Ağustos sıcağı, sahranın cehennemini andırıyordu. Hele gün ortasında öyle kuru bir sıcak vardı ki, onların içlerindeki ciğerler haşlanıyordu.
Üç kız kardeş, o kavurucu sıcağa rağmen tek abileri olan Veli’nin evine, şapır şapır akan terleriyle vardılar.
Aslında bu sadece bir ziyaret değildi; aynı zamanda, Fadime’nin (Veli’nin eşi) bel fıtığı ameliyatı için hastanede yatırılması da sebep olmuştu. Çünkü abilerinin yardıma ve desteğe ihtiyacı vardı.
Dededen kalma bu köyde, eskisinden farklı yaşamıyordu Veli. İneklerle kavgası son bulmuştu. Tarlalara koşturma problemi bir yıldan beridir kalmamıştı.
Zaten çocukları da seneler önce büyümüş ve kanatlanıp göç etmişlerdi kent hayatına. Kardeşlerinin yıllar süren ısrarları üzerine nihayet yükü azalmıştı Veli’nin. Şimdilerde sadece birkaç tavuğu, kedileri ve iki de köpekleriyle meşguldü. Ama en önemlisi, asla vazgeçemeyeceği bostanı vardı. Kız kardeşler bu ziyaretleriyle, ellerinden geleni yapmayı düşünüyorlardı.
Fakat, Veli’nin köyde tek komşusu olan Fate, (Fatma) attıkları her adımda, her sözde, en baş sırada yerini almaktan geri durmuyordu. Bilmeyenler sanırdı ki; o, ailenin en önemli üyelerindendir. Veli, bu durumdan rahatsızlık duysa da, nezaket göstermeye özen gösterirdi. O da, eşi de misafirperverlikte kusursuzdu. Ağız burun bükmezdi. Laf çakmak gibi huyları hiç olmazdı saygıdan. Ne de olsa onların da bir arkadaşa ihtiyaçları vardı.
Kırkikindi vaktiydi. Kız kardeşler, köyü saran yeşil dağlarda gözlerini gezdirilerken, bir cennette oldukların düşünüyorlardı. Hava artık serinlemeye başlamıştı. Yavaş yavaş bir işin ucundan tutmanın zamanı gelmişti.
Oldum olası hiperaktif bir insandı Veli. O, veli olduğu kadar deli de olabiliyordu gerektiğinde.
Özellikle sinirlendiği zamanlar, bir kaplan gibi kükrüyordu dağı taşı aşarak!Daha bir sene öncesine kadar, inekleriyle az kavga etmemişti. Elindeki değnekle onları kovalarken, az küfür savurmamıştı, anlatılanlara göre.
Çevresindekiler, onun huyunu iyi bildiklerinden, hep itina gösterirlerdi, alttan alırlardı "çıldırmaması" için! Paradoksal olan, yaş aldıkça bir başka insan olmuştu. Sakinleşmişti. Daha ılımlı ve olumlu bir orta yaşlı olmuştu.
Veli, o bir lokma bedeniyle, birdenbire hoplayarak kalktı. Halbuki Mele’yle Fate, çocukluk anılarını anlatıyor ve hala benzerlikler üzerinde tartışıyorlardı:
- Üff! Ben bostanı gideyim bi. Bu Allahın belası cehennem sıcağında, bostan mostan kalmamıştır şimdi! Gidiyim bi suliyim, diyorum, dedi Veli. Kendi kendine konuşur gibi; masanın etrafında oturan kadınlara bakmadan söylemişti bunu. Kız kardeşler geldiklerinden beri, onları bir saat dahi başbaşa bırakmayan Fate, hemen atıldı:
- Veli, ma ben de gelim mi senle?
Onu duyan kız kardeşler manalı manalı bakıştılar. Mele göz kırptı Çiçeğe, ama bir şey demedi. Fate konuşmaya devam etti:
- Ma ben de geliyim, diyorum. Biraz taze fasulye toplim kış için. En az yirmi kilo lazım bana. Kış geliyo, kıııış! Kurutçam hepsini... Peki, çuval var mı sende?
Veli, Fate’nin bu hararetli konuşmasını şaşkınlıkla sevinç arası bir duyguyla dinledi. Nedense elindeki değnekle, olduğu yerde put gibi kalakalmıştı bir süre. Kız kardeşlerine baktı, ama onlardan ses seda çıkmayınca:
- He, çuval var! Olmaz mı? Yirmi kilo mu dedin? Hmm! diye homurdandı.
