İnsanların uzak olduğu yerler Kaf Dağı misali biraz hayalle karışık bir gerçekliktir.
Peki bilmediğimiz şeyler? Mesela "Kaçak", yöresel deyişle "Kaçax"! Sarılan kaçax bir cıgaranın rüzgarda savrulan dumanı mıdır gelip geçen?
Yoksa dağların derinliklerinden yürünülerek anlatılan bir eski zaman anlatısı mıdır kara kış gecelerinin uzunluğunda?
Yoksa çok uzaklarda annelerin çocuklarına anlattıkları bir masal mıdır kestane kokusu yayılırken ateşten?
Oysa kaçax, kendilerine hiç sorulmadan coğrafyası paylaşılmış toprakların insanlarının sınırlar ötesinde bıraktıklarına ulaşma çabasıydı. Bir gerçeklikti, egemenlerin sırf sömürmek için geri bıraktığı bir coğrafyada yürünülen.
Bazen hudutta parçalanmaktı dikenli tellerde, bazen havaya uçmaktı mayınlara basılırken ve bazen de yağmur gibi yağan bombaların altında kalmaktı.
Yoksulluğun yürüttüğü yoldu kaçax, hırçın dağların arasında ayakta kalabilmekti kaçax... Belki de ilaçtı, annesini iyileştirecek olan... Belki de protez bir bacaktı, alınması için umut biçilen...
Belki şu, belki bu... Ama şu gerçekti ki kaçax, mecburiyetti.
Kaçax, devletin kendi insanına hizmet, fabrika götüremediği için duyduğu mahcubiyet gereği serbest bıraktığı bir işti.
Bu yüzdendir kaçaxa giden yolun varlığı, yürünülen yolların bilinmişliği... Bu yüzdendir atalardan bu yana hiç bitmemişliği bu yolun, kaçaxa giden.
Sarılsın kaçax cıgaralar, biz anlatalım nedir bu yaralar... İçilsin kaçax çaylar, ısınsın üşüyen ruhlar...
Kaçaxa mecburiyet
Yazarımız İbrahim Genç'in "Kürtler ve Ekonomi" yazısından aktaralım, belki bir nebze anlaşılır:
"Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası eski başkanı Mehmet Kaya'nın 'Diyarbakır 1923'te Türkiye'nin üçüncü büyük ticaret ve sanayi kentiyken, Misak-ı Milli'nin komşularla ticareti yasaklaması sonucunda çöktü. İsmet İnönü'nün raporunda yazılıdır. Mardin'de yılda 130 bin top kumaş işlenirken, bir anda sınır kapatıldığı ve Suriye'yle alışveriş kesildiği için Mardin tekstili üç bin tona düştü. Zaten bölgenin zenginleşmesi hiçbir zaman devletin amacı olmadı. Bölge Cumhuriyet döneminde batıyla, ülkenin batısıyla bile entegrasyonu sağlayamadı. Ayrıca terörle, köy boşaltmalarıyla ve mera yasaklarıyla bölgede hayvancılık da bitti ve bölge çok geri kaldı (Taraf, 22.03.2010).' şeklindeki ifadeleri de bu gerçeği bize duyurmaktadır. Bunun sonucunda Kürtler, ticaret yaptıkları Halep'e, Musul'a ve Kerkük'e gidemez oldular. Tabi onlarca yıl yapılan ticari alışverişin birden devlet tarafından sekteye uğratılması insanların kaçakçılık yapmasına neden olmuş; bunu önlemek için sınıra mayınlar döşenmiş ve insanlar taranmıştır sınır boylarında. Ve 'Pasaporta ısınmamış içimiz / Budur katlimize sebep suçumuz / Gayrı eşkıyaya çıkar adımız / kaçakçıya / Soyguncuya/ Hayına...' dizeleriyle dile gelmiş Ahmet Arif'in şiirinde."
Karakolların bilgisi var
Kaçaxa gidilirken öyle gizli saklı da değildir hiçbir şey. Çünkü kaçax, artık bir geçim kapısıdır orada, bir iştir. Ki bu yüzden geçiş bölgelerinde bulunan karakollarda erinden üst düzey komutanına kadar bu giriş çıkışlardan haberdardır.
