Cennet bu dünyada mı ya da tahayyül edilen kıyamet sonrası başka bir dünya veya boyutta tezahür edecek sonsuz bir mutluluk diyarı mı? Sonsuz bir cennet hayali, politeist ve monoteist dinlerde sıklıkla konu edilen bir mevzu. Cennet bir mekân mıdır, yoksa ruhsal bir durumu mu işaret eder? Cennetin ve hatta cehennemin bu dünyada olduğunu kabul eden inanışlar olduğu gibi, cennetin ve cehennemin başka bir boyutta olduğuna inanılan dinlerde vardır. Tanrı'ya ya da Tanrılara giden yollar neredeyse insan sayısı kadar. Çünkü her insanın kafasında başka bir tanrı algısı var. Ya da evrenin kendiliğinden oluşmasının mümkün olduğu kabulüne dayanan bir tanrısızlık durumu da mevcut elbette. Son tahlilde her insan inanmak veya inanmamak özgürlüğüne sahip.
1912 yılında Brezilyalı etnolog Curt Nimuendaju, günümüzde Paraguay, Uruguay, Arjantin, Brezilya ve Bolivya'nın bazı bölgelerinde yaşayan Guaranilerle karşılaşır. Kaybolmuş cennetini arayan bir grup Guarani yerlisi, bedenlerinin sürekli hareketlerle hafifleyecekleri ve doğuda çocuklarını bekleyen "Büyük Annelerine" gitmek üzere cennete uçacakları ümidiyle günlerce dans etmişlerdi. Cenneti bulamadıkları için hayal kırıklığı yaşamışlar ama cenneti bulma hayalinden vazgeçmeyip inançlarını değiştirmemişlerdi. Cenneti bulamamış daha doğrusu cennete uçamamış olmalarını Avrupalı giysiler giymiş olmalarına, Avrupalı yiyecekler yiyor olduklarından dolayı, semavi bir macera için ağırlaşmış olduklarına bağlayarak geri dönüyorlardı.[1]
Kaybolmuş cenneti arama olayı, Guaraniler tarafından gerçekleştirilen bir göç dizisi idi. İlk göç teşebbüsü 1515 yılında gerçekleşmiş, Tupinamba grubunun Büyük Ata tapınağına doğru büyük göçü 1530-1549 yılları arasında gerçekleşmişti. Antropolog, etnolog, insan hakları savunucusu Alfred Metraux, bu yerlilerin Pernambuco bölgesinden hareket edip, Peru'ya geldiklerini yazar ve şöyle devam eder.
"Orada bazı İspanyol istilacılarla karşılaşmışlardı. Bu yerliler, bütün güney Amerika kıtasını, onun en geniş yerini bulmak ve ebedi istirahatin ölümsüz toprağını araştırmak üzere geçmişlerdi. İspanyollara, altın dolu yarı hayali şehirlerle ilgili, garip hikâyeler anlatmışlardı. Muhtemelen onların hikâyeleri, kendi rüyaları ile boyanmıştı. Bu hikâyeler İspanyolların muhayyilesini tutuşturmuş ve Eldorado'nun sözde fatihi olan Pedro da Ursua'nın yersiz seferini geniş ölçüde tayin etmiştir. İspanyollar ve yerliler aynı hayali izliyorlardı. Yalnız şu farkla ki yerliler ebedi mutluluğu isterlerken; İspanyollar büyük sıkıntılara mal olsa da geçici bir mutluluğun yollarını elde etmeyi arzu ediyorlardı." [2]
Etnolog Nimeundaju, Guarani kabilelerinin kötülüğün olmadığı bir yer aramaya yönelik destansı yolculuğu konusunda çok zengin diyebileceğimiz bir belge sunmuştur. Daha sonra ise Alfred Metraux ve antropolog Egon Schaden detaylı dokümanlar hazırlamışlardır. Amerika'nın en eşsiz dini fenomenlerinden biri olan "kötülüksüz toprakları" arayış serüveni, dört asırdır devam etmektedir.
