Dün gazetelerden Antalya’nın bir ilçesinde bir babanın “eşinin o gün çalışması nedeniyle” 6 ve 3 yaşlarındaki çocuklarını fabrikaya getirdiğini, 6 yaşındaki oğlunu tomrukların yıkılması sonucu kaybederken, 3 yaşındaki kızını ise son anda ezilmekten kurtardığını öğrendik.
Çocuklar böyle sebeplerden de ölüyor bu ülkede, büyük adamların, her zaman kreşten daha önemli işleri, paralarını harcamaları gereken bereketli yerleri vardır çünkü (!)
Çocuk bakımı özele bırakılmaya çalışılıyor
Türkiye’de kamu kurumları, işyerleri, yerel yönetimler ve özel şirketler erken çocukluk bakım ve eğitim hizmetlerini sunabilir veya sunmakla yükümlü. Ancak kamu kurumlarında varolan veya açılabilecek kreşler zaten yasa gereği 6 yaş altı çocukları kapsamamakla birlikte, kamu kurumları kreşleri son yıllarda hem hükümetin hazırladığı 2014 Bütçe Kanun Tasarısı’nda yer alan tasarruf tedbirleri kapsamında kamu hizmetlerinin ödeneklerinin sınırlandırılması yoluyla[1], hem de 2013 tarihinde Maliye Bakanlığı’nın yayınladığı “Kamu Sosyal Tesislerine İlişkin Tebliğ’” ile kreşlere kamu bütçesinden harcama yapılmasına engel oluşturularak, kamudaki daralmadan nasibini aldı.
Kamu kurumlarındaki kreş sayısı hızla düşüyor. Varolan sınırlı sayıdaki kurum da ücretsiz değil, Maliye Bakanlığı’nca belirlenen rakama göre hizmet veriyor. Ancak bu noktada bir kamu kurumu olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın İstanbul, Ankara, İzmir, Kayseri, Diyarbakır, Antep, Adana, Samsun, Erzincan ve Rize’de pilot olarak başlattığı “Kur’an Kursları Okul Öncesi Din Eğitimi Projesi”ni akılda tutmak gerek.
Kur’an Kursları Öğretim Programı Geliştirme Komisyonu’nca 04-06 yaş grubu için hazırlanan programda zorunlu eğitim yaşının 66 aya indirildiğine dikkat çekilerek, yaygın din eğitiminde herhangi bir yaş sınırlandırılması bulunmadığı gerekçesine dayanılıyor.[2]
Gerçekten de 4+4+4 sistemi çocuklar için ara zamanlar yaratacağından kreş dışında çocuklar için ek sosyal hizmetlere duyulan ihtiyaç da arttı, ancak Diyanet dışındaki kamu kurumlarında kreşler bir bir kapatılırken bu ihtiyaçtan bile sözetmek komik kalıyor. Çünkü bir yandan devletin sosyal görevleri bir bir özele devredilirken, bir yandan da hükümet din hizmetini genel olarak sosyal hizmetin bir ikamesi olarak görüyor. Bu iki boyutlu çarpıklık, “hayatın bakıcısı” konumunda bırakılan kadınlar için öncelikli bir önem taşıyan sosyal hizmetlerden faydalanma olanaklarını “ya din ya para” seçeneğiyle daraltıyor.
Bakım hizmetlerin yerelleştirilmesi
Dünyada ihtiyacın doğrudan saptanması açısından bakım hizmetlerinin yerelde yürütülüp sunulması eğilimi sözkonusu. Ancak bu durumda ortaya çıkabilecek bölgesel eşitsizliklerin de önüne geçilebilmesi için somut sınırlar belirlenmiş.
Türkiye’de ise yerel yönetimler 2007’den önce okul öncesi kurum açmaya yetkiliyken, Anayasa Mahkemesi’nin 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 14. maddesinde yer alan “Belediyelerin okul öncesi eğitim kurumları açabilir” düzenlemesini, bu düzenlemenin belediyeleri kamu hizmetinin görülmesi yönünden ‘genel görevli’ kılan içeriğini gerekçe göstererek iptal etmesi nedeniyle, ancak yasada yer alan sosyal hizmet yükümlülüklerine dayanarak bu hizmetleri verebilir hale geldi.
