Ayşe Sargın'ın üniversitede başörtüsü serbestliği tartışmasına katıldığı üç bölümlük yazısının ikinci bölümünü yayınlıyoruz. Birinci bölümü okumak için tıklayın. Üçüncü bölümü okumak için tıklayın.
Tüm tek tanrılı dinler gibi İslam’ın da hem örtünme, hem de kadın-erkek ilişkileri ve aileyi ilgilendiren diğer alanlardaki hakim yorumlarının erkekegemenlikten beslendiğine ve erkekegemenliği güçlendirdiğine inanıyorum. Öte yandan, bu, dini sebeplerle ve kendi tercihiyle başını örten tüm kadınların, kadın-erkek eşitsizliğini içselleştirdikleri ve erkekegemenliğe teslim oldukları ya da örtünmeyen ve/veya başörtüsüne hararetle karşı çıkan kadınların hepsinin de erkekegemenlikle mücadelenin doğal neferleri oldukları anlamına gelmiyor.
Birkaç örnek verelim. Hayatının yegane amacını evlenip çoluk çocuğa karışmak olarak gören başı örtüsüz kadınlar olduğu gibi, siyasete girmek isteyen, mesleğinde ilerlemiş başı örtülü kadınlar da var. Şiddet gören kadınlara “kimbilir ne yaptın da kocan seni dövdü” diye çıkışan başı örtüsüz kadınlara karşı, kadına yönelik şiddetle mücadele eden kadın kuruluşlarının kadın danışma merkezlerinde çalışan başı örtülü kadınlar var. Başı örtüsüz kadınlar arasında evlendikten sonra kariyerinden vazgeçen kadınlar; başı örtülü kadınlar arasında kendisiyle evlenmek isteyen erkeklerin “evlendikten sonra çalışmayacaksın” baskısına karşı çıkıp bekarlığı seçen kadınlar var.
Bir başka deyişle, başörtüsü üzerinden başörtülü kadınları kategorileştirmek yerine, farklı farklı başörtülü kadınların yaşamlarına baktığımızda, başörtüsünün tek başına bir kadının cinsellik, evlilik, aile, kadın-erkek ilişkileri gibi erkekegemenliğin kadın bedeni üzerindeki denetiminin temel alanlarında ne düşündüğünün ve neyi savunduğunun bir göstergesi olmadığını görmek mümkün.
Ayrıca, tıpkı başını örtmeyen kadınlar gibi, başörtülü kadınlar da homojen bir kitle değil, aynı yaşam tarzına sahip değiller ve her kadın da aynı sebeple başörtüsü takmıyor. Başını dindarlığın bunu öngördüğünü düşündüğü için örten kadınların yanı sıra, örtüyü kendisine yakıştırdığı için ya da sırf adet yerini bulsun diye örtünen kadınlar; sokağa çıkabilmek için kocasının ya da babasının örtünmesini şart koştuğu kadınlar var. (Bu arada, neden başörtüsüne karşı çıkanlar için kadını ezen, ikincilleştiren dini gericilikle savaşın ve kadın özgürleşmesi mücadelesinin hedefinde bu erkeklerin değil de, bizatihi başörtüsü takan kadınların olduğu sorusu üzerinde düşünülmeye değer.)
Kadın özgürleşmesinin önündeki engeli doğru tanımlamak
Fransa’nın devlet okullarında başörtüsü yasağını tartıştığı dönemlerde, Avustralyalı Socialist Alternative (Sosyalist Alternatif) adlı grubun İnternet sitesinde yayınlanan bir yazıda, yazar, Fransız Le Figaro gazetesinin, sorunun “uygar” Fransa’nın laiklik ve “toplumsal cinsiyet eşitliği” değerlerini baltalayan “arkaik, cinsiyetçi ve zalim” Kuran öğretilerinde olduğunu savunarak yasağı desteklediğini belirtiyor ve ardından ekliyor:
“Bu pek övünülen ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’nin tıpkı Avustralya’da olduğu gibi kadınların sistematik olarak erkeklerden daha az kazandığı, çocuk bakımının hala kadınların üzerine yıkıldığı ve kadınların mütemadiyen cinsiyetçi şiddete maruz kaldığı bir ülkede ne anlama geldiği belirsiz.”