Yerliler, cennetsel altın çağın gelişini hızlandırmak için, bütün dindışı faaliyetlerden vazgeçiyorlar ve kahinlerin rehberliğinde gece gündüz dans ediyorlardı. Dans, trans haline ulaşmanın, Tanrı'ya yaklaşmanın en etkili yoluydu.
Tupi-Guaraniler doğaüstü dünya ile daimi olarak temas halinde olmaya çaba sarf ediyorlardı çünkü cennete ulaşmak için gerekli işaretleri alabilmenin yolu bu idi. Cennet saplantısı ile Tupi-Guaraniler, tanrısal mesajları fark edememe, bundan dolayı da yaklaşan kozmik felakette kaybolma korkusu ile yaşıyorlardı.
Tupi-Guarani yerlilerinde “kötülüksüz toprakları” arama miti çok önceden de vardı fakat Avrupalı fatihlerle temas, cennet arama olayını artırmış ve bu arayışa acil, kötümser ve trajik bir özellik kazandırmıştır. Cennet arayışlı bu göçler, Avrupalı fatihlerle karşılaşmanın getirdiği kültürel bir şokun sonucu olmasa da, bu fetihler, yaklaşan felaketten önce saklanılacak, hiç bir felaketin ulaşamayacağı, emin bir barınak bulma ihtiyacını çok belirgin şekilde artırmıştır.
Döngüsel zaman anlayışına sahip Guarani yerlilerinde, doğrusal zaman anlayışına sahip modern insanlarda olduğu gibi kıyametin insanların günahları sonucu yaşanacağı fikri hâkim değildi. Guaranilere göre, yeryüzü ve insanlık çalışmaktan yorulmuştur ve istirahat etmeyi arzulamaktadır. Antropolog Nimuendaju yerlilerden aldığı bilgiler ışığında bir kozmik yorgunluk ve evrensel tükenmişlikten bahseder. Nimuendaju bir şamanın coşkulu tecrübesini şu şekilde aktarmıştır. Şaman, Yüce Tanrı Nanderuvuvu'ya yeryüzünün, nasıl yalvardığına şahit olmuştur.
"Yeryüzü ‘Ben tükendim’ diye inliyordu. ‘Parçaladığım cesetlere karnım toktur. Ey Baba izin ver de dinleneyim.’ Sular, ağaçlar bütün doğa dinlenebilmek için yaratıcıya yalvarıyordu."
Guarani yerlilerindeki dünyanın sonu fikrinin, hristiyanlığa bağlı olmayıp, yerel bir fikir olduğunu düşünen Nimuendaju, 1912 yılında onlarla karşılaştığında, yerliler, üç veya dört asırdır sürekli olarak danstan ve serserice dolaşmaktan bitkin düşmüşlerdi. Nimuendaju, dans ederek cenneti arayan bu insanların, inancını hristiyanlıkla ilişkilendirmemiş fakat Portekizli fatihler ve esir avcılarının neden olduğu bir karamsarlık olarak değerlendiriyordu. Nimuendaju'ya göre Guaranilerin inancı şuna dayanıyordu: Dünya basitçe, var olduğu hakikati yüzünden bozulmaktadır. Bu nedenle de periyodik olarak yeniden yaratılmak zorundadır. Bunun için de dünyanın sonunun gelmesi gerekmektedir.
