Ekonomideki bütün göstergelerin yetersiz olduğu, bilinen bir şeydir. Her gösterge mevcut durumun küçük bir parçasını yansıtır. Bu nedenle amaca uygun olarak bir gösterge seçmek çoğu zaman tercih edilen, kullanışlı bulunan bir uygulamadır.
Eğer ekonominin durumu hakkında gerçekten anlamlı bir görüş edinmek isteniyorsa, kullanılan gösterge sayısını artırmak gerekir. Bunun en tipik örneği milli gelir rakamlarıdır. Ülkenin milli gelir düzeyi öteki ülkelere göre hayli yüksek olabilir. Fakat bu durum çoğu zaman nüfusla ilgilidir. Gerçek durumu daha iyi anlamak için kişi başına milli gelir rakamına bakılır ve genellikle ülkeler arası sıralamanın değiştiği görülür. Bu verinin de yetersiz olduğu söylenebilir, zira her ülkede fiyat düzeyleri farklıdır. Kişi başına geliri ülkedeki fiyat düzeyi ile ilişkilendirmek daha doğru olacaktır. Bunun için de satınalma gücü paritesine göre kişi başına gelir hesaplanır.
Tabii herkes aynı geliri elde etmediğinden, kişi başına gelir rakamları da kendi başına fazla bir şey ifade etmemektedir. Bu nedenle sıra gelir dağılımı verilerine gelir. Gelir dağılımı yüzde 20’lik beş eşit nüfus grubuna göre hesaplanır. Bu yöntem bir fikir verir ama somut politikalar geliştirmeye yaramayacak kadar soyut bir tasnif çıkardığı için yetmez. Üzerine sınıfsal, bölgesel gelir dağılımları hesaplanır. Son sıralar nüfusun yüzde 10 ve yüzde 90 grupları için, hatta yüzde 1 ve yüzde 99 grupları için de gelir dağılımı hesaplamaları yapılıyor.
Yalnız gelirle yaşanmaz
Bu hesaplar genelden özele doğru giderek, ücret, asgari ücret, ücret-enflasyon ilişkisi gibi derinleştirilebilir. Fakat bu sayılanların hepsi de gelir ile ilişkili göstergelerdir. Oysa bir insanın ihtiyaçları hatta huzuru sadece geliri ile karşılanamaz.
Gelir elbette ki önemli. Eğer toplumun en çok gelir sahibi yüzde 1’i veya –hadi biraz daha iyimser olalım- yüzde 10’u içindeyseniz, mesele yok. Gelirinizle bütün sorunlarınızı halledersiniz, belli mi olur huzur bile bulabilirsiniz.
Fakat kalan yüzde 90 için hiçbir gelir artışı yeterli olamaz. Kimsenin hevesini kırmak istemem ama gelirleri hiçbir zaman ilk yüzde 10’a girecek kadar artmayacak. Her zaman kendi geliri dışında bir takım hizmetlerin varlığına ihtiyaç duyacaklar. Bu nedenle gelirin ötesinde bazı göstergeleri de kullanmamız gerekecek.
Burada söz konusu olan insanların refahını artırmaya yönelik kamu hizmetleridir. Refah, insanların ihtiyaçlarını karşılayabilmesini ifade eden bir kavramdır. İhtiyaçların bir kısmı kazanılan gelirle, bir kısmı da kamu hizmetleri ile karşılanır. Toplumun geniş kesimleri ihtiyaçlarının bir kısmını kamu hizmetleri ile karşılamak zorundadır.
Koca bir metropolde her gün işinize helikopter ile gitme imkanınız varsa, ulaşımla ilgili kamu hizmetine ihtiyacınız yok demektir. Aksi takdirde geliriniz dışında bir hizmete ihtiyacınız var. Bu nedenle geniş kitlelerin refahını sadece gelirlerine bakarak anlamak mümkün değildir. Ne kadar kamu hizmeti veriliyor ve bu hizmetlerden ne kadarı geniş kitlelerin ihtiyacını karşılamaya yönelik. Bu soruların cevapları gelir düzeyi kadar önemlidir.
