Tayip Erdoğan'ın sınır dışı etmekle tehdit ettiği göçmen işçilerin yüzde doksan dördü belki de daha fazlası kadın. Kadınların büyük kısmı meslek sahibi ve eğitimli olmalarına rağmen burada çok düşük ücretlerle, her türlü sosyal güvenceden yoksun çocuk ve yaşlı bakımı yapıyor.
Niye bu göçmenlerin çoğu kadın? Çünkü talip oldukları işler, kadınlara ayrılan türde. Temizlik, çocuk, yaşlı ve hasta bakımı, tekstilde tezgahtarlık; yani büyük ölçüde kadınların ev-içi emeğinin karşılığı olan işler. Bu yüzden iş olarak görünmüyorlar.
İş olarak görülmedikleri için hiçbir ücret ve çalışma, iş güvenliği standardına uymak zorunda değiller. Zaten normal addedilen işler için de bu standartlardan söz etmek pek olası değil.
Kaçak göçmenlerin Ermenistanlı ya da Azerbaycanlı, Gürcistanlı, çoğunun nüfus kâğıtlarına, bir tür mafyayı andıran aracı şirketler tarafından el konuluyor, güvenceleri yok, çalıştıkları yerlerde aşağılayıcı muameleye maruz kalıyorlar.
Yatılı kalanlara ancak tabut büyüklüğünde odalar, artık yemekler reva görüldüğü gibi, banyo dahil her türlü insani ihtiyaçları sorun oluyor.
Sokağa çıktıklarında yakalanıp sınır dışı edilme korkusuyla yaşıyorlar. Çocukları yanlarındaysa onlar da bu korkuyu yaşıyor. Eğitim ve oyun gibi en temel hak ve gereksinimlerden karşılanmıyor. Diğer göçmenlerle özellikle erkeklerle kurdukları ilişkiler çalıştıkları evlerde tehdit olarak algılanıyor.
Göçmen kadınların çoğunun aileleri onların istemleri dışında dağılmış vaziyette. Sevgilileri, kocaları, nişanlıları anneleri babaları orada...
Bir kısmı çocuklarını yanında getirmiş, çoğunun çocukları yanında değil. Burada çocuk bakan kadınların çocukları annelerine hasret yaşıyor; hem çocukların hem annelerin ve diğer aile bireylerinin psikolojileri olumsuz biçimde etkileniyor.
Yapılan işler birçoğu insanlık onuruyla bağdaşmayan, herhangi bir kuraldan yoksun, işverenin iki dudağı arasında başlayıp biten, yemek, dinlenme paydos saatleri belirsiz işler...
Başbakan bu insanlık dışı koşullarda hayatta kalma mücadelesi veren kadınları bir de sınırdışı etmekle tehdit ederek kadın düşmanlığı yapıyor.
Başbakan bağdakini kovuyor
Kaçak göçmen olarak Ermenistanlılar söz konusu olduğunda, konu, diğer kaçak göçmenlerden de daha vahim bir hal alıyor. Çünkü 1915'te tehcirle bir milyona yakın Ermeni yalnızca ölüme yollanmadı, aynı zamanda mallarına, topraklarına da el kondu.
Çocuklarından hayatta kalanlar, besleme evlatlık, zoraki gelin olarak alıkonuldu, Yani bugün kaçak işçi olarak Türkiye'ye gelen Ermenilerin en azından bir kısmı, büyük ya da büyük büyük anneanneleri/babaanneleri, dedeleri burada doğmuş sürülmüş, yok edilmiş ailelerden geliyor.
Yapılan röportajlarda aile büyüklerinin buralarda doğduğunu söylüyorlar. Bugünkü yoksulluklarında tehcirin de, katliamın ve el konulmanın payı var... Üstelik Türkiye Cumhuriyeti bütün bunlar için bir özür bile dilemediği gibi, bu konunun tartışılma ihtimali gündeme geldiğinde, başbakan, açlık ve yoksulluk yüzünden ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanları yeniden kovmaya kalkıyor.
Başbakan, kaçak göçmenlere değil, Ermeni toplumuna gözdağı veriyor
Başbakan Ermenistanlı göçmenleri işaret ederek ırkçılık yapmakla kalmıyor; ortak muhayyilelerinde kovulma, göç sürgün ve katliam olan Türkiye'deki Ermeni toplumuna ve birçoğunun anaları ataları katliamdan güç bela kurtulmuş diasporadaki Ermenilere gözdağı veriyor...
