Fotoğraf: urla.bel.tr/
Önce terminoloji üzerinde duralım kısaca. "Elitleşme" veya diğer adıyla "mutenalaşma" kentle uğraşanların, şehircilerin sözlüğüne yeni giren bir sözcük. İngilizcedeki "gentrification" teriminin Türkçe karşılığı ve "soylulaşma", "seçkinleşme" olarak da kullanılıyor. Terim, kentlerin özellikli ve "eskimiş" bir bölümüne, görece daha üst gelir gruplarından kendi kültürleriyle birlikte gelenlerin yerleşmesini tanımlıyor. Yerel koşullara göre farklılıklar gösteren, ayrıntılı ele alınması gereken, ekonomik ve toplumsal boyutları olan bir olgu. Hemen belirtelim, sözcük Türkçede tam yerine oturmuyor ve en azından bizim buralar için olumlu bir anlam içermiyor, bu nedenle tırnak içinde kullanıyorum.
"Elitleşen" bölgelerin eski sakinleri için yaşam giderek güçleşiyor, yerlerini yeni gelenlere terk etmek durumunda kalıyorlar. Çoğu kez hiç beklemedikleri yüksek fiyat teklifleri karşısında süreç, piyasa koşulları içinde kendiliğinden işliyor. İstanbul'da Balat, Cihangir, Galata örnekleri var. İzmir kent içinde Kadifekale ve Kemeraltı bölgelerinde yaşanıyor. Kent dışında ise en belirgin örneği Alaçatı'dır.
Alaçatı son 20-25 yıl içinde tarihsel kimliğini yok eden bir değişim geçirdi, kent bir film setine dönüştü. Duyarlı insanların ve uzmanların önerileri bir işe yaramadı. Bu konuda Dr. Nimet Özgönül'ün 1996'da yaptığı doktora çalışması tarihi bir belge niteliğindedir. Ne yazık ki olumsuz gidiş önlenememiş, büyük şehirlerden gelenler kenti ellerine geçirmişler ve kendi kafalarındaki imgelere göre, özgünlüğünü yitirmiş bir Alaçatı yaratmışlardır.
Alaçatı'dan sonra Urla
Alaçatı (AA/Arşiv)
Alaçatı'yı tükettikten sonra "elitler" Urla'ya yöneldi... On yıl kadar önce Zafer Caddesinin ortasına park eden 34 plakalı siyah bir Mercedes minibüsten çıkan şık giyimli, güneşten esmerleşmiş "beyaz adam"ı gördüğümde, "Hah başladı" demiştim. Urla'yı keşfeden yeni "elit", telefonda konuştuğu kişiye "Şekerim görmelisin burası harika" diyordu..."Elit"lerin göçü sürüyor. 1922 sonrası adı Zafer Caddesi olarak değiştirilen, Rumlar zamanındaki "Fardi Sokağı"na artık "Sanat Sokağı" deniliyor.
Özellikle "Sanat Sokağı" civarında bulunan taşınmazlar hızla el değiştiriyor. Evler, dükkânlar yeni sahipleri tarafından farklı işlevler için restore ediliyor... Kavala mübadili "Carta Mehmet Amca"nın zamanında yaptığı gecekondu benzeri ev acele elden geçirildi, iç duvarları kaldırıldı, şimdi restoran olarak hizmet veriyor. Eski bir kara fırın, kafe olarak çalıştırılıyor. Emniyet'in karşısındaki mahalle kahvesi antikacı oldu. Öbür köşedeki kahve şimdi seramik atölyesi, Yıldız Hanım, yetişkin yaşlardaki öğrencileriyle birlikte seramik üretiyor.
Hurdacı Cemal Aga'nın terk ettiği mezbeleliğe de "nur yağdı". Burada çevreye uyumlu bir mimari ile yeniden inşa edilen "Zeytin Pansiyon"un altındaki dükkânlardan birinin tabelasında "patisseri" diye yazıyor. İçeriden nefis kurabiye kokuları geliyor... Eskiden marangoz dükkânı olan bir başka bina, yanındaki evle birleştirilerek müzikli kafe yapıldı. Müziği de müzik ha, yeri göğü inletiyor. Ben özellikle ritim seksiyondan yana dertliyim. ("Bateristi Vurmak" diye bir film var mıydı? Yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum!) Programlarını gece yarısı "İşçisin sen, işçi kal" diye bağırarak bitiriyorlar. Lakin etrafta hiç işçi filan yok.
