Gezi direnişi sırasında Kabataş'ta bir kadının tacize uğradığı iddiası üzerine yaşananlara aşinayız. Hükümet yanlısı yayın yapan yazılı ve görsel medyada, "Benim başörtülü bacıma saldırdılar", "İşte bu Geziciler böyle vandal", "İçki içip kadınları taciz ediyorlar" gibi yüzlerce argümanla, Gezi direnişine katılan eylemcilere atılan iftiraları da biliyoruz. Son olarak da, "Diliniz KABA vicdanınız TAŞ" başlığıyla yayımlanan yazıları gördük.
İddianın çıktığı günden bu yana, söz konusu olayın yaşanmadığı konusunda tanıklıklar da paylaşılarak üzerine çok yazılıp çizildi. Kaldı ki, tacize uğradığını iddia eden kadının söyleminin abartılı olmadığını da kimse savunamaz. Bütün bunlar bir yana, dört köşesi MOBESE kameralarıyla çevrili memleketimde, tacizin gerçekleştiği iddia edilen gün ve saatte kayıtlarda herhangi bir olayın gerçekleşmediği de son tahlilde tespit edildi.
Peki önümüzdeki resme, onu biraz daha büyüterek bakarsak, ne ile karşılaşıyoruz?
Son birkaç aydır, Kabataş iddiasının ardından Gezi direnişi destekçisi olup "Kadının beyanı esastır" diyen kadınlara yönelik sosyal medya üzerinden yapılan eleştirileri görüyorum.
Öylesine karmaşık bir süreçten geçiyoruz ki; insan, kadın meselesinde aynı noktada olmadığı bir kişinin söylediklerini görünce ne yapacağını bilemiyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yalnızca birkaç hafta önce dediklerini hatırlayalım:
"Başörtülü bir kadın Gezi'de bir grubun tacizine uğradı. Kimse o kadını, taciz edenleri konuşmadı, kınamadı. Tacize uğrayan kadına etmedikleri hakaret kalmadı. Terbiyesizce, vicdansızca üzerine gittiler. Hani esas olan kadının beyanıydı?"
Ya da taciz iddiasının sahibi Z.D'nin kayınpederi Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu'nun, Sabah gazetesine verdiği demeç gibi:
"Eskişehir'de Ali İsmail Korkmaz vefat etti biliyorsunuz. O olayda, 'Bilirkişi kamera görüntülerini sildi' beyanına inananlar ve buna inanmamız için baskı yapanlar, Kabataş'taki görüntülerin bilinçli olarak yok edildiğine niye inanmıyor? 'Orada kamera görüntüsü kasten silindi' diye kampanya yürütenler, biz aynı şeyi söyleyince, 'Yalan' diyorlar."
Aklı azıcık başında olan, "Ben nerede yanlış yapıyorum" diye iki dakika oturup düşünür bu açıklamaları görünce. Ancak bir yerde yanlış yapıldığı yok aslında. İçinden geçtiğimiz süreç, ne yazık ki böyle, demagoji dolu bir süreç işte.
Bu konuyu bağlayacağım yer, Cumhuriyet gazetesinin dünkü manşeti: "Kabataş ilk vukuatı değilmiş"
Habere konu olan, taciz yalanını ortaya atan Z.D'nin bu olaydan önce yaptıklarıydı. Altbaşlıklar ise şöyleydi:
1. Selektör yaptılar
2. Kapıya geldiler
3. Taciz ettiler
Sonuncu madde, Z.D.'nin Kabataş başvurusu. Yani haberde yeni olan ilk iki madde. Onları da açalım:
1. Develioğlu'nun kendisini 'selektörle taciz ettiği', 'araçla sıkıştırıp takip ettiği' iddiasıyla şikâyetçi olduğu Arif Y. hakkında 1 yıla kadar hapis istemli dava açıldı. Yargılama sonrası Arif Y., delil yetersizliğinden beraat etti.
2. Develioğlu'nun, 2011'de de kapısına gelip kendisine evrak imzalatmak isteyen bir kişiden şikayetçi olduğu öğrenildi. Savcılık soruşturmaya takipsizlik kararı verdi.
