Bölgesel asgari ücret önerisi yine gündemde. Adettir, enflasyon nedeniyle asgari ücret her zamankinden beter bir seviyeye düştüğünde, bir işveren örgütünün aklına bölgesel asgari ücret gelir. Böyle dönemlerde yoksulluğun derinleşmesi karşısında hükümetin fazla direnmesi zordur, zaten hepsinin içini seçim korkusu basmıştır. Hiç olmazsa bazı işyerlerinde maliyeti düşük tutmak için tek çare olarak bölgesel asgari ücret ortaya atılır. Asgari ücretin düşük tutulması açıkça istenmez fakat bölgesel farklılaşma yoluyla esneklik sağlanması talep edilir.
Türkiye’de zaten 1967-1974 yılları arasında bölgesel asgari ücret uygulanıyordu. Ülke altı bölgeye bölünmüştü. Bölge sayısı sonra dörde indirildi. Asgari ücretin en düşük olduğu bölgedeki ücret, en yüksek olduğu bölgedeki ücretin yüzde 80’i kadardı. Sonra ulusal düzeyde asgari ücrete geçildi.
Türkiye’de hiçbir konu tartışılıp, bitirilip kenara kaldırılamıyor. Yüz küsur yıllık konular hâlâ gündeme gelebiliyor. Bu konu kapanmamış mıydı diyorsunuz, yok hayır kapanmamış. Her şey yeni baştan tartışılıyor. Bu sefer süre biraz daha az, yaklaşık yarım asırlık bir konuyu tekrar tartışmaya başladık.
Bölgesel asgari ücret uygulamasına geçilmemesi için bir değil, çok sayıda sebep var. Bunları kısaca sıralamak gerekecek.
Bütün dengeleri altüst etmek
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) asgari ücretle ilgili 26 sayılı sözleşmeyi 1928 yılında kabul etti. Asgari ücret, çalışan kişinin salt insan olması nedeniyle uygun bir yaşam düzeyini hak ettiği görüşünden hareketle dünyanın gündemine geldi.
Demokratik ilişkiler dahilinde, çalışanların insanca koşullar altında yaşaması için gereken ücret düzeyini sendikal mücadelenin sağlaması beklenir. Ancak, işe yeni başlayanlar, küçük işyerlerinde çalışanlar, sendikalaşmanın zor olduğu iş kollarına girenler gibi gruplar için asgari ücret bir çözüm olarak düşünülmüştür.
Oysa Türkiye gibi sendikalaşma oranının yüzde 15’in dahi altına düştüğü bir ülkede, asgari ücret ortalama ücret anlamına gelmektedir. Sendikaların esamesinin okunmadığı ortamda, ortalama ücret devlet ile işveren örgütlerinin ortak kararıyla oluşmaktadır.
Bölgesel asgari ücret talebi ile yoksul bölgelerdeki ortalama ücretlerin yoksul olmayan bölgelerdeki ortalama ücretlerden daha düşük olması öneriliyor. Gerekçe olarak da, yoksul bölgelerde fiyat düzeyi daha düşük olduğundan, daha düşük bir ücretin yaşamak için yeterli olacağı öne sürülüyor. Türkiye’de bölgeler arasında büyük dengesizlikler olduğu ve yoksul bölgelerde fiyatların daha düşük olduğu doğrudur. Fakat bu gerekçe kullanılarak getirilen öneri, bu dengesizliği daha da artıracak yöndedir.
Dünyanın her yerinde ortalama ücret ile kişi başına gelir arasında olumlu yönde ilişki vardır. Herhangi bir ülkenin, bölgenin, şehrin geliri orada elde edilen gelirlerin toplamından oluşur. Düşük gelirli bir bölgedeki ücretler yüksek gelirli bir bölgedeki ücretlerden daha düşük tutulursa, bölgeler arası denge asla sağlanamayacak demektir. Bölgesel ücretlerin farklılaştırılması, bölgesel dengesizliklerden rahatsız olunmadığının göstergesidir. Gelir dağılımındaki bozuklukların aynı şekilde devam etmesini istemek demektir.