Guaraniler dünyanın sonunun geleceğini dünyanın yaşlılığı ve tükenmişliğine bağlıyorlardı ve dünyanın sonunun gelmesinden önce kötülüksüz yere ulaşmak, cennete yerleşip mutlu olmak istiyorlardı. Pek çok arkaik topluluk gibi Guaraniler de taze, zengin ve temiz bir evrende mutlu yaşamak istemektedirler. Guaranilerin aradığı cennet, yeniden kurulan dünyadır. Bunun için de dünyanın sonunun gelmesi gerekmektedir. Amaç, dünyanın sonunda, bütün felaket ve kötülüklerden azade, saklanılacak, sadece ruhta değil, etten kemikten bedenle ulaşılabilecek bir cennet bulmaktır ve bu seferlerin gayesi de budur. Görünmez olmayıp sadece gizli olan bu saklı cennet öbür dünyaya ait olmayıp, bu dünyadadır. Bu cennet, Guarani kabilelerinin atalarının Tanrılarla birlikte yaşadığı temizlik, hürriyet, mutluluk ve ölümsüzlüğün olduğu mükemmel bir dünyayı temsil etmektedir. Cennetin orijinal mitolojisi, okyanus ortasında bir çeşit mutlular adasından bahsediyordu ve orada ölüm bilinmiyordu. O cennete ip veya başka vasıtalarla ulaşılıyordu. Gelmekte olan kozmik felaketten önce bir iltica mekânı olarak aranan bir cennet. Başlangıçta bu cennet Tanrılarla cemaat halinde yaşanacak bir yerdi. İltica yeri olarak aranmıyordu. Avrupalı fatihlerin, bir iltica mekânı arayışını tetiklemiş olmaları muhtemel. Guarani yerlilerinde, dini yasayı ve geleneksel ahlakı takip etmek koşulu ile bu doğaüstü cennete, ölümden önce ulaşmak mümkündür.
Arkaik kabilelerde, monoteist dinlerin çoğunda görülmeyen bir dünyada cennet tasavvurunu görüyoruz. Yerliler, cenneti bu dünyada mukim bir yer olarak algıladıkları için, dünyayı tüketip tahrip etmiyorlar. Kapitalist bir dünyada, cenneti dünya dışında bir yer olarak algılayan modern insan yerküreyi hoyrat bir şekilde kirletmekte bir beis görmüyor. Guarani kabilelerinde bu "sevilen ülkeyi" cenneti bulma arzusunun kökeninde yatan, yakın bir zamanda gerçekleşecek olan bu kozmik felaketi bugünler de yaşıyor gibiyiz. Küresel iklim değişikliği ve çevre kirliliği gerçekten de bir cennet olan dünyamızı cehenneme çevirmiyor mu? Yoksa modern insan, yaşlı ve tükenmiş dünyada kıyameti tetikleyecek en önemli faktör müdür?
Deprem gibi, sel gibi doğal afetler, kısa zaman dilimlerinde meydana gelirler. Fakat yarattıkları tahribat ve ıstırap çok uzun süre devam eder. Küresel iklim değişikliği konusunda, bizleri uzun yıllardır uyaran uzmanlar sanki bugünleri işaret etmiş gibiler. Orman yangınları ile boğuştuğumuz şu günlerde, fosil yakıtların kullanılması nedeniyle meydana gelen küresel ısınma bize dünyada cehennemi yaşatmıyor mu? Can kaybı yaşıyoruz. Bunun acısı çok büyük. Ormanlar, içerisindeki canlıların feryatları ile beraber yanıp kül oluyor. Doğa ve insan arasındaki bu düşmanca mücadele ezelden beri var gibi görünüyor. Fakat endüstrileşme ile beraber doruğa çıktığını söyleyebiliriz. Bütüncül bir yapıya sahip doğa, birey olarak insanın öne çıkmasına izin vermek istemez iken, birey olarak insan da kendisini, tek başına dünyanın hâkimi olarak görüyor ve doğayı kontrol altına almaya çalışıyor. İnsan tıpkı bir kanser hücresi gibi dünyayı öldürür mü? Yoksa dünya, buna fırsat vermemek için insan denilen zeki ama her zaman akıllıca davranamayan insanı tarih sahnesinden silip atar mı?
