Ülkenin en popüler eğlencesi futbol maçları başladı. Bu sezon Süper Lig'de oynayacak takımlara Pendikspor da katıldı. Süper Lig'deki İstanbul takımlarının sayısı yine 8 oldu.
Ligdeki takımların aşağı yukarı yarısı İstanbul'un muhtelif semtlerinin adını taşıyor. Süper Lig, Osmanlı'nın son döneminde kurulan İstanbul Futbol Ligi'ne her sezon biraz daha benziyor.
Futbolda nereden nereye
Türkiye'deki hemen her şey gibi futbol da İstanbul'da başlamıştı. Memleketin her tarafındaki futbol meraklıları İstanbul takımlarını izlerdi. Bunlara Ankara ve İzmir'in birkaç takımı eklenmişti. Ankara takımlarının çoğu da kamu kurumlarınca finanse ediliyordu.
Futbolun yerel düzeyden çıkarak ülke çapında bir yarışma haline gelmesi 1959 yılında kurulan Türkiye 1. Futbol Ligi ile başladı. Ligdeki 16 takımın 8'i İstanbul takımıydı. Ankara'dan ve İzmir'den de dörder takım alınmıştı.
Futbolun popülaritesi arttıkça hükümetler de ülke çapında yaygınlaştırma çalışmalarına giriştiler. Sanayi gibi, altyapı yatırımları gibi futbolun da Anadolu'da yayılması başarı olarak görüldü.
Anadolu takımlarının başarı kazanması hükümetlerin övündüğü bir konu oldu. Anadolu'da ilk parlayan takım Eskişehirspor oldu. Buna o kadar önem verildi ki, Eskişehir ile ilgisi olmayan birçok insan takımına hayranlık duydu, destekledi. Sonra Trabzonspor öne çıktı. Onları diğer takımlar izledi.
Türkiye'de kentleşmenin ve sanayileşmenin yaygınlaştığı ölçüde futbol da yaygınlaştı. Ülkenin her tarafında olmasa da, önemli merkezlerinde güçlü futbol takımları kuruldu.
AKP'nin iktidara geldiği 2002-03 sezonunda Süper Lig'deki 18 takımın 4'ünü İstanbul, 14'ünü Anadolu takımları oluşturuyordu. AKP döneminde bu eğilim tersine dönmeye başladı. İstanbul takımlarının sayısı 2022-23 sezonunda 8'e ulaşmıştı.
O sezonda 19 takım vardı. 2023-24 sezonunda Süper Lig takım sayısı 18'e düştü ama İstanbul'un hala 8 takımı var. Ümraniye düştü, yerine Pendik çıktı.
İstanbul'un bütün semtlerinin takımları bir gün Süper Ligi tadacak gibi görünüyor.
Futbolun sadece futbol olmadığı sıklıkla söylenir. Aslında toplumsal yaşamda hiçbir şey sadece kendisinden ibaret değildir. Bu bakımdan, eğer belli bir dönemde bir konuda belirgin değişiklikler yaşanmışsa, bunu dönemin diğer göstergeleri ile birlikte düşünmek gerekir.
İstanbul'dan Anadolu'ya
Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin hiçbir döneminde başarılı, bilimsel, modern bir mekan planlaması yapamadı. Her dönemde ciddi bölgesel dengesizlikler yaşandı, insanlar oradan oraya savruldu, şehirler çirkinleşti, köyler boşaldı.
Fakat yarım yamalak da olsa, her dönemde mekan kaygısı gözetildi, dengesizlikler tamamen piyasaya terkedilmedi, müdahale çabaları gösterildi.
Bu konuda ilk olarak 1930'lu yılların sanayi planlarından söz etmek gerekir. Kamunun ilk sanayi yatırımları titizlikle Anadolu'nun farklı şehirlerine dağıtıldı. Tarımdan başka üretim tanımayan şehirler sanayi ile tanıştırıldı. Doğru fakat zayıf bir hamleydi.
1950'li yıllar bütün merkezlerin karayolları ile bağlanmasına çalışılan yıllardı. Karayolu politikasına yönelik eleştiriler bir yana, kamu yatırımları aracılığıyla pazarın bütünleşmesini ve yaygınlaşmasını hedef alan önemli bir aşamaydı.
Anadolu'nun bütün yerleşimleri ulusal pazara bu şekilde katıldı.