Öneri kendi içinde bir çelişki taşıyor. Bölgesel dengesizlik gerekçe gösterilerek dengesizlik daha da pekiştiriliyor. Asgari ücretin düşürülmesi bölgedeki toplam geliri azaltacaktır. Toplam gelirin azalması bölgedeki iç talepte azalmaya yol açabilecek, bu da yerel işletmeleri zor duruma sokabilecektir. Sonuçta, dengesizliğin daha da şiddetlenmesi riski yüksektir.
Gelirin hem sınıfsal hem de bölgesel dağılımındaki dengesizliklerin sürmesi, zaten var olan toplumsal sorunların şiddetlenmesine yol açacaktır. İlk önce ücretlerin düşük olduğu bölgelerden yüksek olduğu bölgelere yönelik bir göç hareketinden söz etmek lazım. Farklı ücret uygulaması açıkça büyük kentlere göçü teşvik anlamına gelecektir.
Burada, tam tersine, düşük ücret nedeniyle işverenlerin yatırımlarını yoksul bölgelere taşıyabileceğine ilişkin görüşler öne sürülür. Oysa bu ülkede yarım asırdan fazla zamandır yoksul bölgelerde yatırım yapılması için olmadık teşvikler verilmiş ama hiçbiri işe yaramamıştır. Yatırım yapılması için girişimciye doğrudan para verilmesinin bile işe yaramadığı ülkede, düşük ücret nedeniyle yatırımını taşıyacak kimse olamaz. Kaldı ki, ücretlerin düşmesi ile sağlanacak istihdamın, bölgedeki gelir azalmasını telafi edecek ölçüde olması mümkün değildir.
Bölgesel asgari ücret demek, fiilen ortalama ücretleri biraz daha düşürmek demektir. Bu da, Türkiye’nin yirmi yıldır sürdürdüğü, düşük ücrete dayalı ucuz mal ihracatını esas alan bir ekonomi anlayışında ısrar ettiğinin göstergesidir. Teknoloji geliştirmeye, bilime ağırlık vermeye, insangücü kalitesini yükseltmeye hiç niyeti olmayanların talebidir. Geri teknolojiye dayalı büyüme modelinin devam edebileceğine inanıldığı anlaşılmaktadır.
Yüksek ücret kime, düşük ücret kime
Bu konuda bir de bölgesel asgari ücret düzeylerinin saptanması ile ilgili sorunlardan söz etmek gerekiyor. Bölgesel asgari ücret belirlenirken, bölgelerin ortalama kişi başına gelirleri ile o bölgede uygulanacak asgari ücret arasında ilişki kurulur. Bölgesel asgari ücretler arasındaki farkın bölgesel kişi başına gelirler arasındaki farka göre belirlenmesi beklenir.
İlk sorun istatistiklerle ilgilidir. TÜİK’in sorunlu istatistikleri sadece işsizlik ve enflasyon rakamlarından ibaret değil. Bölgesel gelir rakamları da gerçek durumu yansıtmaz. Türkiye’deki şirketlerin büyük kısmının merkezi İstanbul’da olduğu için, şirketin fabrikası ülkenin neresinde olursa olsun, kazanç İstanbul’dan sağlanmış gibi kabul edilir. İstanbul’un geliri gerçekte olması gerekenden daha fazla yansıtılır.
İkinci sorun siyasidir. Ne tür bir bölge tanımlaması yapılırsa yapılsın, hepimiz biliyoruz ki en düşük gelire sahip bölgeler Doğu ve Güneydoğu bölgeleri olacaktır. Aralarına Yozgat, Gümüşhane gibi bölge dışından bir-iki il serpiştirilmiş Kürt şehirlerinde çalışanlar, resmi bir kararla ülkenin öteki bölgelerinde çalışanlardan daha düşük ücret alacaktır.
Ülkeyi yönetenler böyle bir riski göze alacaklar mı? Karar vermeden önce, neden 1970’li yılların başlarında bu modelin terk edildiğini düşünmelerinde yarar var. O yıllarda Kalkınmada Öncelikli Yöreler yaklaşımı ile bölgesel yatırım teşvikleri uygulandı. O da çok başarılı olmadı ama bölgesel asgari ücret gibi aşağılanma hissi de uyandırmıyordu. (BD/TY)