Kendilerini zaten yabancı olarak gören ve bunun bütün olumsuz sonuçlarını yaşayan kaçak göçmenleri, toprakların asıl sahiplerinin çıkarlarına ortak olan bu çıkarlara hakkı olmadığı halde göz diken ve en ağır ve kimsenin istemediği işleri yaptıkları halde toplumsal olarak yük teşkil eden "ötekiler" olarak konumlandırıyor, ırkçılara hedef gösteriyor.
Kaçak olduklarını vurgulayarak onları suçlu kategorisine sokuyor. Ermeni olduklarını vurgulayarak Türkiye'deki yerleşik Ermeni kökenli vatandaşları, kaçak göçmenleri yerleştirdiği kriminal-tehlikeli alana dahil ediyor. Türk olmadıkları halde bu toprakların imkânlarından yararlandıklarını anımsatıyor.
Soykırım tasarılarının geçmesiyle, Ermenistanlı göçmenler arasında kurduğu ilişkinin kaynağı, Türkiye'de azınlık addedilenlerle ilgili bütün insanlık ve hukuk dışı uygulamaları, saldırıları besleyen gösterilen iyiliğe karşı nankörlük etme- arkadan hançerleme türünden düşünce ve önyargılar.
Başbakan, Ermenistanlı kaçak işçilerin Ermeniliklerinin altını çizerek ve soykırım davasıyla etnik kimlikleri üzerinden doğrudan bağlantı kurarak, bu önyargıları canlandırıyor ve bir tehdit unsuru haline sokuyor.
Üstelik Hrant Dink'in gerçek katilleri henüz mahkemeye bile çıkarılamadı. Üstelik, Ogün Samast'ın emniyette polislerle beraber çekilmiş Türk bayraklı fotoğrafı, Malatya ve Rahip Santoro cinayetleri capcanlı hafızalarda.
Başbakanın dili sürçmüyor
Başbakanın dili sürçmüyor. O, bütün bu düşünceleri içselleştirmiş bir ideolojik gelenekten geliyor. Bu geleneğe ne Maraş, ne de Sivas uzak...
Ayrıca söyledikleri devlet geleneğindeki devamlılık açısından da zihin açıcı... Kulağımıza doldurulan efsanelerden bayağı farklı olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kucak açtığı söylenen azınlıklar, sürgün ve kıyımdan kurtuldularsa, varlıklarını rüşvet vererek sürdürebildiler.
Sık sık beş yüz yıl önce Osmanlı imparatorluğunun, Yahudilere nasıl kucak açtığından, canlarını kurtardığından söz edilmesi boşuna değil. Aç gözlü, zalim egemenler, himmetlerinin karşılığını beklediklerini böyle hissettiriyorlar.
Yahudilere, Ermenilere, Rumlara her fırsatta bu ülkedeki vatandaş değil, varlıklarına hoşgörü gösterilen misafirler olduklarının ve tarihsel nankörlüklerinin hatırlatılması, şantaj politikasının parçası...
Cumhuriyet tarihinde hava yollarının kurulmasında, ülkeyi Batılı ülkelerin seviyesine ulaştırması beklenen her türlü yatırımda azınlık kurum ve kuruluşlarından gelen-beklenen yardımlar bağışlar da tesadüf değil.
Punduna getirdiklerinde nankörlük etmeleri, arkadan hançerlemeleri beklenen bu iç düşmanlara karşı, medyanın da karikatür fıkra ve çeşitli devletengiz kampanyalarla beslediği önyargılar, açgözlü komşuların, üçkâğıtçı yatırımcıların da, yerel yönetimlerin işine yaradı.
Devlet eliyle ya da sivil teşebbüs marifetiyle, birçok azınlık mülkü gönülsüz olarak el değiştirdi ya da düpedüz gasp edildi. Başbakan bunları biliyor, ancak o resmi ve lekesiz tarihi savunuyor.
Hrant Dink'in katillerinin başka cinayetler de işleyecek zihniyetlerle ortalarda dolanmalarından rahatsız değil. Bu konudaki derin bilgileri, yolsuzluk pazarlıklarında malzeme olarak kullanıyor.
Başbakan emekçi-yoksul düşmanlığı yapıyor.
Neo-liberalizmin bütün insani ihtiyaçların en üstüne ve merkezine koyduğu "pazarın" gereksinimleri, yoksul ülkelerdeki birçok kadın erkek ve genci dünyanın zengin ülkelerine göçmen ya kaçak olarak gitmeye yöneltiyor.