Aydınlanmacı gelenek için insan özgürleşmesi, aklın dinden özgürleşmesiyle mümkün. Bu nedenle, başörtüsü konusuna, başörtüsü karşıtlarının kendilerine dayanak aldığı aydınlanmacı çağdaşlık-gericilik ekseninden bakıldığında, kadın özgürleşmesinin önündeki temel engel din ve dini öğretiler olarak beliriyor. Oysa feminist eleştiri, aydınlanmacıların özgürleştirmeye çalıştığı “insan”ın erkek, kastedilen aklın da “erkek aklı” olduğunu ortaya koyar. Tam da bu nedenledir ki, örneğin, Fransız Devrimi'ne katılan kadınlardan Olympe de Gouges 1791’de “Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi”ni ilan ettiği ve “kadın cinsine yakışmayacak biçimde politika yaptığı” için devrimci mahkeme tarafından giyotine gönderilmiştir.(2) Benzer şekilde, Türkiye’de aileyi laikleştiren, medeni nikahı getiren ve erkeğin çokeşliliğini ortadan kaldıran 1926 tarihli Medeni Yasa, aynı zamanda erkeği ailenin reisi ilan etmiş(3); cumhuriyetin ilk yıllarında Türk Kadınlar Birliği kurucusu Nezihe Muhiddin gibi kadınlar ise siyasi mücadeleden saf dışı edilmiştir.(4)
Tüm tek tanrılı dinlerin olduğu gibi, İslam’ın da hakim yorumları itibarıyla özel alana (kadın-erkek ilişkileri, aile, cinsellik, üreme, vb.) ilişkin kuralları ve öngördüğü toplumsal düzen açısından kadınları erkek tahakkümü altına sokucu olduğu bir gerçek. Ancak Socialist Alternative’li yazarın da işaret ettiği gibi, ne “laik” Türkiye’de ne de “laik” Fransa’da kadın emeği ve bedeni üzerindeki iktidar ve denetimin tek alanı din.
Türkiye’de başı örtülü ve örtüsüz kadınlar, evde ücretsiz işçilik yapıyor; piyasada kadın işi denen iş kollarında, kayıt dışı sektörde ve seks endüstrisinde çalıştırılıyor; ücretlendirme ve sosyal güvenlikte ayrımcılığa ve hem özel, hem kamusal alanda cinsiyet-temelli fiziksel, cinsel ve sözlü şiddete maruz bırakılıyor; soldakiler de dahil siyasi karar mekanizmalarında ya yer almıyor ya da yer alabilmek için bir dolu cinsiyetçi önyargıyla baş etmek zorunda kalıyor; toplumda ve medyada erkek cinselliğinin nesnesi olarak görülüyor. (Kısa bir süre önce erkek medyanın örtülü kadınların g-string giyip giymedikleri konusu üzerine nasıl iştahla saldırdıklarını hatırlayalım.)
Kadın özgürleşmesini dinle ve dini öğretilerle mücadeleye indirgediğimizde, başı örtülü ve örtüsüz kadınları ezilme ve ikincilleştirilmede, başörtüsünü savunan ve başörtüsüne karşı olan erkekleri ezme ve ikincilleştirmede ortaklaştıran asıl sorunu – erkekegemenliği – gözden kaçırıyoruz. Özgürleşme mücadelemizin hedefine erkekegemenliği koymadığımızda ise, sendikalarda bile neden hala çocuk odaları olmadığını; ülkedeki kadınların binlercesi yoksulluk ve koca/aile baskısı nedeniyle üniversiteye gidemiyorken,(5) bu zinciri kıran bazılarının başörtüsü nedeniyle üniversiteye alınmamasının kadınlar üzerinde nasıl yeni bir cinsiyetçi baskıya dönüştüğünü; kadınlara “kırıtmadan yürüyün” diyen başörtüsü savunucusu erkek köşe yazarıyla, “nasıl seksi olunur” başlıklı kadın ekleri çıkaran gazetelerin başörtüsü karşıtı erkek yöneticilerinin ortak noktasını anlamamız olanaklı değil.