Yerel yönetimlerin bu yetkisi ellerinden alınırken, çeşitli Kürt illerinde devletin merkezi nitelikli pek çok kurumunun işlemediği ilçelerinde Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okul öncesi kurumların bulunması, tıpkı yurtlar gibi şüpheyle bakılan bir durum halini almış.
Daralan kamu ve yetkisizleştirilen yerel organlar dışında kalan iki seçenekten biri olan özel kreşlerin durumu ise malum; cinsiyet eşitsizliği burada da kadınların peşini bırakmıyor. Kadınların çoğu ya çocuk bakımı kadınların sorumluluğu olarak görüldüğünden tıpkı ev temizliğinde olduğu gibi ciddi rakamları kendi maaşından karşılamak suretiyle çocuğunu kreşe göndermeyi göze alıyor ya da ücret eşitsizliği nedeniyle, çalıştıklarında kazanacakları parayı kreşe vermek istemediklerinden istihdamdan çekiliyor. [3]
1 Mayıs yaklaşırken; kadın işçi erkek işçiyle eşit mi?
İşyerlerinde kreş açılması [4], tahmin edilebileceği gibi, pek çok ülkede bir kalkınma hedefi olarak devreye girdi. Hakkın “kadın çalışan” koşulu üzerinden düzenlenmesinde bu yaklaşım etkili. Türkiye’de Gebe veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Yurtlarına Dair Yönetmelik m. 13, 150’den fazla kadın işçi çalıştıran işyerlerini kadın çalışanlarının 0-6 yaşındaki çocuklarına kreş hizmeti sunmakla yükümlü kılıyor.
Eski yasaya göre işyeri bu hizmeti işyerinde doğrudan kreş açarak sağlayabiliyordu. Ancak istihdam paketi olarak bilinen düzenlemeyle işyeri hekimliği, eski hükümlü ve terör mağduru çalıştırma gibi kreş açmak da bir zorunluluk olmaktan çıkarıldı. Yeni düzenlemeyle işverenler kadın işlerin çocuklarına bakım hizmeti sağlama yükümlülüklerini diğer işverenlerle ortaklaşa oda ve yurt kurma ya da hizmeti dışarıdan satın alma şeklinde yerine getirebilirler.
Kreşler ve gündüz bakımevlerinin açılıp açılmadığını denetlemekle asıl olarak yükümlü olan kurum Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. Bu kurum işyerlerinin bu konudaki yasal yükümlerini yerine getirip getirmediğini işyeri denetimleriyle (Yönetmelik, m. 23) sağlamak zorunda. Yanısıra, işyerleri açtıkları oda ve yurtlarla ilgili bilgi ve belgeleri, açılma tarihinden itibaren en geç 30 gün içinde bir rapor halinde Millî Eğitim Bakanlığı ile bağlı oldukları Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü’ne göndermekle yükümlü olduklarından (Yönetmelik, m. 23), Milli Eğitim Bakanlığı da kreş olan işyerlerinin bilgisine haiz oluyor. Ancak CHP’li Kadir Öğüt ve BDP’li Aylin Akat Ata’nın verdiği gensorulara gelen yanıtlardan, 2013 yılı için, Türkiye’de 150 ve daha üstü kadın çalışanı bulunan resmi ve özel kurum sayısının yaklaşık 9 bin, bu kurumlardan denetlenenlerin sayısının ise sadece 300 olduğunu öğreniyoruz. Denetlenen yerlerin yüzde 65’inde emzirme odası, yüzde 45’inde de kreş bulunmuyor.[5]
Kimi ülkelerde bakım ile ilgili hizmetlerin çalışma hakkı kapsamında anayasal güvenceye kavuşturulduğunu görüyoruz. Türkiye’de ise düzenlemeler yönetmelikle yapıldığı gibi, yönetmelikteki “kadın çalışan” koşulu da Anayasa m. 10’daki kadın erkek eşitliği hükmüne aykırılık taşıyor. Bu nedenle konuyla ilgili haberlerde geçen, yazıya başlarken de vurguladığım “annesi işe gittiği için çocuğu babası işe götürdü” ayrıntısı ayrıca önem taşıyor.