1970'li yıllarda -yükselen Kürt hareketine karşı tedbir almak için de olsa- planlama kapsamında Kalkınmada Öncelikli Yöreler kavramı gündeme getirildi. En az gelişmiş bölgelerden başlayarak, özel sektör yatırımlarının Anadolu'ya yayılması için özel teşvikler uygulandı.
Bu politikaların hiçbiri sorunu çözmeye yetmedi. Türkiye'de bölgeler ve yerleşimler arasında denge sağlanamadı. Ancak yetersiz de olsa, sorunlara boş vermeyen, piyasanın işleyişine terketmeyen bir tavır vardı.
Bu kadarlık bir çabanın dahi önem taşıdığı, AKP iktidarını yaşadıktan sonra daha iyi anlaşıldı.
Anadolu'dan İstanbul'a
AKP döneminin mekanla ilgili politikalarının iki temel özelliği var. Birincisi; özel sektör yatırımları ile ilgili olarak ne bölge planlamasına ne de kent planlamasına dair kaygı taşır.
Kural koymaz, kriter belirlemez. Kriterlerin kaldırılmasını yatırımların önünü açmak olarak görür. "Taş üstüne taş koymak" bir marifet gibi yüceltilir.
İkincisi; dönemin kamu yatırımlarında denge, plan, maliyet, çevre, fizibilite, sektörler arası bağlantılar hatta akıl gibi kavramlara pek yer yoktur. Esrarengiz bir gerekçeyle yatırım kararları alınır.
Memleketin başına bela olan kamu yatırımlarının hemen hepsi de ya İstanbul'dadır ya da İstanbul bağlantılıdır. Bu durumu resmi verilerden izlemek de mümkün.
AKP'den önce, 2000'li yılların başlarına kadar toplam yatırımların yüzde 7-8 kadarı İstanbul'da yapılıyordu. AKP'nin iktidara gelmesiyle bu oran hızla değişti. Daha 2005 yılında yüzde 9'a ulaşmıştı.
Son yıllarda yüzde 12-13 arasında değişiyor. Bu rakamlar birkaç ili kapsayan yatırımları içermiyor. Örneğin İstanbul-Ankara, İstanbul-İzmir otoyolları, Körfez geçişi gibi yatırımları kapsamıyor.
Kamu özel bütün yatırımlar İstanbul'a yönelince, gelirin de orada yoğunlaşması artıyor.
TÜİK verilerine göre, İstanbul'un GSYH'dan aldığı pay 2001 yılında yüzde 21 kadardı. Bu oran yirmi yıl sonra yüzde 30'u aştı. İstanbul'un payı finans ve sigorta sektöründe yüzde 60'ı, bilgi ve iletişimde yüzde 65'i aşıyor.
İstanbul'un nüfusu Türkiye toplamının yüzde 18'i dolaylarında. İşgücüne katılan her beş kişiden biri İstanbul'da yaşıyor.
Bu kadar büyük nüfusa rağmen İstanbul'da işsizlik oranı Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Diyarbakır gibi büyük şehirlerin ve bütün Güneydoğu illerinin altında. İnsanların İstanbul'a göç etmesi için ciddi sebepler var.
Para neredeyse futbol orada
Anadolu futbolu İstanbul ile rekabet edemiyor çünkü Anadolu hiçbir konuda İstanbul'la rekabet edemiyor. Sanayisi ancak kayıt dışı, boğaz tokluğuna çalışan kaçak emekle varlığını sürdürüyor.
Nitelikli insangücü İstanbul'a kaçıyor. Şirket merkezleri İstanbul'a kayıyor.
Tarım günden güne siliniyor. Artık Anadolu şehirleri futbolu finanse edemiyor.
Bütün bu göstergeler bize iki şey söylüyor. Birincisi; AKP'nin Anadolu sermayesini temsil ettiğine ve bu nedenle İstanbul burjuvazisinin tepkisini çektiğine dair görüşlerin maddi dayanağı yoktur.
Bunlar AKP'nin peşine takılmaya mazeret arayan liberal iktisatçıların artık inandırıcılığı kalmamış gerekçeleridir.
İkincisi; aklın ve bilginin yerini başka saikler alırsa, verilecek zararlar olağanüstü boyutlara ulaşabilir.
Tayyip Erdoğan'ın İstanbul'u da futbolu da çok sevdiği söylenir. Öyle olduğunu kabul edelim ama bu biraz kadın cinayetlerinde karşımıza çıkan sevgi türünü çağrıştırıyor.
21 yıllık iktidarının sonunda İstanbul'un hali de ortada, futbolun hali de.
(BD/NT)