Baran İdil geçtiğimiz 24 Aralık günü aramızdan ayrıldı. İdil, 1960 kuşağının “kent plancısı mimar”larındandı. Urla, Safranbolu imar planları onun elinden çıkmıştır; mimarlık ve kent planlaması yarışmalarına katılmış, ödüller almıştır.
Yakın zamana kadar Tamer Başbuğ ve Hasan Özbay ile birlikte sürdürdüğü ortak çalışmalarda, tek yapı ölçeği ile kentsel alanları bütünleştiren tasarımlar üretmiştir. Örneğin Urlalıların ona mutlaka bir vefa borcu olmalı. Urla imar planının yanı sıra, 544 Evler toplu konut yerleşmesi ve yeni belediye binası Baran İdil ve arkadaşlarının eseridir.
Baran İdil meslek örgütlerinde de görev aldı. Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanlığı yaptı. Serbest Mimarlar Derneği’nde etkin görevler yerine getirdi. Öğretim üyeliği de vardı. Gazi Üniversitesi (ADMMA) Mimarlık ve Kent Planlama bölümlerinde uzun yıllar hocalık yaptı.
İTÜ Mimarlık Fakültesi’ni 1960’da bitirmiş ve aynı yıl İller Bankası Şehircilik Bölümü’nde planlama şefi olarak çalışmaya başlamıştı. O tarihlerde irili ufaklı kentlerin imar planları İller Bankası eliyle yaptırılıyordu. Banka, bir anlamda kent planlaması ile uğraşan mimarların deneyim kazandığı bir okul işlevi görüyordu. Başka bir deyişle, kentleri mimarlıktan gelme “alaylı”lar planlıyordu, daha “okullu” şehir plancıları yetişmemişti.
İlk kez 1961’de ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde kentsel planlama eğitimi verilen bir bölüm açıldı. Bunu 1979 yılında Ege Üniversitesi izledi. Dolayısıyla uzunca bir süre kent planlamasında mimarlar etkin oldu. Bu alanda çalışan mimarlar kendi kendilerini yetiştirdi diyebiliriz. Yaparak, araştırarak, tartışarak öğrendiler, uzmanlaştılar. Onları ülkemiz kent plancılığında öncü bir ara kuşak olarak görebiliriz.
“Kültür seferberliği” çağrısı
Baran İdil’in formasyonu kuşkusuz yetiştiği döneminin izlerini taşımaktadır. 1960’ların başlangıç yılları, Türkiye’de yeni anayasal düzenin planlı kalkınmayla pekiştirilmeye çalışıldığı bir dönemdir. Ekonomik kalkınmanın yanı sıra eğitim düzeyinin yükseltilmesi, ülkenin kültürel yönden de kalkınması amaçlanmaktaydı.
O yıllarda eğitim ve kültürel gelişme her şeyin anahtarı olarak görülmekteydi diyebiliriz. Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin kuruluş yıldönümü etkinliğine katılamayan Baran İdil’in, ölümünden birkaç gün önce Başkan Tezcan Karakuş’a gönderdiği mesajdaki “kültür seferberliği” vurgusu, bu açıdan önemlidir.
Temel sorunların çözümü ve toplumun öngörülen olumlu yönde gelişimi sadece “kültür” ile mümkün mü? Böyle bir yaklaşım, siyaseti ve toplumsal mücadeleleri dışlamıyor mu? 60’ların ikinci yarısında sol çevrelerde çok yinelenen keskin bir slogan vardı: “Altyapı üstyapıyı belirler” diye. Zamanla ve özellikle 80 sonrasında daha farklı yönde yaklaşımlar geliştirildi.
Konu sanırım bugün de önemini koruyor. Geçenlerde Çağlar Güven hoca bizim eski ODTÜ SFK’lıların yazışma grubuna gönderdiği bir iletide, Thomas Piketty’in son kitabına değinerek şöyle diyordu: “Piketty anlaşılan, Marx'ın aksine, üstyapı altyapıyı belirler demeye getirmiş. Oysa, ve bana kalırsa, ne altyapı üstyapıyı ne de üstyapı altyapıyı bütünüyle belirleyebilir; aksini düşünmek insanı kendi yaptığı tasniflerin tutsağı durumuna düşürür.”