Peki 150’den fazla kadın çalışan koşulu işletme büyüklükleri ile ne kadar uyuşuyor? TÜİK verilerine göre Türkiye’deki işletmelerin yüzde 80’e yakınını KOBİ’ler oluşturuyorken, örneğin Ali Can’ın yaşamını yitirdiği Aksu ilçesinde 150 üstü kadın işçi çalıştıran kaç işçi vardır sizce? Kalkınma dinamikleri Türkiye ile benzer olduğu vurgulanan Kore, Meksika gibi ülkelerde bile bu koşul, 50 kadın çalışan olarak karşımıza çıkıyor. [6]
Haberlerden öğrendiğimiz kadarıyla, sırasıyla, annesi çalışmasaydı, annesinin işyerinde kreş olsaydı, hadi hiç olmadı babasının işyerinde kreş olsaydı Ali Can hayatta olacaktı. Ancak bu noktada meselenin cinsiyetle ilişkili boyutundan dolayı “kadın çalışan” koşulunun üzerinde durmak gerekiyor. Öncelikle bakım hizmetlerindeki eksikliklerin kadın istihdamına katılımın önündeki en önemli engellerden biri olduğunu biliyoruz.
Çocuk bakımı çalışan kadınlar içinse işten ayrılma sebebi olduğu için hem kadınların kariyer olanağı düşük, geçici ve güvencesiz işlerde çalıştırılmalarına yol açıyor -örneğin, Ergani Selis üyesi bir arkadaşımız Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi ‘ne (KEİG) Ergani’de kadınların çocuklara bakabilmek için gece vardiyalarında çalışmak istediğini anlatmıştı- hem de patronlar daha baştan çocuk bakımı döneminde kadınların işten ayrılacağını bildiği için bakım hizmetlerindeki eksiklikler kadın-erkek ücret eşitsizliğinin temel dinamiklerinden birini oluşturuyor. Kadınlar işyerine dönse de, ağırlıklı olarak erkeklerin çalıştığı, bilgi ağının erkekler arasında örüldüğü işyerlerinde, kadınların güncel bilgiden uzak kalmasının da ayrı bir stres kaynağı ve hatta mobbing sebebi olacağı tahmin edilebilir. Nitekim bazı ülkelerde kadınların işyerinden uzak kaldığı dönemler için düzenlenen özel hizmet içi eğitimlerle, kadının uzak kaldığı dönemdeki bu bilgilere erişimi kolaylaştırılmaya çalışılıyor.
Çocuklara genellikle kadınlar bakıyor
Türkiye ile ilgili OECD, AB gibi uluslararası örgütlerin raporlarında çocuk bakımı ile ilgili hep aynı noktaya vurgu yapıldığı dikkati çekiyor; Türkiye’de çocuk bakımı yüzde 80 üstü bir oranda annelerce yapılıyor. Yanısıra çocuklara annelerden sonra en fazla anneanne-babaanne, büyük kızçocukları ve komşu kadınların baktığını biliyoruz.
Bu nedenle, özellikle UNICEF’in raporlarında bakım hizmetlerinin sağlanmasının kızçocuklarının okullaşma oranını yükselteceğine vurgu yapılmakla beraber, çocuk bakımının kadınların erken emekliliğinde bir etken olduğu tahmin ediliyor. Kadınlar ömürleri boyunca çocuk bakmaktan kurtulamıyor yani. Bu durum da kadınların kendi hayatlarına yönelik temel dinamiklerini çocuklar üzerine kurmalarına yol açıyor.
Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ise çocuk bakımına “kadının kamusal hayata katılımı” noktasında dikkat çekiyor. Kadınların kayıtlı kayıtsız çalışan demeden bu hizmetlerden faydalanabilmesi bu anlamda önem taşıyor. Kreş Haktır Platformu’nun mahalle kreşlerini de içerecek şekilde farklı kreş modellerine vurgu yapmasının sebebi bu. Ancak başlı başına çocuk bakım hizmetlerinin sağlanmasının da “çocuk bakımında eşit sorumluluk” ilkesini hayata geçiremediği aşikar. Nitekim kadınlar kreşler üzerinden de sorumluluğun esas yürütücüsü olmaya devam edebiliyor.