Direnenler, uyum gösterenler
"Elitleşme"de zirveyi yapan sanırım, Rumlar döneminde gelinlik eşya satılan, daha sonraki yıllarda bilardo salonu ve sinema olarak kullanılan binada açılan restoran. Restorasyonu üç yıl süren restoran, füzyon mutfağı üzerine çalışıyor. Efes veya Tuborg isteyenlere, "Özür dileriz, yerli bira bulundurmuyoruz" diyorlarmış.
"Elitleşme" harekâtı ara sokaklara yayılıyor... Mahalle aralarında "kafe"ler, "butik otel"ler açılmaya başladı. 1905 yılında inşa edilmiş tipik bir Rum evi başarılı bir restorasyon çalışması ile iki odalı ilginç bir otel haline getirildi. Yeni sahipleri otelin adına "Mitera" demişler. Geçenlerde Yunanistan'dan gelen bir arkadaş otelin tabelasını görünce "Sizde 'mitera' ne demek" diye sordu. Malum 'mitera' Yunancada 'anne' demek. Bence, Urla'nın geçmişine saygılı, "günün anlam ve önemine" uygun düşen bir adlandırma olmuş.
Urla'nın yerlilerinden bu gidişata direnenler, az da olsa yok değil. Örneğin 1926'da Kavalalı Hasan Alten'in açtığı bakkal dükkânını şimdi oğlu Hüseyin çalıştırıyor ve dükkân işlevini aynen sürdürüyor. Alten Bakkaliyesinde; gazyağı, mavi ispirto, salamuralık kalın tuz vs.'nin yanı sıra plastik çocuk oyuncakları da bulabilirsiniz. Galiba bugünlerde en çok Sanat Sokağını gezmeye gelenlere sattığı su ve diğer öteberiden kazanıyor.
Eski Urlalılardan gelişmelere ayak uyduranlar da var. Muhtar Mehmet, babasından kalan bakkal dükkânını elden geçirip huzurlu bir mahalle kahvesi haline getirdi, adını "Kuyulu Kahve" koydu ve mütevazı fiyatlarla hizmet veriyor. Bu yaz günlerinde Sanat Sokağından gelip geçenlere hazır dondurma satıyor. Laf aramızda, "Siz mi yapıyorsunuz, çok güzel olmuş" diyenlere, büyüyü bozmamak için "evet" demek zorunda kalıyor.
Urla korunabildi mi?
Urla'da 1922 öncesinden kalan yapıların bugüne kadar belirli bir ölçüde de olsa korunmasında Koruma Kurulu uygulamalarının yanı sıra 1970'lerde yapılan planlı çalışmaların payı büyük. O yıllarda uzun dönem belediye başkanlığını yürüten Bülent Baratalı ve kentin imar planını yapan Baran İdil'in çalışmaları olumlu sonuçlar verdi. Kentin çeperinde orta gelir grubu için gerçekleştirilen "544 Evler" ve orta-üst gelir grubuna yönelik "Bin Evler" kooperatif yerleşimleri kent merkezindeki yapılaşma taleplerini dengeledi. Ama kentin bütünüyle eski kimliğini koruduğunu söylemek güç. Özellikle kent merkezindeki yeni yapılar ve açılan AVM, eski dokuyla pek de uyumlu olmayan bir görünüm veriyor.
Urla'nın yerlileri yavaş yavaş kentten uzaklaşıyor. Yüzyıllık eski evlerinde oturan ve evleriyle birlikte yaşlanan çoğu mübadil kökenli insan, kendilerine önerilen hiç beklemedikleri uçuk rakamlara yenik düşüyor. Zaten yıllardır başlarına dert olan, asgari konfor koşullarını sağlamayan evlerini satarak İzmir'e kaçıyorlar. "Elitleşme" tanımına uygun bir gelişme.
Ev fiyatları Urla koşullarına göre tavan yapmış durumda. Kıyıda, köşede kalmış, öyle belirgin bir özelliği olmayan evler için istenilen rakamlar bir milyondan başlıyor. Eski eser olarak tescilli özgün yapılarda bu rakam 5 milyona kadar çıkıyor. Ancak, herhalde ülkenin genel ekonomik koşullarından olacak, bugünlerde piyasa durgun. Yine de daha ayrıntılı bilgi için internetteki satılık duyurularına bir göz atabilirsiniz.
