Türkiye’de çok güçlü bir kumar kültürü var. Mesele, pandemi döneminde her türlü tehlikeyi göze alarak kağıt oynamak için kahvehanelere doluşanlar değil. O daha çok, hayatına zorunlu ihtiyaçlar dışında bir zenginlik katamayan insanların çaresizliği ile ilgili bir durum.
Memlekette sıklıkla yaşanan skandallar arasında kumar bağlantılı olanlar hiç eksik kalmıyor. Spora dayalı talih oyunları giderek çeşitleniyor. İnternet, yasa dışı bahis sitelerinden geçilmiyor. Bunların dışında, saadet zinciri türünden inanılması güç kazançlar vaat eden türlü çeşitli yatırım önerileri var. Salim kafayla düşününce yanına yaklaşılmayacak bu önerilere, “ya tutarsa” diye rağbet gösteriliyor.
Kripto para
Son olarak gündeme gelen kripto para dolandırıcılığı söz konusu kültürün ne kadar güçlendiğinin bir göstergesi. En az birkaç şirketin bu işi dolandırıcılığa çevirdiği anlaşılıyor. Patronu yurtdışına kaçan bir şirketin 400 bine yakın müşterisi olduğu ortaya çıkmış. Dünyada en çok kripto para işlemi yapılan ülkelerden birinin Türkiye olduğu yazılıp çiziliyor.
Bu başlı başına tuhaf bir durumun ifadesi. Kripto para bütün dünyada çok az bilinen bir araç. Türkiye’deki insanların eğitim düzeyi, genel kültürü, dünyaya açıklığı vs dikkate alındığında çok daha az insanın bilgi sahibi olması lazım. Buna rağmen bir sürü insan bu piyasaya giriyor, 50 dolardan milyonlara varana kadar yatırım yapıyor.
Bitcoini duyuyorlar, ne olduğu hakkında hiçbir fikirleri yok. Bilmiyorlar ama bilmeye gerek olmadığını düşünüyorlar. Sonra gidip “oynuyorlar”. Benzer insanlar bir ara da borsaya meraklıydılar ve yine oynamak kavramını kullanırlardı.
Herkesin oyunu farklı
Bir bakıma bu tavrın olağan olduğu söylenebilir. Sonuçta kapitalizm risk almayı öne çıkaran bir hayat tarzına dayanır. Risk, kazanma ihtimalinin yanında kaybetme tehlikesinin de mevcut olduğu bir hali ifade eder. Risk ne kadar büyükse o riski içeren yatırımın daha çok kazanç vaat etmesi gerekir.
Fakat risk, herkes için aynı şey demek değildir. Birçok konuda olduğu gibi risk de zenginler için başka yoksullar için başka işlev taşır.
Servet sahibi insanlar için risk almak daha kolay ve karlıdır. Riske girilen meblağ, toplam servet içinde görece küçük bir pay tutar. Böylelikle yatırım yapılan alan çok riskli olsa bile, yatırımcı açısından, servetin küçük bir kısmı riske sokulmaktadır. Bu nedenle zenginler daha kolay risk alırlar. Riskli yatırımlar riski düşük olanlardan daha çok gelir getirdiğinden, servetlerinin sürekli büyüme olasılığı daha yüksektir.
Böyle bakınca zenginlerin zorunluluktan kaynaklanmayan, hesap edilmiş ve aslında bedeli göründüğünden düşük olan risklere girdiği görülür. Onlar için risk almak, kaybetme ihtimali mevcut olsa bile, akılcı bir tercihtir.
Oysa yoksullar için böyle bir durum söz konusu değildir. Yoksullar büyük ölçüde çaresizlikten riske girer. Hedefledikleri duruma olağan koşullar altında ulaşma umutları kalmadığı için risk alırlar. İhtiyaçlarını karşılayacak olanakları yoktur, yasa dışına düşmek istemezler, kendilerine sunulan alanlarda risk alırlar. Risk almayı kabullenirler.
Belki de, günümüzün yarışmaya, tüketmeye, güç göstermeye dayalı toplumsal yapısında, ihtiyaçlarla hırsları birbirinden ayırmanın zorluğunu da hesaba katmak lazım. Bunları karşılama olanağına ya da yeteneğine sahip olmayanlar da kendini risk almak zorunda hissedebilir. Kripto para dolandırıcılığına maruz kalanlar arasında gençlerin çok olması da bununla ilgili olabilir.