Veli, kız kardeşlerine döndü yeniden. Yardım ister gibi bir hali vardı. Hiç fırsat vermeyen Fate yine atıldı:
- Ma, bana iyi bir fiyata verirsen daha fazla alırım, Valla! Bütün kış ancak yetsin bize, dedi, sonradan öğrendiği İstanbul türkçesiyle.
Veli kukulatasını çıkardı ve saçsız başını kaşıdı. Heyecanlandığı belliydi. Kız kardeşler bir ona, bir de birbirlerine bakıyorlardı. İçlerinden en küçük olan Çeke, daha fazla sessiz kalamadı. Yapmacık ve kırıtarak konuşan Fate’ye dönerek:
- Ya, Fatma abla! Onca fasulyeyi nasıl toplarsınız? Üstelik hava biraz sonra kararıcak. Bari biz de yardıma gelelim, dedi.
Kardeşinin bu duyarlılığına sevincini gizleyedi Veli: ”He valla, çok iyi olur!” diyerek gülümsedi.
Hiç vakit kaybetmeden eyleme geçti şehirli kız kardeşler. Yengeleri Elif’in şalvarlarını giyindiler. Sivrisineklerden boyunlarını, kollarını korumak için sık dokulu mintanlar, kazaklar da geçirdiler üstlerine. El lambaları ve kovalarla, güle konuşa ve anılarını anlata anlata, o mis gibi bostanda topladıkları fasulyeleri çuvallara doldurarak döndüler.
Gecenin gizi dolaşıyordu gecenin suskusunda. Yorgunluk da omuzlarına yüklendi kızların. Son bir hamleyle teraziyi getirdi Mele. Özenle tarttıkları fasulye tam 23, 5 kilo çıktı. Fate memnundu.
Neredeyse çifte telli oynayacaktı. Işıldayan yıldızların altında, cırcır böceklerinin senfonisi eşliğinde, son çaylarını yudumladılar. Evine gitmek için kalktı Fate. O vakit, çuvalları taşımada yardım edebileceğini söyledi Çeke. Ama Fate, hiç beklenmedik bir tepkiyle karşılık verdi:
-Yok yok! Acelesi yok! Artık yarın alırım. Burada kalsınlar! Yarın tartar götürürüm, dedi.
Hepsi şaşkınlıkla onu izliyordu. Bu söze gıcık olan Veli, oturduğu yerden kalktı. Çardakta suspus iki volta attı. Belliydi ki, bir şeyler söylemek istiyordu. Ama ne? Kız kardeşlerin de dilleri tutulmuş gibiydi. Yorgunluktan mıydı?
- Ma bacım, öyleyse niye gece gece bunca yordun ki hepimizi, dedi Veli. Voltasını atmaya devam ediyordu. Oysa Fate, onu duymazlıktan geldi. Ve manalı manalı iyi geceler dileyip, karanlıkta kayboldu.
Kız kardeşler hala şaşkındı. Ve Veli’ye belli etmeden, Fate’ye öfke duyduklarını vücut diliyle belli ediyorlardı. Veli "ben artık yatayım!" deyip içeriye geçince, sigaralarını dumanlayıp, çaylarını yudumlayan kardeşler Fate’nin davranışlarını konuşmaya koyuldular. Olabildiğince alçak sesle konuşuyorlardı. Mele, Çiçeği dürterek:
- Kızlar bu Fate varya, tam bir şeytan! Çok köylü kurnazı bir kadındır, farkettiniz mi? Size söyliyim! Onu ben tanıyorum. Yıllardır bu hep böyle, bu alçak karı varya! Nere, bu kocası öldükten sonra daha da beter oldu... Ben onun niye fasulyeleri şimdi götürmediğini anladım anladım! Hııı, onun o küçük hesapları yok mu, O oruspu!
Ocakta yanan ateşin etrafında kürsülere oturan Çeke ile Çiçek, yüzlerinde dans eden alevlerin ışıltısıyla, Mele’nin anlattıklarını pür dikkat dinlediler. Öfkesi giderek kabaran Çeke daha fazla gizleyemedi merakını:
- Kız abla, küfür etme, lütfen. Ama çabuk söyle! Senin bildiğin bişey mi var yoksa?