Cumhuriyet'in bu manşetini eleştirdiğim bir sosyal medya mecrasından değişik tepkiler geldi. "Türbanlı bacıma Allahtan feministler sahip çıktı, kahrolsun Kemalist diktatörlük" diye dalga geçen de oldu, "Liberallik fazla gelmiş sana" diyen de. Üstüne bir de son cümleyi kuran arkadaşım şöyle ekledi:
"Senin önüne gelse bu haber, koymaz mıydın?"
Sorun da bu zaten: Ben ortada haber görmüyorum!
Bu iki madde, Kabataş yalanına karşı geliştirilen tepkiyi mi güçlendiriyor?
Trafikte bir kadının selektörle taciz edilmesini, belden yukarıları çıplak, ellerinde deri eldivenler bulunan 80-100 kişilik bir grubun taciz iddiasıyla mı karşılaştırıyorsunuz?
Her şeyi geçtim, velev ki Z.D.'nin suç duyurusunda bulunduğu iki şikayeti takipsizlik ya da karşı tarafın beraatiyle sonuçlanmış, bu ne kanıtlıyor bize?
Mahkemelerin verdiği vicdansız, izansız kararları hemen her gün eleştirmiyor muyuz?
"Gelin Zehra"nın (ne demekse) önceki vukuatları, bize Kabataş'ta kesin yalan söylediğini mi gösteriyor?
Bu vukuatları (!) olmasaydı, Kabataş yalanında gerçeklik payı mı olacaktı?
Cumhuriyet gazetesinin manşetini, beğenerek takip ettiğim internet sitelerinin nasıl verdiğini de şuraya koyalım:
"Gelin Z...'nin önceki taciz şikayetlerine takipsizlik"
"Kabataş'ta tacize uğradığını iddia eden kadından 'selektör'le taciz iddiası"
"Z... gelin daha önce de benzer iddialarda bulunmuş"
Bu ne şimdi?
Kim olursa olsun, taciz, tecavüz, kadının beyanı vb. ifadeleri ağzınıza sakız etme cüretini kim veriyor size?
Boşlukta yaşamadığınıza göre, cinsel taciz mağduru kadınların şikayette bile bulunamadığını, bulunsalar dahi mahkeme kapılarından bir kez daha mağdur döndüklerini biliyor olmalısınız.
"Aman sen de, konuyu nereye bağladın" diyorsunuz şimdi içinizden.
Evet, konuyu tam olarak buraya bağlıyorum çünkü haklıyken haksız durumuna düşmek bu işte...
Cumhuriyet'in manşeti ya da medyanın (yandaş ya da değil) Kabataş olayını ele alış biçimi, belki cinsel taciz mağduru bir kadını şikayetçi olmaktan alıkoymayacak.
Ancak geliştirilen söylem, kadın düşmanlığından başka bir şey değil ve bu nedenle de buna karşı çıkmak önemli.
Ben kendi adıma Kabataş yalanını ve onun destekçilerini, hiçbir şey olmasa bile, kadına yönelik cinsel şiddet ile kadın beyanının esas alınmasını argo tabirle ayağa düşürdüğü ve önemi azımsanmaycak kadar kıymetli bir ayaklanmayı itibarsızlaştırmaya çalışırken dönüp dolaşıp yine kadınları itibarsızlaştırdığı için affetmeyeceğim.
Son olarak, "Elalemin gazetesi, seni niye gerdi" diye soranlar da olacaktır:
Cumhuriyet gazetesi, bünyesinde birbirinden değerli muhabirleri barındıran bir kurum. Onlarca özel habere, gündem yaratan manşete imza atan ve atmayı sürdüren bir gazete. Ben de özellikle son dönemde Cumhuriyet'i yakından ve severek takip ediyorum. Dolayısıyla dünkü manşetlerine akıl sır erdiremedim. Kötü bir Sabah gazetesi kopyasından başka bir şey değildi. Bu tarz haberciliğe hiç ama hiç ihtiyaçları yok.
Sanırım, eleştiri getirmem demokratik bir hak.
Ya da en son öyle deniyordu? (BK/HK)