Marx dediğinden beri biliyoruz: “Dinsel dünya, gerçek dünyanın yansısından başka birşey değildir.” Dinsel dünyanın herşeye egemen "Allah"ı, bu dünyanın zengin, egemen erkeğidir. Kadının başını bağlaması kendini "Allah"a bağlaması değil, erkeğe bağlamasıdır. Başörtüsü, cinslerarası ilişkinin temelinin ataerkilliğe, kadının erkeğe teslimiyetine dayalı oluşunun en hoyratça, en gözle görünür bir biçimde ilanı, kadının bu teslimiyeti bir değer hükmü olarak içselleştirmesinin dışa vurumudur.
Türkiye'de kadınların bu bağımlılık ilişkisinden özgürleşmek, hayatlarını dönüştürmek için yüz yıldır sürdürdükleri çaba, AKP iktidarı altında oluşan kışla-cami-çarşı-medrese-ocak işbirliğinin ağır saldırısı altında.
Türban özgürlük bayrağı mı?
Tarihin cilvesine bakın ki, kadının kurtuluş mücadelesine "batının ahlaksızlığını almak" yaftasını yapıştıran Tayyip Erdoğan'ın tek parti hükümetinin, kadınları eve sürmek, sokaktan, kamusal alandan, çalışma hayatından söküp atmak için sürdürdüğü dur-durak bilmez saldırının son hamlesi, "kadınlara özgürlük bayrağı" altında sürüyor.
Hükümetin, kızların üniversiteye başları bağlı girmeleri önündeki -Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) ve Anayasa Mahkemesince konulmuş- kısıtları kaldırma girişiminin erkek egemenliğinden -en azından onun ilkel biçimlerinden- kurtulma mücadelesinde yer alan kadınlar arasında doğurduğu bunca tepki bu Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hamlesinin bağlamını, "liberal profesörler"den çok daha iyi kavramalarından.
Kızların üniversiteye başı bağlı girmeleri tartışması, AKP tek-parti hükümetleri döneminde kadınların karşılaştıkları toplumsal, ekonomik, kültürel gerileme ve hak kayıplarıyla ve eğitim ve öğretimde, gündelik yaşamda, çalışma yaşamında kadın kimliğinin silinmesi ve geriletilmesiyle eş zamanlı olarak yürüyen sürecin, topyekun muhafazakarlaşmanın bir momenti olarak ortaya çıkıyor.
AKP'nin bu erkek egemenliği simgesini "kadınlara özgürlük" girişimi olarak sunması klasik bir psikolojik harp taktiği aslında. Muaviye de, Ali'nin savaşçılarını böyle durdurmuştu: Askerlerinin mızraklarına Kuran yapraklarını geçirtmiş ve Ali'nin savaşçılarını şaşırtmıştı. Kendi inançlarını kendilerine karşı bir silaha dönüştürerek onları bozguna uğratmıştı.
Şimdi AKP-MHP ittifakı da TSK'yi tarafsızlaştırarak başlattıkları saldırıyı, mızraklarına "özgürlük" sayfalarını geçirerek genişletiyor. Haydi bakalım cevap verin: "Başını örten kadınların eğitim özgürlüğünden yana mısınız değil misiniz?"
"Özgürlük dini"ndenseniz kolayca şaşırabilirsiniz! "Evet" ve "hayır" dışında seçeneği olmayan bir "hukuk sınavı"na girmeyi kabul ederek "evet" yanıtı verenler arasında bunca "aklı başında" bilinen kişinin varlığı, onların da aslında bir dine -"özgürlük dini"ne- mensup olduklarını düşündürüyor: Özgürlüklere karşı “günah korkusu” onları AKP'nin güç oyununun içine itiyor.
Hukuk değil tarih sorusu
Gerçi bunu bir al-ver ya da Tayyip Erdoğan'ın pek beğendiği "win-win" (sen de kazan, ben de kazanayım) ilişkisi gibi görenler, "biz kızların üniversiteye türbanla gelme özgürlüğüne evet dersek, onlar da bizim ifade özgürlüğümüze evet derler" diye düşünenler de var. Ama AKP'nin böyle bir "alış-veriş"e talip olduğuna dair hiçbir kanıt yokken, AKP'yi sözümona "hukuk reformları"na iten biricik gücün "Avrupa Birliği üyeliği" dinamiği olduğu, bu dinamiğin de Avrupa sağının baskısı altında can çekiştiği çok açıkken, Erdoğan'ın zaten seçimlerde siyaseten kazanmış olduğu üstünlükle yaptığı herşeyin bir "insan hakkı" olduğuna dair fetvaların altına girmek sadece gaflet ile açıklanabilir: "Özgürlük aşkı" bu gafletin vesilesi olmuş olsa da!