Doğaya yönelik hasmane tutumların kökeninde bilinçdışı süreçlerin devrede olduğunu düşünüyorum. Ama bunlar hakkında kesin yargılara varmak kolay değil. Kültürel antropoloji, dinler tarihi gibi alanlarda çalışan uzmanların bu konuda görüşleri var.
Guaranilere geri dönersek, 3 veya 4 yüzyıl süren bu cennet arayışları hayal kırıklığı ile sonuçlanan bazı kabileler, artık cennetten umudu kesmiş ve cenneti ancak ölümden sonra ulaşılabilecek zenite (doğrudan gözlemcinin üzerinde görünen gökyüzündeki nokta) yerleştirmişlerdir.
Guarani yerlilerinden Mbualar, cizvit misyonerlerinin tesirine maruz kalmadıkları için cennet tasavvurları da "emin bir barınak" şeklinde tasvir edilmemiştir. Görünen o ki Avrupalı fatihlere temas eden yerlilerin daha önceden dünyanın sonuna gelineceğine inansalar da Avrupalılarla temasları cennet tasavvurunu değiştirmiş ve ürkütücü sona ulaşmadan önce sığınılacak bir cennet arama ihtiyacı doğmuştur. Yerliler fetihlerle beraber bir nevi doğrusal zaman anlayışı ile tanışmış dünyanın doğal kaynaklarının fütursuzca kullanımının bir kıyamete yol açacağını öngörebilmişlerdir. Yerkürenin bugünler de yaşadığı da bir nevi kıyamet senaryosu. Küresel ısınma devam ederse iklim değişiklikleri daha da artabilir. Uzmanlar, kritik eşik aşılmadan önce karbon salınımının azaltılması gerektiğini söylüyor.
Dünyanın eko-sistemi, tüm detayları ile anlayamayacağımız kadar çok değişkenin etkide bulunduğu bir sistem. O nedenle ekolojik sistem üzerindeki silsileli bir etkinin, bir tahribatın, nelere yol açabileceğini ve bunun sonuçlarını tam olarak öngöremeyebiliriz.
Cehennem korkusunu bu denli fazla içinde taşıyan ve bu dünyadaki cenneti göremeyen insanlık, kendi eliyle, kendi cehennemini mi yaratmaktadır?
Konuya başka bir açıdan bakarsak, doğanın bütün haşmeti, güzelliği ve acımasızlığına karşı, insan ruhunun iyilik ve kötülüğünü ele alırsak hangisi daha acımasızdır? İnsanın kendi kötülüğünü kendi kalbinde taşıdığı ve yanında götürdüğü bir durumda cennetvari bir yere ulaştığında, ulaşılan yer kötülüksüz bir toprak olarak kalabilir mi? İnsan, geçirdiği evrimler sayesinde, kötü bir varlık olmaktan kurtulabilir mi?
Dünyayı domine eden insanın gün gelip mutlak iyi olduğu bir durumda belirsizliklerle dolu bu dünyaya şekil verip, düzenleyip, rasyonalize edemez hale gelebilir. Bu durum insan varlığını nasıl etkiler?
Doğadan azami düzeyde faydalanmak ve tüketim toplumu haline gelmek zaten bir bakıma doğaya karşı acımasız olmak anlamına da gelmiyor mu? İnsan doğa çatışmasında acaba dünyanın ruhu, insanın bu ölçüde yeryüzünü ele geçirip kendi yaşamı başta olmak üzere diğer canlılar ve doğa unsurlarının varlığını tehdit eder hale geleceğini biliyor muydu? Yirmibirinci yüzyılın göktaşı olan insan kendi sonunu mu hazırlıyor? Dinazorları yok eden göktaşının yerini günümüzde insan evladının aldığını söyleyen bir kişi, insanın asli fonksiyonunun, yeni bir yaşam ortamının yaratılabilmesi için insanın yıkıcı, tahrip edici özelliğini, bizzat dünyanın kullandığını düşünüyordu. İnsanın, insanca varlığını sürdürebileceği ama aynı zamanda ekolojik dengeyi de gözetebileceğimiz bir tüketim sistemi oluşturabilecek miyiz?