Talihin yön verdiği hayatlar
Bireylerin yaşamını her şeyden daha çok şansın, talihin belirlediği bir ülkede yaşıyoruz. Önemli önemsiz, nitelikli niteliksiz herhangi bir işte çalışmaya hazır o kadar çok aday var ki, bunların arasından en uygununu saptamak mümkün değil. Şansı olan işe giriyor. Biraz daha şansı varsa sigorta da yapıyorlar. Şansı ne kadar yaver giderse gitsin sendikalı olamıyor. O kadar da değil, iş güvencesi olmayacak, şansı varsa işten atılmaz.
Böyle bir sürecin ne kadar geçerli olduğunu herkes içten içe hisseder. Emek değersizdir, insanların hayallerini gerçekleştirmeye yetmez. Zaten emeğe saygı duyulmasına yol açacak bir ideolojik iklim de mevcut değildir. Emek vermekle yetinmek yenilgiyi baştan kabul etmek gibidir.
Bilgi de değersizdir. Bilim teknoloji bizim dışımızda oluşan, bize yabancı diyarlarda yaşayan birilerinin ürettiği ve sonuçları işimize yarayan işlerdir. Bizim bilgi edinmemiz gerekmez. Şirketlerimiz bile araştırma-geliştirmeye para, emek ve zaman harcamaktansa, bir yerlerden satın almayı tercih eder.
Böyle bir ortam kendi kültürünü yaratır. Bu kültürde düşünmek, kafa yormak bile gereksiz bir gayret olarak algılanabilir. Televizyonlardaki bilgi yarışmalarında dahi “aklına ilk gelen doğrudur” gibi anlamsız bir inancın bu kadar yaygın olmasını nasıl açıklamalı? Akla gelmesi düşünerek bulmaktan daha kolay olduğu için mi acaba? İnsan başka ülkelerde de düşünmeyi alaya alan atasözleri olup olmadığını merak ediyor.
Bu kültür, akla değil kurnazlığa değer verir. O kadar ki, akıl ve kurnazlık arasında fark görmez, hatta akıl derken kurnazlığı kasteder. Önündeki problemi bir kurnazlık bularak atlatmak en büyük başarıdır. Kurnazlık kumara yatkındır. Bedelini ödemeden işini halletmeyi esas alır, bu yüzden değerli bulunur.
Önüne ardına bakmak
Türkiye’de kültür, biraz da kutsallık atfedilerek, değişmez bir yapı gibi tarif edilir. Oysa kültür coğrafyadan teknolojiye kadar bir dizi faktör tarafından sürekli değiştirilir. Kumar kültürü de değişir. Ancak bunun için önce ülkeye hakim olan anlayışın değişmesi gerekir.
Zira bu kültürün bireylerin davranışlarını belirlemesi de bir sorundur ama ülkeyi yönetenlerin dünyaya bakışına hakim olması çok daha vahimdir. Böyle bir kültürle uygar, akılcı, huzurlu bir hayat tarzı oluşturulamaz. Bunun için, ülkeyi yönetenlerin yaptıkları işin önüne ardına bakması lazımdır. Yani her eylemin hayatın bütün alanlarındaki dengeleri etkileyeceğini düşünmek, bu etkilerin sonucunu hesaplamak, ortaya çıkacak yeni durumu planlamak gibi işlevler yürütülmelidir. Bunlar çok da zahmetli değildir, paldır küldür gidilmesin yeter.
Mesela sınırlarımızı 17 saniye boyunca geçti diye Rus savaş uçağının peşine düşüp vurmak, sonra da bunu gururla açıklayıp alkışlanmak; bakarsın doların değerini düşürürüz de faizleri artırmaya gerek kalmaz diye 128 milyar doları piyasaya saçmak; dış dünyadan tedarik edilecek malzemeleri hesaba katmadan orada burada askeri maceralar peşinde koşmak; Avrupa’da turizm rezervasyonlarının yapılması beklenirken memleketin dört bir yanında kalabalıkları toplama gayretine girmek, bu kültürle yakından ilişkilidir. Ne de olsa göç yolda düzülür, düşün düşün ne olacak.
Devletin gereksiz risk alması bireylerin gereksiz risk almasından çok daha tehlikelidir. Devletin ülkeyi kumara sokmaması gerekiyor. Aklı başında bir yönetim ile böyle bir endişe zaten söz konusu olmazdı.
(BD/NÖ)