Benzer şekilde KEİG olarak yürüttüğümüz çalışmada gördüğümüz gibi, okul öncesi kurumlardaki annelik-babalık eğitimlerinin daha çok annelere annelik öğretme şeklinde gerçekleşmesinin sebebi de bu. Bunu kırabilmek için Hollanda’daki “baba ayı” gibi babaları bakıma teşvik eden, anne ve babanın çalıştığı durumlarda çocukların babanın işyerindeki kreşe götürülmesini düzenleyen ya da ebeveyn izni gibi sorumluluklarını üstlenmeye zorlayan düzenlemeler yapmak önem taşıyor. Elbette bakım hizmetlerini, yapılan çalışmalarda [7] sıkça vurgulandığı gibi, kreş ile sınırlı olmayan hizmetler ve düzenlemeler dizisi olarak düşünmek gerekiyor.
Ancak bu konuda esas problemi kitlesel davranışın örgütlenmesine önemli bir etkisi bulunan hükümet ve kurmaylarının siyasi beyanları oluşturuyor. “Kadın erkek eşit değildir” diyen bir başbakan, “Kadınların çocuk bakımı, ev hizmetleri gibi sorumluluklarını sürdürmesine olanak sağlayacağı için esnek istihdamı öneriyoruz diyen” bakanlar [8] ya da “çocuk nikahlarının çoğu masumane” diyen yeni Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı ile bu eşitlik nasıl sağlanacak? 1475 s. İş Kanunu’nun 14. maddesine göre, “bayan işçi evlendiğinde aile yükümlülüklerini daha iyi yerine getirebilmek için kendi arzusu ile işinden ayrılabilir” diye hükümler içeren, işyerinde kreş açılması koşulunu kadın çalışan üzerine kurarak kadın-erkek çalışan eşitliğine ters düşen ya da çocuk bakımına yönelik izinlerde memur-işçi arasında farklı uygulamalarla genel olarak eşitlik ilkesini hayata geçiremeyen yasal düzenlemelerle bu iş nasıl olacak? Kadınların istihdamının artırılmasına yönelik adımları, bütün bir emekçi kesimin esnekleştirilmesi şartıyla gündeme getiren, sosyal hakları istihdama endeksleyen bir hükümetle bu iş nasıl olacak?
Kadınları “çocuk bakımı”ndan özgürleştirmek
Dünyada suçluluk kadın odaklı bir biçim kazanırken, kadınlarda da annelik ve beden odaklı bir duygu haline geliyor. Bu nedenle bazı yerlerde okul öncesi kurum hizmeti sağlansa bile kadınlar “evde oturuyor, çocuğunu kreşe gönderiyor” yargısı ile karşılaşmaktan çekindikleri için çocuğunu kreşe göndermiyor ve kontenjan boşluğu ortaya çıkıyor.
Türkiye’de 0-3 yaş arası çocuklar için bakım hizmeti ise neredeyse yok. Kadınların büyük bir bölümü o dönemde bütünüyle sosyal hayattan uzak kalıyor, çocuk bakımını sadece yakınındaki insanların bu konudaki öğütleri veya yargıları ve kişisel vicdan azaplarıyla başbaşa geçirmek zorunda kalıyorlar. Sevgi, kaygı, sorumluluk gibi dünyada çok farklı kaynaklarla beslenen duyguları çocuklara endeksleniyor. Razı oldukları haller seçimler olarak hayat buluyor, sonra hükümet yetkilileri karşımıza çıkıp “ama kadınlar bunu istiyor” diyor.
Farklı ülke örneklerine baktığımızda bir yandan çocukların gelişimine odaklanılarak meselenin bakımdan ziyade eğitim boyutunun öne çıktığını, işin bakım boyutuna ise cinsiyet eşitliğini sağlayıcı bir unsurdan çok, kalkınma dinamosu olarak yaklaşıldığını, yani her durumda işin kadınların özgürleşmesi açısından taşıdığı önemin geri plana atıldığını görüyoruz. Feminist hareketin bu konudaki politikası, özellikle radikal ve sosyalist feminizmin geçmiş politikasında başat bir yer tutan çıkışları, meseleyi kalkınma fikri etrafında örgütlenmiş kurumlara bırakmamak, sorunun cinsiyet eşitliği boyutuna ısrarlı bir vurguda bulunmak için, bu nedenle elzem.