Bir sırrı çözmüş olabileceğinin sevinci ve sabırsızlığı ile fısıldayan Mele:
- Kız bu oruspu var ya, fasulyeler sabaha kadar kurusun, az ağırlık yapsın diye almadı şimdi, biliyor musunuz? Ben onun ruhunu okurum! Hııı, bilmez miyim hiç? O kaçın kurasıdııır! Bu son sözleri söylerken, elindeki maşaylı da ocağın duvarına kontrolsüz vuruyordu. Onun heyecanını, öfkesini miras alan diğer iki kardeşin gözleri, uykuyu çoktan unutmuştu. Zaten doğası gereği çok heyecanlı olan Çeke, hakarete uğramış olmanın hıncıyla kalktı yerinden:
- Ben o geri zekalıya gösteririm! O kuş beyinli bizi aptal yerine koyacak öyle mi? Kim bilir abimi ne kadar çok sömürüyordur… Ona yarın gösteririm ben, diyerek söylenmeye başladı. Çiçek ablası, sessiz konuşması için dürttü onu. ”Abi duymasın kız, yavaş!” Öyle ya! Gururundan, ard niyetli birine, komşu da olsa, tahammül edemezdi. Dahası, ona fasulye masulye de vermezdi artık.
Köylü mantalitesiyle daha haşır neşir olan Mele, (çünkü onun da yazları gittiği bir köyü vardı) kendine olan bir özgüvenle gülümsedi:
- Kızlar, sakin olun! O kurnazsa, ben ondan daha kurnazım. Biz de o fasulyeleri kurumasınlar diye, suya basarız olur biter, dedi.
Gözleri fal taşı gibi açılan Çeke ile Çiçek gülme krizine girdiler. Ocağın başında kıvranıp durdular bir süre. Mele’nin bu kıvrak zekasına hayran olduklarını gizleyemediler. Çeke, "bravo! ablacığım, deyip durdu. Durumu kontrol altına almış olmanın verdiği hazla, konuşmaya devam etti Mele:
- Şimdi, şöyle yapalım: sakın Abim duymasın. Saat daha iki. Bu gece uyumayı unutun: bir gece de uykusuz kalırız, n’olacak! Gelin fasulyeleri leğenlere boşaltalım. Üstüne hortumu tutalım. Bir yarım saat geçtikten sonra, suyunu süzüp, çuvallara geri koyalım, tamam mı? Nasılsa sabaha daha çok var. Oh, canıma değsin! Hatta fasulyeler daha da ağırlaşır, dedi.
Yeniden gülmeye başladılar. Ama seslerini genizlerinde boğa boğa güldüler. Çeke ile Çiçek kendilerini bir cellat gibi hissettiylerse de, susmayı tercih ettiler. Empati yapmanın zamanı değildir çünkü. Tüm mesele, biricik abileri Veli’yi üzmemek ve kazık yemekten kurtarmaktı.
Kız kardeşler sevinç ve coşkuyla harekete geçtiler. Dikkat çekmesin diye, ışıkları kapattılar. Ayak uçlarına basa basa sonuçlandırdılar bu zorlu işi. Sonra da, yorgun argın evin duvarının dibindeki sedirin üzerine tünediler, nöbet tutan yorgun gerillalar gibi. Birbirlerini uyanık tutmak için, tıpkı küçük çocuklar gibi, arada bir birbirlerini dürttüler. Fakat Mele ile Çeke uykuya yenik düştü. Zaten onlar, uyku düşkünlükleri ile nam yapmışlardı ailede.
Çiçek bir başına kalınca korkuya kapıldı. Sanki Fate uyumamış da, onları kameraya kaydediyormuş hissine kapıldı. Birden şiddetle kardeşlerini dürtmeye başladı:
- Kız, hadi kalkın artık! Sabah oldu re! Şimdi Fate damlar buraya... Ya kalksanıza! Şu fasulyeler de, kendimiz de rezil ettik, diye söylendi.
Şşşş! Kız kalkın, diyorum size! Abim kalkıp bu rezaleti görmeden kalkın çabuk! Valla, kıyameti koparır, size söyliyim!
