“Muhteşem Yüzyıl” ve özellikle “Diriliş / Ertuğrul” dizileri geçtiğimiz yıllarda Pakistan’da geniş ilgi toplamış, Urduca dublajlı diziler milyonlarca Pakistanlı tarafından tutkuyla izlenmişti. Hatta Başbakan İmran Han, Ertuğrul dizisinin devlet televizyonunda da gösterilmesini istemiş, dizinin değişik bölümleri PTV’de günde üç kez gösterilmeye başlamıştı.
Anlaşılan belirli bir toplumsal gelişme düzeyini tutturamamış kitleler, hayal dünyalarında kendileri ile özdeşleştirecekleri, yapamadıklarını yapacak kahramanlar görmek istiyor. Kurulu düzen de öyle kahramanlar yaratıyor, bulup çıkarıyor, o kitlelere sunuyor. Geçtiğimiz günlerde Pakistan’da yaşanan ve kimilerinin darbe olarak nitelediği çatışmalı gelişmelerle iktidardan düşen İmran Han’ın öyküsü bunu doğruluyor.
İmran Han; eski bir “playboy”, İngiliz sosyetesi ile yakın ilişkileri olmuş, Pakistan ulusal kriket takımının unutulmaz kaptanı, 1990’larda politikaya girdi. Karizmatik bir lider olarak geniş taraftar topladı ve kurduğu Pakistan Adalet Hareketi (Pakistan Tahrik-i İnsaf/PTI) partisiyle 2018’de iktidara geldi. Gücü, halkın alışılmış politikacıların dışında, iyi görüntü veren, parlak sözler söyleyen bir “kahraman”a duyduğu ihtiyaçtan kaynaklanıyordu demek yanıltıcı olmayacaktır.
Pakistan’daki son gelişmeler bizde de ilgi uyandırdı. İmran Han’ı köşeye sıkışmış kaplana benzetenler, onun Amerika Birleşik Devletleri'ne (ABD) karşı verdiği bağımsızlık mücadelesi nedeniyle ABD tarafından düşürüldüğünü söyleyenler oldu. Bizde yaşanan 28 Şubat, 15 Temmuz müdahale girişimleriyle benzerlikler kuruldu. Bir anlamda herkes olaya kendi bulunduğu yerden baktı diyebiliriz.
Dikkati çeken değerlendirmeler
Pakistan’daki son gelişmelere ilişkin yazılanlar, söylenenler içinde siyaset bilimci Ömer Aslan’ın medyascope’ta Alphan Telek ile yaptığı konuşma ve perspektif.online’da yayınlanan yazısı dikkati çekiyor. Okumanızı, izlemenizi tavsiye ederim. Aslan, özetle şöyle diyor:
“İmran Han, iktidarda kaldığı 3,5 senede aşırı güç vehmine kapıldı; bir anda ordunun da desteğiyle mevcut siyasi liderlerin tamamını yargılayarak tarihten silebileceğini, sil baştan bir Pakistan yaratacağını, uygun gördüğü ‘ulvi’ politikaları Cumhurbaşkanı kararnameleriyle Meclis’e uğramadan hayata geçirebileceğini, dış politikada istediği şekilde davranabileceğini düşündü. Bu uğurda muhalif gazetecilerin sindirildiği ve muhalif haberlerin ‘yalan haber’ başlığı altında sansüre uğradığı bir siyasal ortama izin verdi. Bu nedenle, güven oylaması senaryosuna maruz kalmak ve iktidardan bu şekilde hızla düşmek; kendini kurtarıcı, seçilmiş gören bir popülist siyasetçi için idrak ve kabul etmesi zor bir durum olmalı.”
Özkan Öztaş’ın sol-Haber’de yayınlanan “Pakistan’da neler oluyor” başlıklı yazısı da, gelişmeleri “sol” bakış açısından kapsamlı bir biçimde özetliyor. Öztaş yazısını şöyle bitirmiş:
“Tüm bu tabloda olası seçenekler arasında hesaba katılmayan tek şey ise Pakistanlı emekçiler. Özellikle Hindistan'da büyüyen sınıf hareketi ve komünist partiler, Pakistanlı emekçilerin de gündeminde. Olası masa başı hesaplarının emekçiler cephesinde nasıl karşılık bulacağını da yine Pakistanlı emekçilerin mücadelesi belirliyor olacak.”