Ek olarak bir süredir basında hükümetin emeklilik yaşını çocuk sayısına göre indirme gibi, temelde çocuk sayısını artırmayı hedefleyen bir politik adım olarak annelik izni ile ilgili düzenlemeler getireceğine ilişkin haberler okuyoruz.
Ancak hükümetin vaatlerine sadık olmadığını ebeveyn izni yasa tasarısı tartışmalarında en açık şekilde gördük. 2007’de gündeme gelen tasarı o günden beri yasalaşmayı bekliyor. 2010’da dönemin Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf “Ebeveyn İzni Yasa Tasarısı'nı kısa sürede kanunlaştıracağız" diye müjdeyi vermişti, geçen sene bakanlık erkeklere 10 gün, kadınlara 18 hafta doğum izni verileceğini açıkladı. Son olarak hükümet, düşük fiyatla kreş açacak kadınlara faizsiz kredi, vergi indirimi ve sigorta prim desteği sunacağını duyurdu.[9] Hükümet uluslararası raporlarda yediği çiziklerden hareketle, bi gayret işe soyunuyor ama onu sürdürecek niyet ve kadrosu olmadığından mesele raflardaki yerini alıyor.
Bir yandan bu tür beyanlarla kadınların ev ve çalışma hayatındaki konumu erkeğe bağımlı kılınırken bir yandan da esnek çalışma kadınlar için esas çalışma biçimi haline getirilip, bakıma yönelik sosyal destekler kayıtlı çalışmaya endekslenirken hükümetin bu alanda attığı adımlara güvenmek iyiden iyiye güçleşiyor. (GE/YY)
Dipnotlar:
[1] Tasarıdaki mali kontrol hükümlerine göre, kreş, çocuk bakımevi, spor tesisi ve benzeri sosyal tesislerine artık kurum bütçelerinden ya da kurumun döner sermaye gelirlerinden para verilmeyecek
2 Programda ayrıca projenin hedefinin “İslam dininin değerlerini, kendi seviyesinde, insan hayatına anlam kazandıran unsurlardan biri olarak fark etmelerini” sağlamak olduğu belirtiliyor.
3 Özel Kreş ve Gündüz Bakımevleri ile Özel Çocuk Kulüpleri Kuruluş ve İşleyiş Esasları Hakkında Yönetmelik’e göre Vali veya görevlendireceği bir Vali Yardımcısı başkanlığında toplanan Ücret tespit Komisyon’ları “çevrenin sosyo-ekonomik şartları”nı gözeterek ücret tespitinde bulunmak zorunda. Belirlenen ücretin kurumlarda velilerin göreceği yerlere asılacağı, belirlenen miktarın üzerinde ücret aldıkları tespit edilen kuruluşlar hakkında işlem yapılacağı da yasal olarak düzenlenmiş.
4 Bu konuda ayrıntılı bir bilgi için alandaki en kapsamlı çalışmalardan biri olan ILO’nun “Workplace solutions for childcare” raporuna bakılabilir.
5 Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi, yaklaşık 13 ilde yaptığı bilgi edinme başvuruları ile bu konuda il düzeyinde ve güncel bilgilere ulaşmayı hedeflemektedir. Bu konuda yapılan çalışmalar ve edinilen bilgiler bir basın açıklaması ile paylaşılacaktır.
6 Hülya Osmanağaoğlu, 50’den az işçi çalıştıran işyerlerinin de yerel yönetimlere ödeme yapması ve bu ödemelerin de yerel yönetimlerce kurulacak mahalle kreşleri arasında paylaştırılması önerisini getiriyor. “Eyvah! AKP Yine Kadın Kadın İstihdamı Paketi Açıyor…”, Feminist Politika, 20, Güz 2013, s. 11.
7 Bu konuda hazırlanmış tek kapsamlı kitap İpek İlkkaracan’ın derlediği, Kadının İnsan Hakları vakfı Yeni Çözümler Derneği’nin yayınladığı “İş ve Aile Yaşamınını Uzlaştırma Politikaları” başlıklı çalışmadır.
8 Bu ifadeyi 2012 yılında Fatma Şahin kullanmıştı.
9 “Kadınlara pozitif 'kreş' ayrımcılığı”, Sabah, 18.03.2014
* Gülnur Elçik, KEİG üyesi