Çağlar Güven hocanın söyledikleri akla yatkın, sağlıklı çözümlemeler yapmaya elverişli bir yorum gibi geldi bana. Ama yine de üretim ilişkilerinin önemini gözden kaçırmamakta yarar vardır diyelim.
“Muhalefetin İstanbul adayı olsaydım"
Baran İdil son günlerine kadar kentler, yapılı çevre ve politika üzerinde düşündü, konuştu, yazdı. Geçtiğimiz yıl yerel seçimler öncesi “Muhalefetin İstanbul Adayı Olsaydım Bir Mimar ve Kent Plancısı Olarak Neler Söylerdim?” başlığı altında son derece yalın bir anlatımla kaleme aldığı görüşleri dikkat çekicidir. Bazıları yeterince “akademik” bulmayabilir, ama İstanbul ve günümüz kent politikaları ile ilgilenenler gözden kaçırdılarsa mutlaka okumalı, değerlendirmeli.
Yazısına, “Yalan ile gerçeğin, doğru ile yanlışın iç içe geçtiği bir ortamda yaşıyoruz” diye başlayan İdil, İstanbul’a belediye başkanlığı da yapmış olan Erdoğan’ın ünlü “itiraf”ı üzerinden giderek sıralıyor eleştirilerini. Hatırlayacağınız gibi Erdoğan üç yıl önce şöyle demişti:
“Kadim şehirlerin en önemli güzelliği, ana karakterini kaybetmeden yeniyi bünyelerinde eritmesi, özlerinden katarak yeniden yoğurmasıdır. İstanbul bu açıdan müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik. Hâlâ da ihanet ediyoruz. Ben de bundan sorumluyum.”
Baran İdil, İstanbul kentine yapılan “ihanetleri” bir bir sıralıyor. Satır başlarıyla birkaçını kısaca aktaralım:
● Sorunlara tek adam yaklaşımıyla bilimi dışlayarak müdahale etmek ve planlama kurumunu, plan kavramını dışlamak;
● Yağma kültürünü ve imar suçlarını meşrulaştırmak;
● Arazi kullanımı ve yapılaşmada rantı temel belirleyici olarak kullanmak;
● Kentsel dönüşümü bir sağlıklılaştırma aracı olarak değil, yoğunluk artırıcı ve rant getirici amaçlarla uygulamak;
● Kendi yaptırdıkları ulaşım planlarında dahi yer almayan ve kentsel dağılmayı tetikleyen 3. Boğaz Köprüsü, Havaalanı ve Kanal İstanbul gibi yatırımlara karar vermek;
● Ulaşımı, özel araçların egemen olduğu bir yaklaşıma mahkûm etmek ve toplu taşımaya önem vermemek;
● Kentin deniz ve kıyı potansiyeli olanaklarına hiç ilgi göstermemek,
Baran İdil kendine özgü duyarlılığıyla, kültür ve sanat alanındaki “ihanet”lere de değiniyor. Kentte inşa edilen niteliksiz mimari tasarımların, teşvik edilen “çakma Osmanlı mimarisi”nin üzerinde duruyor. Ekonomik sorunlara ve alt gelir gruplarına yönelik girişimlerin yokluğuna işaret ediyor. İdil, sorunları sıralamakla kalmıyor, bu sorunların çözümüne yönelik sürece ve örgütlenmelere ilişkin önerilerini de anlatıyor.
Bodrum’un geleceği acaba nasıl gelecek?
Baran İdil son 15 yıldır Bodrum’da yaşıyordu. Ama kentleri düşünmekten, çevresini bir mimar kent plancısı gözüyle izleyerek öneriler geliştirmekten vazgeçmemişti. Geçtiğimiz Eylül ayında Serbest Mimar dergisinin 34. sayısında yayınlanan “Bodrum’un Geleceği Acaba Nasıl Gelecek?” başlıklı yazısı, onun 60 yıllık meslek birikimini yansıtan bir başka “son not”tur.
İdil, Bodrum’un geçirdiği kentsel gelişme ve kentsel planlama evrelerini özetleyerek başlıyor yazısına. Tuğrul Akçura’nın 1975’te yaptığı “Koruma ve Geliştirme Planı”na değiniyor. 1990’lar sonrası büyük kentlerden gelerek Bodrum’u mesken tutanların sayısındaki artışın ve talep yoğunlaşmasının nasıl Bodrum’un saçaklanmasına yol açtığını anlatıyor. Yarımadaya yayılan yapılaşma ve rant oluşumu üzerinde duruyor.