İşlerin büyük çoğunluğu güvencesiz geçici ve düşük ücretli işler. İnsanlar kendilerini ve ailelerini doyurabilmek ve yoksulluk sınırında bir yaşam sağlayabilmek için daha gelişmiş olduğu varsayılan ülkelere göçüyor. Birçoğu bunun için yollarda hayatını kaybediyor.
Yani kimse toprağını evini ailesini çoluğunu çocuğunu boşuna bırakıp yabancı bir ülkeye gitmiyor. Bu göçler başbakan Tayyip Erdoğan'ın da partisi AKP'nin de çıkarlarını temsil ettiği küresel sermaye sorumlu.
Bu ülkeler bütün dünyaya ait olan hammadde ve doğal zenginlikleri işgücünü toprağı zengin ülkeler zenginliklerini bugün yoksul kalmış ülkelere borçlu. Türkiye'ye yaptıkları gibi bütün yoksul ülkelerdeki hükümetleri küresel şirketlerin politikalarının aracı haline getiriyor.
Bu iktidarlar sosyal yardım ve güvenceleri yok ederek, insanları düşük güvencesiz işlerde küresel şirketlerin maliyet kalemlerine ucuz girdi olarak dahil ederek, ülkelerinin doğal kaynaklarını küresel şirketlere peşkeş çekerek hizmet ediyor.
Kaçak işçiler bugün dünya işgücü piyasasının etkili bir unsuru. Onları emekçiden saymamak hükümetlerin ve sermayenin işine geliyor. Bunun için sistem tarafından varlıkları kriminalize ediliyor. Böylece istenildiği an sınır dışı edilebiliyor, istenildiği şekilde kullanılabiliyorlar.
Sürekli korku altında yaşadıklarından haksızlıklar adaletsizlikleri karşı çıkmaları zor, resmen var olmadıklarından ücretleri ödenmediğinde, işten çıkarıldıklarında sessiz kalmak zorundalar. İşsizlik ve yoksulluk arttıkça, başka işçilerin razı olmayacakları koşullara razı olan kaçak göçmenlerin tercih edilmesi ırkçılığı kışkırtıyor.
Başbakan ırkçılık ve cinsiyetçilik yapıyor
Erdoğan, Ermenistanlı kaçak göçmen kadınların ve çocukların bu güvencesiz açlık pahasına ve korkunç koşullardaki var oluşu pazarlık konusu yaparken, bütün kaçak göçmenleri değil yalnızca Ermenileri hedef alarak ırkçılık yapıyor.
Ancak zaten göçmen işçiler özellikle kaçak göçmenler Ermeni olsalar da olmasalar da bütün dünyada, ırkçılığın yeni nesneleri... Almanya'daki Türkiyeliler gibi...
Göçmen emeğini düşük ve niteliksiz emek olarak konumlandıran ve sisteme böyle bir girdiyi mümkün kılan da ırkçılık...
Batılı ülkelerde özellikle yoğun göçmen emeği ondan önce köle emeğiyle güçlenmiş ve zenginleşmiş ekonomiler, göçmenleri topluca sınır dışı etme uygulamalarını ve tehdidini yıllarca gözdağı verici, disipline edici bir ırkçı pratik olarak kullandı. Hala da kullanıyor.
Dünyanın sömürülerek zenginlikleri ve doğal kaynakları yok edilmiş ülkelerinden göçen, ekmek ve yaşam peşindeki emekçiler, yoksullar dünyanın her yerinde yeni tehlikeli azınlıklar olarak görülüyor.
Sistem bu emeği ucuza getirmek için hem şiddeti hem de emeğe el koymayı meşrulaştıran azınlıklar yaratıyor. Kadınlar-Kürtler-Romanlar-Ermeniler-Yahudiler-Rumlar- işçiler-yoksullar- madde bağımlıları- çocuklar...
Çünkü başka insanların çalışamayacakları koşullara ve ücretlere razı olan bu insanların emeği aynı kadınların ücretsiz ev- içi emeği gibi ekonominin işlemesinin teminatı...
Bunu ırkçılık ve cinsiyetçilikle sağlıyor. Irkçılık ve cinsiyetçilik hem düşük ücretlere zemin hazırlıyor hem de bu mekanizmalarının görünmez olmasına hizmet ediyor.