"Elitleşme" kırsala da yayılıyor. Urla'nın çevresindeki tarlalar, zeytinlikler, bağlar el değiştiriyor ve fiyatları giderek yükseliyor. Birkaç dönüm tarla içinde bir "çiftlik evi" örneğin, ideal bir tercih. Bu arada"Doğa içinde yaşam" diye pazarlanan ve dip dibe, birbirinin benzeri "taş" konutlardan oluşan siteler inşa ediliyor. Öte yandan elitin de eliti var. Avrupa görmüş, şarap kültürüne vakıf "üst düzey" elitler kendi bağlarında yetiştirdikleri üzümlerden "butik" şaraplar üretiyor. Urla'nın giderek Toskana'ya benzediği söyleniyor.
Urla (Fotoğraf: urla.bel.tr/)
"3. Taş Devri"
"Taş Devri" deyimi mimarlıktan aktarma ve isim babası 1940'lara egemen olan 2. Ulusal Mimari'nin önde gelen adlarından Sedat Hakkı Eldem'dir. Güzel Sanatlar Akademisinde sürdürdüğü "Milli Mimari" semineri ile dönemin Türkiye mimarlığını geniş ölçüde etkilemiştir. Savaş yıllarında yaşanan yokluklardan kaynaklanan ve ulusalcı gidişata da uygun düşen bu mimarlık örneklerinde ağırlıklı olarak yerel malzemeler ve özellikle taş kullanılmıştır. 1950 sonrası gelişmelere uyum göstererek uluslararası mimarlığa dönen, bir anlamda yerel ile uluslararasının sentezini yapan, bu bağlamda Hilton'un çatısına bir "Şadırvan" konduran Sedat Hakkı, yıllarca sonra 1940'larda yapılanları "2. Taş Devri" olarak adlandırmıştır.
Nedense bizim "elitler" eskiye pek meraklı. İlla da "taş ev" olsun diyorlar. Sanırım bu sadece Urla için geçerli değil, satılık duyurularında görmüş olabilirsiniz, Ege dolaylarında bir "taş Rum evi" furyasıdır gidiyor. Doğru, Urla'da 1922'den kurtulan evlerin tamamı taştan yapılmış, lakin bazı zengin evleri dışındakilerin taş cepheler sıva ile kaplanmış. Zira buranın yerel taş malzemesi suya dayanıklı değil. Bir de, öyle sıradan evler moloz taş duvarla yapılmış. Dolayısıyla pek ele güne gösterilecek şey değil diye düşünmüş olacak binaların ilk sahipleri.
Yeni ev sahipleri yenilemeye cepheden başlıyor, sıvaları kazıtıp taş duvarları ortaya çıkarıyor. Bu arada eskilerine benzetilerek yeni yapılan betonarme evlerin tuğla cepheleri de taş ile kaplanarak "taş ev" imgesini tamamlıyorlar. Bazı durumlarda yapay taş malzeme de kullanılıyor. Bu taş merakı eski Urlalıların oturduğu mahallelere, örneğin 544 Evler'e kadar yayılmış. Onlar da fırsat buldukça cephelerine taş konduruyorlar. Özetle, 60-70 yıl sonra "3. Taş Devri" yaşanıyor "mimari"de.
İşin sonu nereye varır?
Urla'nın Alaçatı benzeri toptan bir değişim geçirmeyeceği söylenebilir mi? Urla'nın İzmir'e yakınlığı, belirli ölçüde tarım, üretim ve ticaret işlevlerinin varlığı, mevcut yapılaşma gibi nedenler farklı sonuçlar verebilir. Belki biraz geç olur ama eninde sonunda Urla'yı da tüketecekler gibi görünüyor. Sonrasında "elitleştirilecek" başka el değmedik yerler aranacaktır. Aslında böyle bir gelişmenin belirtileri de var. Örneğin Urla ve Seferihisar'ın uzak köyleri, Karaburun Yarımadasında terk edilmiş köyler, öncü elitler için yeni çekim noktaları. (AŞ/AÖ)