Bu cevapları sayısallaştırmak belki daha iyi anlaşılmasına yol açabilir. Kamu hizmetlerinin düzeyi için en temel gösterge, genel devlet harcamalarının GSYH içindeki payıdır. Bu pay AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında yüzde 40 düzeyinde iken, 2022 yılında yüzde 29’a kadar düştü. 2023’ün rakamları hala değiştiği için kullanamıyoruz.
Dünya Bankası verilerine göre bu oranın dünya ortalaması yüzde 32, OECD ortalaması yüzde 34, Avrupa Birliği ortalaması yüzde 41. Bazı ülkelerde çok yüksek; Yunanistan yüzde 56, Avusturya yüzde 50, Fransa yüzde 50, İtalya yüzde 49, Britanya yüzde 44. Bazılarında da çok düşük; Kanada yüzde 23, Arjantin yüzde 23, Japonya yüzde 22, İran yüzde 20, Hindistan yüzde 16.
Temel ihtiyaçlar öncelikli değil
Refah öncelikle kaliteli ve yaygın bir kamu hizmeti gerektiriyor. Ama tabii ki her kamu harcamasının nüfusun yüzde 90’ına yönelik hizmetlerde kullanıldığı düşünülmemeli. Kimsenin kullanmadığı yatırımlara, bürokrasinin şatafatlı harcamalarına, bitmez tükenmez silah ihtiyaçlarına, önüne gelene dağıtılan teşviklere giden paraların dışında kalan harcamaları kamu hizmeti sayabiliriz. Bunlar da eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, konut gibi en temel ihtiyaçları karşılamaya yönelik harcamalardır.
Genel olarak kamu bütçesi daralırken kamu hizmetlerinin büyümesi pek beklenemez zaten. Nitekim sağlık harcamalarının GSYH içindeki payı da sürekli düşüyor. Sağlık harcamalarının payı 2002 yılında yüzde 5,1 iken, 2021 yılında yüzde 4,6’ya kadar düşmüş.
Bu oran OECD ülkeleri içindeki en düşük oran. Türkiye’den sonraki en düşük oran Meksika’ya ait, o bile yüzde 6,2. Komşumuz Yunanistan’da sağlık harcamalarının GSYH’daki payı yüzde 9,5. OECD ortalaması yüzde 9,7. En yüksek oran Almanya’da, yüzde 12,8.
Eğitimle ilgili rakamlar iç karartıcı. Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin GSYH içindeki payı 2002 yılında yüzde 2,1. Bu oran 2016 yılında yüzde 2,9’a kadar yükselmişse de 2022 yılında geldiği yer yüzde 1,3. Milli Eğitim Bakanlığı ve Yüksek Öğretim Kurulu bütçelerini birlikte ele alırsak, 2022 yılı itibariyle yüzde 3,1’e ulaşıyor.
Oysa kamu eğitim harcamalarının GSYH içindeki payının Avrupa Birliği ortalaması yüzde 5. Bu oran yüzde 7,3 ile en yüksek İsveç’te. En düşüğü de yüzde 3,1 ile Romanya’da.
Konut yatırımları ile ilgili kamu harcamalarında önemli artışlar var fakat bunların toplumsal bir ihtiyacı karşılamaya yönelik olmadığı açıkça görülüyor. Dünyada da Türkiye’de de orta ve düşük gelirli kesimlerin konut ihtiyacı kooperatifler eliyle sağlanır. 1980’li 90’lı yıllarda konut üretiminin üçte biri kamu destekleriyle, kooperatifler tarafından karşılanıyordu. 2002 yılında toplam konut üretimi içinde kooperatiflerin payı yüzde 32 idi. Şimdi yüzde 1.
Sosyal güvenlikle ilgili olarak, emekli maaşlarının asgari ücretin altına ilk kez bu dönemde düştüğünü söylemek yeterli sanırım.
Bu veriler bize gelir artışı ile yetinmenin hiçbir şeyi çözemeyeceğini söylüyor. Tabii ki ücretler artsın, asgari ücret yükselsin, herkes gelirini yükseltmek için ne yapabiliyorsa yapsın, hangi mücadeleyi verebiliyorsa versin. Fakat ne yapılırsa yapılsın, kamu hizmetleri gelişmedikçe ve yaygınlaşmadıkça refah sağlanamayacaktır. Bunlar yaşamak için zorunlu ihtiyaçlar. Bunların hepsinden önemli olan özgürlüğe, barışa, adalete, hukuka daha girmedik.