Doğru, gelişmelerin içinde emekçi kesimin sesi çıkmıyor gibi gözüküyor. Popülist söylemler içinde eriyip gidiyor adeta. Önemli bir sol geçmişi olan Pakistan’da yıllar boyu yaşanan sıkıyönetim, olağanüstü hal ve dikta yönetimleri, emekçilerin siyasal örgütlenmesini budadıkça budamış. Siyasal örgütlenmenin kaynağı sendikal örgütlenmeler ve gençlik örgütlenmeleri giderek daha da zayıflamış. Sol siyasal partiler yok değil, ama çok parçalı bir görüntü veriyorlar ve aldıkları toplam oy %1’leri aşamıyor. Yabancısı olmadığımız bir durum.
Sol taraftan görüşler, yorumlar
Pakistan’da on yıl önce bir grup sol partinin birleşmesiyle kurulan Awami İşçi Partisi solda bir ölçüde sesini duyuran bir örgütlenme. Bu örgütlenmeye omuz veren, partide görev alanlardan biri de siyaset bilimci Aasim Sajjad Akhtar. Bianet’te 15 yıl önce yayınlanan “Pakistan: Parçaları birleştirmek” başlıklı yazısı bugün için de geçerli, okunması yararlı bilgiler veriyor, yorumlar getiriyor.
TIKLAYIN- Benazir efsanesi destanlaşırken/ Pakistan: Parçaları Birleştirmek.../
Yıllar boyu her iktidara gelenin, politikacıların, ordunun “Pakistan’ı kurtarma” nakaratına sığındığına değinen Akhtar, aslında Pakistan’ı bu kurtarıcılardan kurtarmanın gerektiğini söylemiş.
Özkan Öztaş’ın yukarıya alıntıladığım sözlerinde vurguladığı “Pakistan’da emekçiler ne diyor?” sorusuna yanıtı geniş ölçüde, Aasim Sajjad Akhtar’ın son gelişmeler sırasında sosyal medyada yayınlanan iletilerinde bulabiliyoruz. Genelde şöyle değerlendiriyor durumu ve solu bekleyen görevi:
“Şimdi Şahbaz Şerif Başbakan oldu. Bu, ne üzerine destanlar yazılacak bir durum ne de bir trajedi. Şu an itibarıyla, hayalleri yıkılan PTI/İmran Han destekçilerinde - özellikle gençlerde - sol düşüncelere kayma potansiyeli olduğunu görüyorum. “Naya Pakistan” (İmran Han’ın ‘Yeni Pakistan’ söylemi) politikasının nasıl sonunda boş çıktığını görerek hayal kırıklığına uğrayanların, böyle bir anda, politik süreç üzerinde ordunun denetimi, emperyalizm ve sınıfsal eşitsizlik gibi konulara duydukları yakın ilgiyi daha derinleştirmeleri sağlanabilir. Solda olan hepimizin yapması gereken bunu gerçekleştirmektir.
“Birilerinin, sözde bağımsız gibi görünen ilişkilerimizde emperyalizmin rolünü doğru bir içerikle yerine oturtması gerekiyor. Birileri gerçekleri dile getirmeli ve aynı zamanda, ‘Batı kültürü bizi yıkıma götürüyor’ gibi gerici bir görüşü benimseyen PTI / İmran Han yandaşlarına çürümenin önce ülke içinde başladığını anlatmalı.”
Kurulmaya çalışılan benzerlikler
Anlaşılan bizde yakıştırılan benzerliklere benzer yorumlar Pakistan’da da yapılıyor. İmran Han’ın gidişi ile ABD'de Trump’ın iktidarı kaybetmesi arasında kurulan benzerliklere ilişkin Akhtar şöyle diyor:
“İmran Han’ın gidişi ve Şahbaz Şerif’in Başbakan olmasından etkilenenler, bunu Biden hareketinin Pakistan örneği olarak görüyorlar. İlericiler için Trump’ın gidişi çok önemliydi ve Obama’nın Başkan Yardımcılığını yapmış olan Biden’in dönüşünü sevinçle karşılamışlardı. Ama şu hiçbir zaman unutulmamalıdır, Obama-Biden rejiminin ilerici neoliberalizmi koruma yolunda boşa çıkan çabaları Trump’ın iktidara gelmesinin yolunu açmıştır. İmran Han gidebilir, fakat aynen Trumpizm’in ABD'de Trump’ın başkanlıktan ayrılmasından çok sonra hâlâ yaşıyor olması gibi Pakistan’da da popülizm olgusu etkisini sürdürecektir.”