Köy belediyelerinin eliyle yapılan birbirinden bağımsız plan uygulamalarının yapılaşma üzerinde bütüncül bir denetimi ortadan kaldırdığına işaret eden İdil, 12 Mart rejiminin olumsuz gelişmeleri körüklediğini vurguluyor. 2000’lerde büyük sermayenin Bodrum’a girişinin sonuçlarına, buna karşı kentte başlayan toplumsal tepkilere ve kentsel direniş hareketlerine değiniyor.
Baran İdil, son yıllarda planlama ve denetim yetkilerinin il ölçeğinde Muğla Belediyesi’ne verilmesinin de sorunları çözmediğini, idari ve teknik olanakları kendine bile yetmeyen Büyük Şehir Belediyesi’nin böylesine özellikleri olan bir alanı yönetmesinin olanaksız olduğunu söylüyor.
Bodrum’un geleceğine yönelik olarak “evrenselleşme” ve “herkese açık olma” hedeflerini öne çıkarıyor Baran İdil. Ülke turizminin merkezlerinden biri olma rolünün, Venedik, Floransa gibi Akdeniz ve Ege’nin turizm merkezlerinden biri olma hedefine yönlendirilmesini öneriyor. Böyle bir gelişmenin temel dayanağı olarak sivil girişimlerin oluşturacağı bir platformun önemini vurguluyor. Bodrum’da yaşamayı seçenlerin önemli bir potansiyel oluşturduğuna değiniyor.
Baran İdil, Bodrum için yeni bir planlama sürecinin örgütlenmesi konusunda yöntemler de öneriyor. Müdahale biçimlerinin belirlenmesi, mevcut planların irdelenmesi, yeni planların üretilmesi gibi çalışmalar üzerinde duruyor. Bu çalışmalarda dikkate alınması gereken bazı ilkeleri özetle şöyle sıralıyor:
● Bodrum’un kıyı değerleri, sanatsal potansiyeli önemsenmeli, çağdaş fakat doğa ile yarışmayan mekânlar oluşturulmalıdır.
● Motorlu araç karmaşası önlenmeli, toplu ulaşım olanakları geliştirilmeli, deniz ulaşımından yararlanılmalı, yayaların keyifle dolaşacağı alanlar açılmalıdır. Yarımadayı dolaşacak bir monoray sistemi bile kurulabilir.
● Arkeolojik ve kültürel değerlerin korunarak yaşama katılması sağlanmalıdır.
● Kritik tarım alanları korunmalı, endemik bitkilerin varlığı ve narenciye üretimi sürdürülmelidir.
● Uygulamalarda sosyal sınıflar arasında dengeyi sağlayacak bir yerel yönetim politikası izlenmelidir.
Baran İdil’in Bodrum yazısının sonuna eklediği bir dipnot bana çok ilginç göründü. İçinden geldiği 60 kuşağının sorunlara radikal yaklaşımını çok iyi yansıtıyor. Dipnotta şöyle demiş Baran İdil:
“Dün izlediğim Güney Amerika devrimlerine ilişkin bir filmde söylenen şu sözler çok hoşuma gitti. ‘Ateş üzerinde dibi kızmış boş bir tavayı, elinizdeki su kabından aldığınız su damlalarıyla soğutamazsınız. O damlalar anında buhar olur ve sonunda kabınızda su kalmaz. Oysa kaptaki suyu bütünüyle dökerseniz hem ateşi söndürür hem de suyunuzu yok etmezsiniz.’ Kıssadan hisse, sorunların çözümünde radikal adımların atılması elzemdir.”
İlhan Tekeli’nin söyledikleri
Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin 8 Şubat günü düzenlediği bir anma toplantısında meslektaşları, dostları Baran İdil’e ilişkin anılarını, düşüncelerini dile getirdiler. Prof. Dr. İlhan Tekeli toplantıdaki konuşmasında Baran İdil’in içinde yer aldığı kent planlama deneyimini, 1960’lardan günümüze kadar geçirdiği süreç bütünlüğünde değerlendi. Kent plancılığının günümüzdeki konumu ve geleceği üzerinde durdu. Sözü ona bırakalım. Tekeli, özetle şöyle dedi:
“Tek bir kelime ile Baran İdil’i ifade etmek gerekirse, ona “dobra” sözü yakışır. 1960’lar Türkiye’sinin şehir planlama tarihine girmiş bir kişidir. Her zaman mimarlık iddiasını korudu ama şehircilik iddiası bir parmak öndeydi.