Öte yandan insan yaptığı bilimsel ve felsefi çalışmalarla, kaynağı mitoloji ya da din olan manevi arayışlarla dünyaya değer katan bir varlık aynı zamanda. En önemli tahrip edici aktör olsa da, insan sayesinde doğa kendi hakikatini gözlemliyor olabilir. İnsanın doğa hakkında mevcut seviyede bilgi ve bilince ulaşabilmesi için dünyanın eko sisteminin tahrip olmasının gerekmesi paradoksal bir durum. Modern insanın doğanın değerini anlayabilmesi için endüstrileşme ile beraber gelen ekolojik problemlerin yarattığı iklim sorunları ile yüzleşmesi gerekiyor gibi görünüyor. Çok kıymetli bir şeyin değerini, onu kaybettiğiniz de anlamak durumunda kalmanız gibi bir şey.
Kötülüksüz topraklarda insan kötülüğünden sıyrılabilir mi? Bu yazıya kaynaklık eden, Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu adındaki kitabın önsözü Temmuz 1968 yılında kitabın yazarı Micea Eliade tarafından yazılmış. Kitapta şu ifadeler geçiyor. "Guaranilerin üçüncü grubu olan Kaiovalar on yıl kadar önce hala Atlantik'e doğru seyehat ediyorlardı. Şu özelliğe işaret ediliyordu. Cennetin önemi kriz dönemlerinde artıyordu. Bu sırada Kaiovalar durmadan gece gündüz, dünyanın yıkılmasını hızlandırmak ve kötülüksüz topraklara götürecek yolun vahyini elde etmek için dans ediyorlardı. Dans, vahiy, cennete giden yol, bu üç dini realite birlikte durmaktadır."
İnsanlar, özellikle kriz dönemlerinde, dünyanın sonunu, bir altın çağı ve kozmik yenilenmeyi beklerler. Aşırı sefalet, hürriyetin yitirilmesi, geleneksel değerlerin yıkılması ümitsizliğe yol açtığı için bu ümitsizlikten korunmak için dünyada cennetin yakın olduğu ilan edilir. Biz modern insanlar için de bu anlayış kısmen geçerlidir. Adaletsizlik, kıtlık, savaşlar, doğal afetlerin artması gibi nedenler kıyametin yaklaştığını haber veren işaretler olarak değerlendirilir. Bir üçüncü dünya savaşı çıkar mı endişesinin olduğu şu günlerde Tanrıyı kıyamete zorlamak için savaşlar ya da çatışmalar çıkarılıyor, politika üretiliyor. Çok sayıda nükleer silahın kullanılması durumunda yaşanacak felaket, bir nebze de olsa ülkelerin sağduyulu davranmasını sağlıyor.
1957 doğumlu Amerikalı biyoloji ve nero bilimler profesörü Robert Morris Sapolsky, Davranış adlı kitabında insandaki birbirine zarar verme davranışının evrensel ya da kaçınılmaz bir olgu olmadığını, bu sorunu engelleyecek bir takım bilimsel görüşlere yakın olunduğunu ifade ediyor. Aslında karamsar bir insan olduğunu fakat bu kitap çalışması ile beraber konu hakkında daha pozitif ve umut içeren bir ruh haline girdiğini ifade ediyor. [3] Biyoloji, nörobilim gibi alanlarda insandaki kötülük ya da iyiliğin ne şekilde çalıştığı üzerine araştırmalar devam ediyor. Genetik alanındaki çalışmalar henüz emekleme aşamasında olsa da önemli gelişmeler sağlanıyor.