Tarikat ve cemaatleri kadınlar değil, erkekler yönetiyor
Tıpkı siyasi partileri, sendikaları ve sivil toplum kuruluşlarını erkekler yönettiği gibi tarikat ve cemaatlerin başında da erkekler var. Bu erkekler, üniversiteye gidiyor; ilköğretimde, lise ve dersanelerde öğretmenlik, üniversitede akademisyenlik, memurluk, esnaflık, doktorluk, avukatlık, sendikacılık, imamlık, belediye meclis üyeliği yapıyor; kısacası serbestçe ticaret ve siyasetle uğraşıyor ve hayatın her alanında yer alıyor. Bu erkeklerin bir kısmı, aynı zamanda, lise ve üniversite öğrencileri için yurtlar açıyor, onlara burs sağlıyor ve bu yollarla kendi siyasi düşüncelerini yayıyor. Türkiye’de 1980’lerden bu yana hızla cemaatler ve tarikatlar aracılığıyla örgütlenen dini gericiliği bu erkekler finanse ediyor, yönetiyor ve yönlendiriyor. Başörtülü kadınlar bu sürecin ne başlatıcısı, ne de öznesi.(6)
Buna karşın, Türkiye’de dinci gericilikle mücadelenin temel hedefi bu adamlar ve onların örgütlenmeleri değil, başörtülü kadınlar. Tarikat ve cemaatlerin etki alanlarının artarak genişlemesine karşı kitlesel mitingler düzenlenip, Anıtkabir’e koşulmazken, başörtülü kadınların -bu erkeklerin ezelden beridir yararlanmakta oldukları–eğitim hakkından yararlanma talebi, şeriatın ayak sesleri olarak değerlendiriliyor.
Üniversitede kıyafet serbestliği argümanı üzerinden başörtülülerin üniversiteye girmesine yarım ağız “olabilir” diyenler, bu sefer “ya bu kadınlar başörtüleriyle kamuda çalışmak isterse ne olacak?” diye soruyor; kamuda hizmet veren olarak yer alacak başörtülü kadınların örtülerinin, kamu görevlilerinin tüm inançlara eşit mesafede durma ilkesinde zedelenme yaratacağını savunuyor. (Tabii AKP’nin doludizgin neoliberal politikaları sonucu, örneğin eğitim ve sağlık sektöründe kamu kurumu kalırsa.)
Oysa, halihazırda, kamu kurumlarında çalışan dindar erkekler namaz vakti kurum binasındaki mescite, cuma günleri kimi zaman öğle tatili başlamadan yakındaki camiye namaza koşuyor; Ramazan ayında oruç tutuyor; siyasi görüşünü simgeleyen bıyık bırakıyor; siyasi görüşüne uygun gazeteleri çalıştığı kurumda okumakta sakınca görmüyor; bir kısmı, çalışma arkadaşı ya da hizmet alan kadının elini sıkmaktan imtina ediyor.
Öte yandan, bizi sokaklara döken bu erkeklerin hizmet alanda yaratacağı ve yaratmakta olduğu dışlanma/ayrımcılık kaygısı ya da ticaret ve siyasetin her alanında bu ve benzeri erkeklerin ince ince ördüğü cemaat/tarikat ağları değil, bir sürü farklı nedenle örtünen, farklı yaşam tarzları ve siyasi görüşleri olan, hatta hepsi aynı derecede ve aynı biçimde dindar bile olmayan kadınların başörtüleriyle üniversiteye gitme ve kamu kurumlarında çalışma talebi. (AS/TK) (Sürecek)
(2) Berktay, F. (2004). Kadınların İnsan Haklarının Gelişimi ve Türkiye, Bilgi Üniversitesi Sivil Toplum Kuruluşları Eğitim ve Araştırma Birimi Sivil Toplum ve Demokrasi Konferans Yazıları, no: 7.
(3) 2001'de, feminist hareketin büyük çabasıyla, bu ve benzeri maddelerin kaldırıldığı ya da değiştirildiği yeni Medeni Yasa kabul edildi.
(4) Zihnioğlu, Y. (2003). Kadınsız İnkılap: Nezihe Muhiddin, Kadınlar Halk Fırkası, Kadın Birliği. İstanbul: Metis.
(5) Binnaz Toprak ve Ersin Kalaycıoğlu’nun araştırması bence bu yönden de değerlendirilmeli.
(6) Başörtülü kadınların bu sürecin öznesi olmaları bir yana, Başkent Kadın Platformundan Hidayet Şefkatli Tuksal, bir konuşmasında, başörtüsü yasağının ardından öğretmen ve öğrenci başörtülü kadınların cemaat liderleri tarafından nasıl “başınızı açın, okula gidin” baskısıyla karşılaştıklarını ortaya koyuyor.