“1960’ların şehir problemi neydi? İTÜ çevresinde yetişmiş bir kişinin 60’ların ortamında bu probleme yaklaşırken kimliğinin ve kişiliğinin nasıl oluştuğunu sezebilir miyiz? Bir deneme yapmaya çalışacağım.
“1960’lı yıllar Türkiye’nin fikir hayatında çok önemli yıllar. Türkiye 1961 Anayasası sonrasında sol düşünceye açıldı. Biz 60’ların başında mezun olanlar sol düşünceyi bilmezdik. Türkiye sol düşünceye kapalıydı. Biz 60’dan sonra sol düşünceyi öğrendik. Baran da o zaman öğrendi.
“O yıllarda büyük bir şehircilik olayı yaşanıyor. Dünyada bütün toplumların en önemli kırılma noktalarından biri, hızlı kentleşme başlamış. Kentlerin çevreleri gecekondularla çevrilmiş. Kentin içindeki eski doku yapsatçılık pratiği içinde yıkılıp apartmanlaşmaya dönüşüyor. Bütün belediyelerin bütçeleri kısıtlı, altyapıya yatırım yapamıyorlar. Çevre kirliliği üretiyor kentler. Belediyeler inanılmaz büyüklükte bir problemle karşı karşıya. Sakin sakin yapılacak bir planlama yok ortalıkta.
“Ve aydınlar sola açılıyor. Baran’ı öyle bir ortamda görüyorum. 60-67 yıllarında İller Bankası’nda çalışıyor. Acaba o yıllarda İller Bankası’nda yaşanan deneyim üzerinde yeterince çalışıldı mı, bir tez çalışması yapıldı mı? Pek hatırlamıyorum. Türkiye’nin şehircilik tarihi bakımından çok önemli bir deneyimdir.
“ODTÜ Şehir Planlama Bölümü’nün ilk öğrencileriydik. İller Bankası’nda çalışan bir plancı dersimize geliyordu. Biz ilk kez ondan ‘rasyonel ve kapsamlı’ plan konusunu öğrendik. Bu, insanı araştırmacı olmaya yönlendiriyordu. Bilgilenme olmadan plan yapmanız mümkün değil. Bütün kent planları çökmüş durumdaydı. İller Bankası bunları yeniledi. Çok büyük bir yükü taşıdılar ve bu çalışmaların içinde başka bir öykü, ‘rasyonel kapsamlı planlama’ doğdu.
“İller Bankası’ndaki büronun Türkiye planlama çalışmalarına katkısı büyüktür. 1965 Konya yarışmasından 1971’de Zonguldak için açılan yarışmaya kadar uzanan bir süreç yaşandı. Şehir planlaması ilk kez bir yarışma konusu oluyordu. Baran, bu süreçte yarışan aktörlerden biriydi.
“İller Bankası’nda yaşanan süreç yeni bir sistem üretti. Banka’dan yetişenler, daha sonra ayrılarak kendi bürolarını açtılar ve plan üretmeye oradan devam ettiler.
“İlk başlarda çok başarılı görünen bu öykünün altında önemli bir sorun vardı. Çok hızlı gelişen şehirleşmede acaba ‘rasyonel kapsamlı planlama’ yaklaşımı doğru muydu? Bunu tartışmayacağım, uzun bir konu. Size emanet ediyorum.
“Kent planlaması, 2. Dünya Savaşı sonrası için, savaş yıllarında geliştirildi. IMF, Dünya Bankası böyle bir hazırlığın kurumlarıdır. Ancak 1945 sonrası böyle hızlı bir kentleşmenin olacağını hiç kimse, Türkiye de dâhil hiçbir ülke tahmin etmiyordu. Bununla başa çıkmak çok büyük bir problematik.
“Bir meslek camiası olarak biz planın her şeyi çözebileceğine inanıyoruz. Ama çözemiyor. Kendini plancı olarak görenler için büyük bir ikilem. Bu durum plancıları demokrat olmaya, yeni gelişmelere açık olmaya yönelten bir zemin hazırlıyor.” (AŞ/DB)