2018 yılında Çinli bir araştırmacı kimliği açıklanmayan ikiz kız bebekler üzerinde genetik bir müdahale gerçekleştirdiğini duyurdu. Yasadışı bir işlem olduğu için hapis cezası aldı ve 2022 yılında hapisten çıktı. 2020 yılında kimya alanında Nobel ödülü alan CRISPR-Cas9 adı verilen bir gen teknolojisi ile ikizlerin genomlarında genetik makas işlevi gören proteinler vasıtası ile Hiv Virüsü (İnsan bağışıklık yetmezliği virüsü) kesildi. İkizlerin babasında Hiv virüsü mevcut. İkizlerin, makas işlevi gören proteinlerle genlerinin kesilmesi henüz yeterince bilgi sahibi olmadığımız bir alanda, etik problemleri de beraberinde getiren bir konu. Genetik müdahalelerin uzun vadede fiziksel ve zihinsel olarak bebekler üzerinde nasıl bir etki yaratacağı bilinmiyor. İnsan vücudu öyle karmaşık bir yapıda ki bütün işlevlerini tam olarak bilmediğimiz genlere müdahalenin nesiller üzerinde nasıl bir tesir yaratacağını kestirmek zor. Zamanla sadece fiziksel hastalıklar için değil, bireylerin ruhsal durumu ve şahsiyetleri üzerinde etki yaratacak çalışmalar da yapılacaktır, muhtemelen de yapılıyordur.[4] Bu durumda doğal seçilim yolu ile evrimleşen insan evladına insan eliyle müdahale edilmiştir ve gelecekte de edilecektir.
Zaten hâlihazırda psikiyatrik ilaçlarla insan psikolojisi üzerinde etki yaratılıyor. Genetik araştırmalar ilerledikçe saldırganlığa neden olan genlere müdahale edilebilir. Bu tür müdahalelerin sonuçlarını görmek yıllar ve nesiller alır.
İnsan ve doğa arasındaki ezeli çatışmayı bu alanda da görüyoruz. Doğal seçilim yolu ile doğal dinamiklerle şekillenen insan ve genetiğine müdahale edilmiş bir nevi insan yapımı insan. Gelecek çok önemli gelişmelere gebe. Doğal seçilim yoluyla evrimleşen insana ve içinde yaşadığımız doğaya müdahale, insan hayatını, kaderini nasıl etkileyecektir? İnsan doğayı kontrol ederek onu rasyonalize ediyor. Şimdi işi biraz daha ileri bir noktaya taşıyarak kendi varlığına şekil verip, kendi varlığını rasyonalize etmeye başladı. Bu yeni durum, yeni bir varoluş biçimine de kapı aralayacak. Çok önemli dönemlerden geçiyoruz ve bu yeni dönem hem insanın hem de dünyanın kaderini daha doğrusu akıbetinin nasıl olacağını belirleyecek. Guaraniler dünyadaki cenneti araya dursun, modern insan tıpkı bir Tanrı gibi hem kendisi hem de gezegenin kaderini belirlemek istiyor. Bu ısrarlı talebin, yerküre ve insanlar için nasıl bir durumu meydana getireceği zamanla açığa çıkacak. İnsan ve doğa arasında bir işbirliği ve uzlaşı işlerin iyi bir şekilde yürümesini sağlayıp hem insana hem de gezegene uzun bir zaman yaşam şansı tanıyabilir, tabi eğer yeryüzü, insan ve diğer canlılara ev sahipliği yapmaktan gerçekten yorulmadıysa.
Dipnotlar
[1] Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu, Yaratılış Özlemi
Mircea Eliade
[2] Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu, Yaratılış Özlemi
Mircea Eliade
[3] Davranış, En İyi ve En Kötü Haliyle İnsan Biyolojisi Robert M. Sapolsky
[4] Evrim Ağacı Youtube Kanalı, CRISPR Devrimi, İzniniz Olmadan Genleriniz Değiştirilsin İster miydiniz?
(FÜ/AB)







