Silivri Adliyesi’nde aralarında çevirmen ve muhabir Meşale Tolu’nun da bulunduğu, 1 Mayıs öncesi gözaltına alınan ve MLKP örgüt üyeliği ile suçlanarak tutuklanan 18 kişinin Çarşamba görülen davasını keşke herkes izleyebilseydi.
Mahkeme heyetinin karşısında üniversite öğrencisinden matbaacısına işçisinden işsizine, birbirinden oldukça alakasız, geniş yelpazede bir sanık grubu vardı ve 14’ü yaklaşık 6 aydır tutukluydu. Suçlamalar, “örgüt üyeliği” ve “örgüt propagandası” ve fakat fezleke görünümlü iddianamede hiçbir illiyet bağı kurulmasına gerek görülmemiş. Tüm iddialar, cenaze törenlerine ve anma etkinliklerine katılmalarından ibaret, üstelik de dört sene öncesinden! Günün sonunda 8 sanığın tahliyesine karar verildi ama geçen ayların hesabını kimse vermeyecekti.
Benzer şekilde 100 günü aşkın süredir tutuklu olan bir grup daha var: Büyükada’da katıldıkları bir sanal güvenlik eğitimi sırasında gözaltına alınarak tutuklanan hak savunucuları. Kimisi arkadaşımız, kimisini uzaktan tanırız.
İddianame sıcak çıktı ya da yine bir fezlekenin altına atılan savcı imzasıyla iddianame hazırlığının tamamlandığını mı söylemeliyiz? Hakikaten evlere şenlik, akıllara zarar… Yani tutuklu olmasalar, karnımızı tutarak hep beraber gülerdik. Yine de biraz ti’ye almakta sıkıntı yok çünkü malzeme çok müsait!
Daha giriş bölümünde, Büyükada’daki toplantının “terör örgütlerinin gizlilik kurallarına riayet ederek yürütüldüğü” belirtiliyor. Ayrıca, “içeride bulunanların elektronik cihazlarının polisin eline geçmesinden çok endişe ettikleri” ve toplantıda şifrelemeden bahsettikleri belirtiliyor.
Toplantının konusunu tekrarlayalım: Sanal güvenlik. Ya da İngilizce daha iyi anlaşılır belki: “Cyber security” canım. Artık dünya genelinde hemen hemen her şirketin ya da kurumun çalışanlarına verdiği standart bir eğitim. Ve evet, bu eğitimlerin temeli de “endişe”. Sanal ortamdaki bilgi ya da belgelerinizin nasıl korunabileceğine dair endişeden yola çıkılarak alınan bir yol yani. Yasal ve evrensel. Kaldı ki, “elektronik cihazların polisin eline geçmesinden endişe etmek” ne demek? Kim istemez ki cep telefonu ya da bilgisayarı biri tarafından karıştırılsın, değil mi? Bundan güzel fantezi mi olur? Ayrıca, oradaki “polis” kelimesinin yerine, herhangi bir özneyi de koyabilirsiniz. Ben mesela en çok, annemin eline geçmesinden endişe ederim.
İddianamede biraz daha aşağılara gidiyoruz. Şöyle bir bölüm var:
“Kürdistan” olarak adlandırılan bölgede, DHKP/C’den ibaret farklı ideolojilere sahip olsalar da, Gezi Parkı eylemleri var neticede, Adalar Başsavcılığı’nı unutmayalım, sonra Fethullah Gülen bir de…
Cümleler bu kadar bağlantısız ve manasız ve iddianamede bu söz öbeklerinden oluşan kocaman bir paragraf var. Anlayan varsa beri gelsin. Ben şahsen kendimi bildim bileli ne bulduysa okuyan bir insan olarak bu okuduğumdan hiçbir şey anlayamadım.
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Direktörü İdil Eser’e dair çok hoş bir bölüm var mesela. Kendisi ile PKK üyesi olduğunu söyleyen biri iletişime geçmiş. Verdiği cevap şu:
“Merhaba Murat bey, üyelik ile ilgili her tür bilgi için X adresine e-posta gönderebilirsiniz. Aynı zamanda İstanbul ofisimiz ile iletişime geçebilirsiniz.”
Bu kadar. Devamına baktım, acaba ben mi göremiyorum diye. Yok. Başka bir şey yok. Şu yazdığı cevap, örgüt üyeliğine delil olmuş.