İmran Han’ın kendine biçtiği misyonun, kitleleri arkasından sürüklediği söylemlerin bir işe yaramadığı ortaya çıktı. Buna karşın bugün de keskin söylemlerle kitleleri meydanlarda toplayabiliyor. Bu durumu şöyle yorumluyor Akthar:
“İmran Han kendisinin, Pakistan’ı ‘yolsuzluklardan’ temizlemek, Batı kültürünün yozlaştırıcı etkilerine karşı haçlı seferlerine girişmek üzere yeryüzüne gönderilmiş sanal bir Mesih olduğuna inanıyordu. Ona taparcasına bağlı destekçileri bu efsaneye hâlâ inanıyorlar, ama güvensizlik oylamasının sonuçlarına katlanmak yerine parlamentoyu feshettirmeye kalkışması, onun iktidarda kalmak için her şeyi yapabileceğini açıkça göstermiştir.”
Son yıllarda Pakistan’ın; Afganistan bozgunu ertesinde Amerikan’ın taleplerini yerine getirmemesi, Çin’le artan ekonomik ve siyasal ilişkiler, Ukrayna konusunda Rusya ile yakınlaşmalar kuşkusuz Amerika’nın tepkisini çekecekti. Tek adamlığa soyunan İmran Han’ın yerini sağlamlaştırmak için giriştiği bu güncel politikayı, bizde bazı çevrelerin yorumladığı gibi, Amerika’ya karşı antiemperyalist bir tavır olarak görmek herhalde doğru olmayacaktır. Aasim Sejjad Akhtar iletilerinde bu konuda şunları söylüyor:
“İmran Han’ın sergilediği davranışın en asap bozucu tarafı, Washington’un yürüttüğü bir komplo ile hükümetinin altının oyulduğu iddiasıdır. Bu kartı oynamakla İmran Han, emperyalizmin yaşamımız üzerindeki gerçek etkilerini hafife alıyor, sermayenin karmaşık ve küreselleşmiş mantığını, kendini kurtarmak için bulduğu bir çıkar yol mertebesine düşürüyor. “
Pakistan dış güçlerin etkilerine çok açık bir ülke, ama sonuçta ülkenin iç dinamikleri de gelişmelerde etkin oluyor. Ülkenin bazı bölgelerinde feodalite ağırlığını koruyor. Kentlerde, yeni gelişme alanlarında hatırı sayılır bir burjuvazi, giderek zenginleşen bir kesim var. Pakistan üzerinde yapılan analizlerde ordunun rolünü ihmal etmemek gerekiyor. Ordu ülkenin bağımsızlığa kavuştuğu 1947 yılından bu yana başrollerde ve iktidar üzerinde belirleyici olmuş. Pakistan’da ordunun konumu için 2007’de Bianet’te yayınlanan “Pakistan Ordu A.Ş.” başlıklı yazıya bakabilirsiniz.
TIKLAYIN- Pakistan Ordu A.Ş. / Arif Şentek
Yaşanan sadece bir Anayasal kriz değil
Ülkenin iç dinamikleri açısından bakıldığında, gidenle gelenler arasında önemli bir sınıfsal fark yok. Hâkim sınıflar içinde bir güç çatışması diyebilirsiniz. Bu arada ordu yine belirleyici konumda. Akhtar iletilerinde şöyle demiş:
“Bu, yalnızca anayasal bir kriz değildir. Pakistan’ın egemen sınıfı kendi içinde bir savaş vermektedir. İmran Han hastalığın bir belirtisi, bir semptomdur, ama işin içinde herkes vardır - servet sahibi politikacılar, siyasete bulaşmış mollalar, sivil bürokratlar, yargıçlar ve hepsinin ötesinde generaller.
“Olan bitene bakarken, İmran Han’ın dramatik bir biçimde iktidara gelişinin geniş ölçüde silahlı kuvvetlerin sayesinde olduğunu hatırlamak önemlidir. Dolayısıyla, bugün yaşanan güç durum, İmran Han’ın kişisel sorunu olduğu kadar, kurulu düzen yanlılarının Pakistan’da politikacıları denetimleri altında tutma konusundaki bitmez tükenmez arzularından kaynaklanmaktadır.
“Bazılarının ileri sürdüğü gibi üst düzey ordu mensupları İmran Han’ın geleceği konusunda farklı görüşlere sahip olsalar bile, kurulu düzenden yana sistem halkı defalarca yanıltmış, yalnız bırakmıştır. Ancak bu, oyunun bütün aktörlerini halk adına hareket ettikleri iddiasını sürdürmekten alıkoymayacaktır. Halk kitleleri yine iyice şaşkına dönmüş vaziyette olup biteni izleyecek, oyunun bir sonraki tekrarını bekleyecektir. Biz solda olanların, kitleleri gerçekten dönüşümcü politikalardan yana ağırlığını koymaya ikna edebileceği güne kadar, hakim sınıflar arasındaki bu çatışma dizisinin sansasyonel yeni bölümlerini izlemeye devam edeceğiz. Ve dünyanın lanetlileri bedel ödemeye devam edeceklerdir.”