Uykucu Çeke ile Mele ablalarının sesindeki ciddiyeti kavrayınca, gözlerini ovuşturarak fırladılar sedirden. ”Leme leme" dedi Çeke. "Pepo pepo!”dedi Mele. Su içinde dinlenen fasulyelerin suyunu apar topar süzdüler. Şafağın sökmesine sadece dakikalar kalmıştı. Panık içindeydiler. Ağızlarını bıçak açmıyordu. Mele sonunda akıl etti:
- Hele çarşaf, havlu getirin, çabuk çabuk! Üstüne yayalım bunları ki, suyunu kurutalım hemen.
Çeke, telaşlı adımlarla içeriye daldı. Az sonra kucak dolusu havluyla geri geldi. Bir kaçını çardağın beton zeminin üstüne yaydılar. Leğenlerin içindeki fasulyeleri avuçlayarak, üstüne serpiştirdiler. Alelacele, yıkanmış bir çocuğun saçlarını kurutur gibi, söylene söylene kuruttular ışıldayan fasulyeleri. Çiçek hiç hoşnut değildi bu durumdan:
- Ah, rezil olduk! Ya, Mele sen de bize öyle bir akıl verdin ki… Bak sana söyliyim; abim şimdi kalkar da görürse yaptığımızı, sorumlu sensin., dedi o masum ve çaresiz sesiyle.
Çeke, içine düştükleri bu dilemmanın bir parçası olmanın verdiği rahatsızlıkla tuhaf bir şekilde kikirdiyordu. Bu beklenmedik maceranın komikliğine mi, yoksa Fate’nin kurnazlığına kurban gittiklerine mi kikirdiyordu? Onun ruh halini tanımlamak mümkün değildi. Bütün bu sıkıntılara, köylü kurnazı bir kadının sebep olması ne acıydı. Böyle bir şamar hiç yememişlerdi bu yaşlarına kadar. Neyse ki, şimdi "susma" zamanıydı…
Veli’nin bu durumu çakma ihtimalinden duydukları endişe çok rahatsız ediciydi. Öyle ya; onların komşuluk gelenekleri ve ritüellerini olumsuz yönde etkilemek istemezlerdi. Ne de olsa, yapayalnız, zavallı insanlardı onlar, o ıssız dağ başında.
Henüz Veli hiçbir şey sezinlemeden, fasulyeler yerini buldu. Hiçbir şey olmamış gibi, ceviz ağacının altındaki masanın üzerine kahvaltılıklar taşındı. Çeke, köpekleri beslemeye koyuldu. Mele, ocağın başına çökmüş, çay demlemekle meşguldü. Gecenin serüveninden bihaber olan Veli, dış kapıda beliriverdi. Başının üstünde tel tel dikilen ak saçlarıyla çok komik bir görünümü vardı. Bu sıska hali Woody Allen’i anımsatıyordu. Bir gözünün altında sarkan deri torbasını çekiştirip dururken:
- Yao, bu namussuz sivrisinekler beni bitirdi bu gece, dedi.
Kız kardeşleri ellerindekilerle ona doğru çevirdiler tüm bedenlerini. Şüpheli bir edayla ”eyvah!” dercesine, izlediler onu. Veli devam etti:
- Yao, Allah aşkına, sabaha kadar niye oturuyorsunuz kardeşim? Bu tertemiz havada anladım da…
Sözün gerisi gelmeyince, kızların içine bir kurt düştü. Yoksa abileri gördü mü, anladı mı olup biteni?
Mele telaşlı bir refleksle alt dudağını ısırdı. Öbürlerine dönüp kafa salladı ve Çeke’nin yanından geçerken, ”boku yedik!” dedi. Bir elinde ekmek sepeti, bir elinde çay şekeri kasesiyle masaya doğru giden Çiçek de, abisinin vücut dilinden pek koçnut sayılmazdı. Hemen dikkati başka bir yöne çekip, havayı temizlemesi gerekiyordu:
- Abi günaydın! De hadi kahvaltıya, hava daha serinken… de hadi! Kızlar, oyalanmayın, dedi hiç nefes almadan…
Hala dikilip duran abisine döndü. Mimikllerini şüpheyle inceledi. Neyi nasıl söyleyeceğini bilemedi. Çiçek çaresizlik içinde Mele’ye döndü. Ondan da bir destek alamayacağının kanısına vardı. Tedirginlik tüm bedenini kaplamıştı. Sonunda, bir bomba gibi patladı:
- Abi, Fatma komşunu da kahvaltıya çağıralım mı?
(HK/EMK)