Giderken Türkiye'den resmi yollardan götürülmesi yasak olan ve söz konusu devletlerin ihracatını yasakladığı mallar bile Türkiye'den gitmektedir.
Bununla da ülkeye döviz kazandırılmaktadır. Aslında kendi köylerinde zor yaşam koşullarını devlete yük olmadan kendi ekonomik kazançlarını elde etmektedirler. Kendilerine ev yapmakta, araba almakta, çocuklarını okutmakta ve diğer giderlerini bununla halletmektedirler.
Sınırlardaki kaçak giriş çıkışlara yoğun güvenlik önlemleri nedeniyle yasaklar getirildiğinde ise bu köylerdeki gençler Türkiye'nin birçok iline gidip çeşitli iş kollarında çalışmaktadırlar.
Ankara uzak...
Umudun uğramadığı coğrafyada devamlı umut aranmış, her şeye rağmen yaşamak ve umudu kaybetmemek konusunda sabırlı olunmuştur.
Hayat şartları, coğrafi zorluklar mecbur etmiştir zaman içinde kaçaxa. Oysa sadece onuru, namusu ve yaşamı için seçmiştir kaçaxı. Ankara uzak durmuş, ağalar, beyler sömürmüş, siyasetçiler seçimden seçime oy için uğramıştır köylerine.
Yaylaları yasaklanan, hayvancılık yapma imkanları kalmayan sınır köylerinde yaşayanlar için kaçakçılık ekmek davasıdır.
Kaçaxın çocukları
Kaçaxın en büyük aktörleri çocuklar olmuş durumda. Yaşıtları dershanelerde okurken onlar bir gece vakti kar, boran demeden dondurucu soğukta katırlarıyla düşmüşlerdir yola. Donma, mayına basma, askerlere yakalanma, yabani hayvanlara yem olma pahasına...
Yaşları küçük ama şairin deyişiyle "ciğerleri küçük, elleri büyük", hayata bakış açıları olgun bir insan gibi. Küçük yaşta tanıştıkları hayat mücadelesi, ticaret ve en azından yürümek, yükü kaldırıp indirmek derken her alanda zorluğa bilenmiş gencecik yürekler...
Kürtlerin yaşadığı dört ülkede de benzer çocuk manzaraları görülebilir. Ortadoğu'da çocuk olmanın acı gerçeği Kürt coğrafyasında en çıplak haliyle görülebilir. Bu çocukların gözlerinde saflığı, masumiyeti, kardeşliği ve sevginin en saf, en yalın halini görebilirsiniz.
Çocuk yaşta sırtlarına yüklenen sorumlulukları hiç isyan etmeden taşıyan kaçakçı Kürt çocuklarının, dondurucu soğukta üşüyen minik elleri, kıpkırmızı kesilen burunları bir yaşam savaşının göstergesidir. Ama Ankara uzak, çınlamaz acıları onların Meclis kulislerinde; Batı uzak, görülmez kederin rengi bu toraklarda...
Her şeye rağmen yaşamak
Sınır köylerindeki kaçakçılar için en önemli faktör katır ve atlarıdır. Orada her kesin mutlaka bir atı ya da katırı vardır. Kendi çocukluklarını kardeşlerinin ve anne babalarının akşam yiyecekleri ekmeğe feda eden kaçakçı çocuklar da atlarına kendilerinden daha özenli bakarlar.
Canlarını alan, onları sakat bırakan kaçaxı terk etmek ne mümkün. Her yıl onlarca insan sınır vadilerinde kaçakçılık uğruna can veriyor.
Geçmişten bu yana süre gelen kaçakçılık ölümleri son olarak Qılaban'da (Uludere) insanlık sınırlarını aşan bir düzeye ulaştı. Savaş uçaklarının hedefi olan onlarca beden paramparça edildi.
Kendi topraklarında kaçax edilen yürekler 'imha' edildi.
* Bu yazı 03 Ocak 2012 tarihinde yuksekovahaber.com'da yayınlandı.