Cinsiyetçilik hem kadınların sosyal ve kamusal alandaki var olmasını güçleştiriyor hem de çalışan kadınları niteliksiz düşük ücretli itibarsız işlere mahkum ediyor. Irkçılık aynı cinsiyetçilik gibi emek gücünün çok düşük ücret ya da ücretsiz olarak kullanılabilmesine zemin hazırlıyor..
Başbakanın ekonomisi göçmen ve ücretsiz kadın emeğine muhtaç...
Sermaye göçmenlerin, yabancı ve kaçak işçilerin kapı dışarı edilmesinden değil, ırkçılığın yardımıyla içerde tutulmasını istiyor. Sistemin savunmasız hale getirdiği, iki yüz lira için bütün gün çalışan insanları, bu insanlık dışı koşullarda çalıştırmayı lütufmuş gibi gösteren Başbakan kaçak göçmenleri sınırdışı etmek istemiyor.
Tam tersine onları yarı aç yarı tok bir emek gücü olarak burada tutmak istiyor. Büyük sermaye, kaçak işçi çalıştırmasa bile yan sanayi ve taşeronlar yoluyla göçmen ve kaçak işçi emeğinden yararlanıyor. Bunları maliyete ucuz girdi olarak ekliyor.
Ayrıca, düşük orta gelirli birçok hanede, kadınların çalışması için bile çocuk ve evdeki yaşlıların bakımının çözülmesi, evişlerinin en azından bir bölümünü üstlenilmesi gerek. Bu da ermenistanlı ya da değil göçmen emeğiyle çözülüyor.
Ülkemizde Ermenistanlılar dışında, Azerbaycanlı, Gürcistanlı, Türkmenistanlı, Abhazyalı, Kırgızistanlı birçok kadın ev işi-çocuk bakımı ve yaşlı bakımı sektörünün elemanları ve korkunç bir insan ticaretinin parçası.
Erdoğan bilerek ve isteyerek göçmen emeğini kapı dışarı etmiyor. Irkçılıkla ve cinsiyetçilikle görünmez kılınan ve ikincilleştirilen ve ucuz ve güvencesiz işlere yöneltilen göçmen emeği ve " ırkçılıktan aşağı kalmayan bir yabancı düşmanlığı olan" cinsiyetçiliğin hedefi olan kadınların emeği ekonominin ayakta durması için elzem.
Başbakan kadınların üçer dörder doğurmasını bunun için istiyor. Doğursunlar ki, hayatta çocuk doğurmaktan ve bakmaktan başka bir amaçları olduğunu kendileri de unutsun. Kadınların kimliğini doğurma yetileri ve cinselliklerine hapseden ataerkil sistem güçlensin.
Kız çocukları nasıl olsa evlenecek ve doğuracak diye okutulmasın, Erkeğin kadın üstündeki sahiplik ve tahakküm ilişkisi güçlensin. Kadınlar üçüncü sayfalarda boğazlanıp dursun.
"Namus cinayeti"ne kurban gitmediklerinde, eviçlerinde sessiz sedasız hayatın yükünü taşımaya, dünyadaki işlerin üçte ikisini yapıp, gelirlerin yüzde beşini, mal varlığının yüzde birini almaya devam etsinler.
Kadınlar evde kölelik yapsın ki, kocaları da sermayeye kölelik edebilsin. Kadınların görünmeyen emeği düşük ücretleri telafi etsin, sermaye birikimi ve kâr mümkün olsun.
Kadınlar, ülkelerinde kalamayacak kadar zor duruma düştüklerinde, gittikleri ülkelerde ev işlerinin devamı olarak görülen işleri yapsınlar; bu kez sınır dışı edilme korkusuyla, çocuklarından sevdiklerine hasret, para biriktirme telaşıyla her şeyden yoksun yine evlere kapansınlar.
Başbakanın elçisi olduğu Küresel sermaye de bunu istiyor.
Başbakan hiçbir konuda gaf yapmıyor, ayıp etmiyor, Türkiye'yi güç duruma düşürmüyor, sürçü lisan etmiyor; tam da söylemek istediğini söylüyor, yumurtladıkça yumurtluyor. O kadar çok yumurtluyor ki, ona kuluçka dayanmıyor.
Etkili ve yetkili zevata yumurta atmanın, neden evrensel kabul gören bir muhalif eylem biçimi olduğu ortada...
Bu çürük yumurtalar tavada kırılacak cinsten değil. (AD/BA)