Ha sonra, “İdil şüphelisinden” ele geçirilen birtakım başka “şeyler” de olmuş tabii. Hakan Yaman’ı hatırlar mısınız? Hani Gezi eylemleri sırasında polis saldırısında gözünü kaybeden… İşte onun için Af Örgütü tarafından düzenlenen bir kampanya vardı, adı da “Hakan Yaman’a Ne Oldu” idi. Kampanya kapsamında hazırlanan videolar için bir iletişim listesi hazırlanmış. Ve listede, “Bu belgeyi kimseyle paylaşmayın” ibaresi varmış. Aslında savcı kendisi de yazmış neden paylaşılmaması gerektiğini ama yine de dosyaya delil olarak konmuş:
“Listede sanatçılara ait isim ve telefon numaralarının bulunduğu…”
Özlem Dalkıran hakkındaki delillerin de hatırı kalmasın, kısa bir bölümünü buradan paylaşalım:
“Şimdi ciddi bir şey yazıyorum: Kolaylaştırıcımız Ali’den tercüme ediyorum: İlk ödeviniz vapura binmeden önce tüm teknolojik aletlerinizi kapatacaksınız. Etrafı seyrederek, keyfini çıkararak seyahat ederek otele girinceye kadar açmayacaksınız.”
Üstelik bu kısım koyu renkle yazılmış! Yani şaka maka, çok ciddi bir delil bulunulduğuna sevinilmiş zannımca. Vapur keyfi, oldu mu size terör dosyası delili? Özlem’in vapur keyfi konusundaki ciddiyetini savcıların bu kadar ciddiye alması takdire şayan. Gruptaki arkadaşların o kadar ciddiye aldığını pek sanmıyorum.
Şimdi en sevdiğim kısma geldik. Esasen yazıyı buradan kuracaktım ama sonra diğer tuhaflıkları es geçmek içimden gelmedi. Kadın hakları aktivisti İlknur Üstün hakkında akıl almaz suçlamalar var.
Öyle ki, başa dönüp tekrar tekrar okudum çünkü insan olan i-na-na-mı-yor sayın seyirciler.
Bu İlknur, öyle böyle terörist değil yani. Suçunu anlatmadan önce bilmediğiniz bir konuya parmak basmak istiyorum:
Günümüz Türkiyesinde terör dosyalarının yeni gözdesi, toplumsal cinsiyet eşitliği. Diyarbakır’da belediyeye bağlı Kardelen Kadın Merkezi’nde şiddet gören kadınlara yardım eden Mukaddes Alataş da tutuklandığında kadın çalışmaları delil olarak gösterilmişti (yeni tahliye oldu, geçmiş olsun). Kadınlar olarak vapur keyfi örneğindeki gibi bu kadar ciddiye alındığımızı görünce içimiz böyle bir kıpır kıpır oluyor. Allah sizi inandırsın, zannedersiniz aşık olmuşuz da midemizde kelebekler uçuşuyor. Şimdi İlknur’un ne ettiğine bir bakalım:
“Büyükelçiliğimizin desteğiyle gerçekleştirmekte olduğumuz.509’ ibareli word belgesinin yapılan incelemesinde İlknur Üstün tarafından yazıldığı değerlendirilen ‘gender equality, participation in policy making and reporting’ projesi kapsamında çeşitli giderlerin oluştuğu, bu giderlerin Büyükelçiliğin tarafından karşılanılması istenildiği belgenin olduğu…”
Kız İlknur, bu ‘gender equality’ ne ola ki anacım? Yenir mi, içilir mi? Karın doyurur mu, susuzluğu giderir mi? Yılların kadın hakları aktivistine toplumsal cinsiyet eşitliği için hazırladığı fon başvurusu üzerinden terör suçlaması yapıldığında göze uyku girer mi? Akıl kalır mı, insan delirmez mi? Dosya kapsamında diğer tutuklular hakkındaki iddialar da bu yazdıklarıma çok benzer. Artık hayal gücünüze kalmış.
Bu enteresan yazıyı, yakın zamanda avukatlar Yasemin Öz ve Seyda Selek’in görüştüğü İlknur’un cezaevinden gönderdiği mesajla bitirelim:
“Mektup, mesaj, kart ve selamlarınızla verdiğiniz destek ve dayanışma yalnızca kendime dair değil, dünyaya dair de umut veriyor. ‘Bu insanlar varsa dünya için umut var’ diyorum. Sizden güç alıyorum. Ne yaptığımızı iyi biliyorum. Çok doğru yerde ve iyi şeyler yaptık. Bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz. Adalet gelecek, inanıyorum. Hepinizi sevgi ve hasretle kucaklıyorum.” (BK/ÇT)