Gerçekçi politikalara ihtiyaç var
Popülist söylemlerle kitleleri oyalayan politik serüvenlerin, emekçi halk kitleleri devreye girmediği sürece tekrarlanıp duracağına işaret eden Akhtar, ülke gerçeklerinden hareket eden, gerçek anlamda antiemperyalist politikalara ihtiyaç olduğunu vurguluyor. Şöyle diyor:
“İktidara gelmeden önce ve iktidarda geçen 4 yıla yakın süre içinde İmran Han, ortanın solu politikasını tabanda kök salarak somut hale getirmenin dışında her şeyi yaptı. Kesinlikle kendisine sorgusuz sualsiz bağlı kitlesi vardı. Ama onlar; neoliberal ekonominin, sömürge devlet yapısının, tarihimizde emperyalizmin önde gelen hizmetkârı kutsal ineklerin adını anmadan, onlara gerçek anlamda karşı çıkmadan, yolsuzluklara ve ulusal güvenliğe ilişkin yapay sloganları sadece tekrarlamakla yetindiler.
“Hayal ürünü sloganlar ve nefret söyleminden çok, ülke gerçeklerinden hareket eden gerçek anlamda bir antiemperyalist politikaya ihtiyacımız var.
“İmran Han’ın sağcı popülizmine ve daha da önemlisi Taliban ve TLP (Aşırı İslamcı Tahrik-i Lebbeyk Partisi) gibi militan oluşumlara karşı ilerici bir alternatifin tek yolu budur. Kırsal alanlarda ve kentlerde toprak ağalarının elindeki arazilerin halka dağıtılmasına ihtiyacımız var. Ordu ve “baş belası sivil halk” (‘bloody people’ - Ordu mensuplarının sivil halk için kullandığı, İngilizlerden kalma deyim) arasındaki gizli saklı ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına ihtiyacımız var. Hindistan ve Afganistan ile barış yapılmasına ihtiyacımız var. Daha çok şeye ihtiyacımız var. Ve böyle halkçı bir politika ağırlık kazanmaya başladığında, hiç şüpheniz olmasın yabancı güçler bunu daha işin başlangıcında engellemek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır.”
Pakistan’daki son gelişmeler ve parlamentodaki çatışmalı durum hakkında yapılan yorumlarda, nedense hükümeti düşüren güvensizlik kararının, her türlü parlamenter cambazlığa karşın 4 oy gibi çok küçük bir farkla alınabildiğinin üzerinde pek durulmuyor. Yani aslında %50 -%50 gibi ikiye bölünmüş bir parlamento var. Bu bölünmüşlük kaçınılmaz olarak ülke geneline de yansıyacaktır. Dolayısıyla Pakistan’da siyasal çatışmaların, ülkede yaşanan ekonomik sıkıntıların da etkisiyle, yoğunlaşarak süreceğini kestirmek mümkün.
İlgilenenler için
Pakistan’da İmran Han’ın ardından başbakanlığa getirilen Şahbaz Şerif’i ilk kutlayan Erdoğan, dolayısıyla Türkiye oldu. Anlaşılan “Dost ve Kardeş” Pakistan, gündemimizde yerini koruyor. Pakistan’daki gelişmelerin politika ile ilgilenenler için verimli ve öğretici bir alan olduğunu düşünüyorum. Ülkenin ikinci resmi dilinin İngilizce olması, dolayısıyla birinci elden İngilizce yayınlara, belgelere ulaşabilmeniz ayrıca kolaylık sağlıyor.
İlgilenenler, Pakistan’da olup bitenleri izlemek isteyenler için günlük The Dawn gazetesinin iyi bir kaynak olduğunu belirteyim. Gazete, daha Pakistan bağımsızlığını kazanmadan, yani 1947’de Hindistan’tan ayrılmadan önce, 1941’de ülkenin kurucu lideri Cinnah tarafından kurulmuş. Nitelikli yayını ile dikkati çekiyor.
Bu arada “devrik” İmran Han’ın renkli ve hareketli, dedikodusu bol geçmişini merak edenler için de “hafif” bir kaynak önereyim. Üç yıl önce Vanity Fair dergisinin Ekim 2019 sayısında yayınlanan, Aatish Taseer’in “He is trying to play a very difficult game / The once and future Imran Khan” başlıklı yazısına bakabilirler. (AŞ/APK/HA)