Karşı karşıya olduğumuz soru bir hukuk sorusu değil. Liselararası bir münazarada yarışıyor da değiliz. Bir tarih sorusuyla karşı karşıyayız: AKP ve MHP'nin, Genelkurmay'ın da pasif onayıyla oluşturduğu yeni blok, bir özgürlük eşiğini mi temsil ediyor? "Üniversiteye başı bağlı girme özgürlüğü" uğruna mücadele, toplumsal muhalefetin programatik öncelikleri arasında yer alıyor mu?
TSK “Ulusalcı-laik” cepheyi çökertti
Apaçık ki, TSK'nin 22 Temmuz öncesinde merkezinde yer aldığı "laik-ulusalcı" cephe parçalandı, TSK başlıca önceliği olan "toprak bütünlüğü"nün -yani "Kürt Sorunu"nun bertaraf edilmesinin- zorunlu kıldığı yeni denklemin gereklerince davranmaya başladı.
TSK "sınır ötesi" hava operasyonlarını içeride AKP'nin "İslami operasyonları"yla bütünlemesi gerektiğine karar verdi: PKK’dense AKP’ye "evet" demeyi seçti.
TSK "sınır ötesi operasyon" hakkını Amerika Birleşik Devletleri'nden (ABD) "söke söke" aldı. Bu hakkı sökmek için içeride estirdiği "ABD düşmanlığı" havasına eşlik eden "milliyetçi kışkırtma"lar, bu kışkırtmalar" için gereken "yıkıcı örgütlenmeler", bu çetelerin giriştikleri -sonuncusu Hrant Dink'in katli olan- suikast, sabotaj ve cinayetler, bu amaçla istihdam edilen STK'ler, partiler ve medyayla ilişkiler, emekli personelden alınan hizmetler ve benzerlerine artık gerek yok.
Tersine bir önceki dönemde "Kürt milliyetçileri"ni bertaraf etmek için kullanıldıkları sırada yaptıkları gibi "iplerini koparıp" kanserleşmelerinin sona erdirilmesinde fayda görüldü: "Ergenekon Operasyonu"na böylece yol verildi. Ama Büyükanıt hiç konuşmayarak yaptığı son açıklamasında sınırı da işaret etti: "Kapıma dayanmayın. Size vereceklerimiz bundan ibaret!"
Laikliğin ve kadın haklarının güvencesi asker değil
Üniversitede "türban özgürlüğü" hikayesi TSK'nin "ulusalcı-laik" cephenin öncülüğünden çekilmesi ve cepheyi dağıtmasıyla açılan yeni güç boşluğunun AKP-MHP işbirliği/rekabeti ile doldurulmasının bir momenti olarak önümüze çıkıyor. Bu durumun yarattığı hayal kırıklığı ve moral bozukluğunun en güzel ifadesi Deniz Baykal'dan geldi: "Elde bir tek yargı kaldı" dedi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri, "inkisar" içinde...
Oysa "Cumhuriyet mitingleri"nin "alacalı" tablosundan, o mitinglerin en sahici öznesi olan kadınlar kaldı, onlar hala sokakta...O kadınların, "türban"dan bir özgürlük bayrağıymışçasına söz edildiğini duydukça öfkeyle sokaklara dökülmelerine şaşacak birşey yok.
Çünkü, AKP'nin toplumsal, kültürel, ekonomik politikalarının kadına yönelik sonuçları - başı bağlı yada açık- onları eve döndürmeyi, çocuk doğurtmayı ve erkeğe hizmet ettirmeyi öngörüyor.
Bu kadın siyasetinin, dünyanın her yanında neo-liberal ekonomik politikaların kadın istihdamına, sosyal güvenliğe, kadın sağlığına yönelik siyasetleriyle aynı şablondan çıktığını gördükçe ve karşı karşıya kaldığımız meselenin yalnızca bir laiklik meselesi, bir hukuk konusu değil toplumsal kurtuluşla ilgili bir konu olduğunu, neo-liberal gericilikle savaşmadan kazanılamayacak bir kavga olduğunu gördükçe kadınların öfkesi devrimci bir kanala dökülecektir.
Kadınlara, ordudan, CHP'den, AKP'den fayda yok. Kazanımlarını korumak için neo-liberalizmin öteki mağdurlarıyla birleşmeleri, emeğin mücadelesiyle kendi mücadelelerini örtüştürmeleri, askerin, faşistin, dincinin kadından yana olabileceğine, “başı bağlı” kadınları üniversiteden kovarlarsa laikliği garanti edeceklerine dair boşunalığı binlerce kere kanıtlanmış hayallerinden kurtulmaları gerekiyor!
Sosyalistler, sosyalist-feministler, sosyal haklar savunucuları kadınların erkek egemenliğine, din dayatmasına karşı mücadelesine karşı tarafsız kalamaz. Kadının özgürlük mücadelesine destek vermedikçe, emeğin kurtuluşu olanaksız, emeğin yarısı tutsak kaldıkça geri kalanın özgürleşmesi düşünülemez bile. (EK/EÜ)