Cumhuriyet davası için Silivri’deyiz. Savcının esasa ilişkin mütalaasını açıklayacağı büyük gün, bugün.
Hukuk tarihine geçen bir davanın tanıklarıyız şüphesiz. Hukuk fakültelerinde ders niyetine okutulması gereken bir dava, ona şüphe yok. Ancak asıl iletişim fakülteleri öğrencilerinin Cumhuriyet davasında iddianameyi, duruşma tutanaklarını ve mütalaayı dikkatlice okumaları gerektiği kanaatindeyim.
Editoryal bağımsızlık nedir? Yayın politikası değişikliği ne demektir? Yazı işleri toplantılarına kimler katılır? Bir haber nasıl ve neden manşete çekilir? Logonun yanına yerleştirilen haber ne anlama gelir? Birinci sayfayı kim yapar? Haberi gazeteye kim ve neden koyar? Editörün görevi nedir? Yayın danışmanı kime denir?
Sevgili iletişim fakültesi öğrencileri, bu soruların cevapları ve daha fazlası, Cumhuriyet iddianamesi, tutanakları ve mütalaasında mevcut! Davayı başından beri takip eden bir gazeteci olarak, Cumhuriyet duruşmalarında meslektaşlarımıza yöneltilen suçlama ve sorular ile ufkumun epey genişlediğini söyleyebilirim.
Dönelim mütalaa gününe, zihin açıcı bir gün daha…
İnsanın kendisine, “Ben kimim”, “Neredeyim”, “Burada ne yapıyorum” sorularını mütemadiyen sorduğu bir başka Cumhuriyet duruşması daha… Başından beri her şey ziyadesiyle absürt ve karnımızı tuta tuta güleceğimiz kadar komik aslında. Ancak bu absürtlüğün bir uzantısı dört duvar olduğu için gönül rahatlığıyla gülünmüyor da.
“Son Çare” adı verilen büfenin bitişiğindeki adliye binasının devasa duruşma salonlarından birinde, dört saat efendi gibi oturmuş, mütalaa dinliyoruz. Efendiliği elden bırakmamak mühim. Arada uyuklayanlar oluyor. Savcı bey yorulunca bir yudum su içiyor. Hâkim beyler, emin değilim fakat, arada not alıyor. Biz gazeteciler çoğunlukla birbirimize bakıp gülümsüyoruz. Gülmeden durulacak gibi değil zira…
Sayın savcının okuduğu mütalaayı yazarken güldüğünü hayal ediyorum çünkü başka türlüsü mümkün değil gibi geliyor. Ancak yüzündeki ciddiyetten zerre gülmemiş olduğu belli tabii. Halbuki ne kadar da inanılması güç olduğu için gülünesi şeyler söylüyor!
Sayın savcı, Cumhuriyet yazarı Kadri Gürsel’in, “Erdoğan Babamız Olmak İstiyor” başlıklı yazısından bir bölüm okuyor:
“Madem Erdoğan zorla babamız olmak istiyor, o halde Türkiye’nin bütün ihtiyacı, Tunus’taki diktatörün devrilmesine yol açan kıvılcımı çakan Muhammed Buazizi gibi asi bir evlattır. Yanlış anlaşılmasın, Buazizi gibi kendisini yaksın demiyorum, bir sigara yaksın ve yeter ki söndürmesin. Sigara sağlığa zararlı bir alışkanlıktır; kötü bir baba ise sigaradan daha da zararlıdır.”
Mütalaada, söz konusu ifadeler ile Gürsel’in yazısında asiliği “normal, meşru ve kabul edilebilir” olarak yansıttığı dile getiriliyor.
Cumhuriyet yazarı Aydın Engin’in 15 Temmuz darbe girişiminden iki gün önce kaleme aldığı “Cihanda Sulh, Peki Yurtta Ne” başlıklı yazısının, kendilerine “Yurtta Sulh Konseyi” adını veren darbe girişiminde bulunan grup ile isim benzerliğinin dikkat çekici olduğu belirtilerek, “Bu basit bir tesadüf değil” deniliyor.
Mütalaaya göre, devlet ve toplumun sürekliliği için her özgürlük gibi basın özgürlüğünün de bir sınırı var. Nedeni de gayet basit:
“Sınırsız özgürlüğün anarşi doğuracağı insan hakları teorisyenleri tarafından kabul edilmiştir.”
“Kim ulen bu insan hakları teorisyenleri” diye şeyler düşünüyoruz ama susuyoruz tabii. Ayıp yani, koca teorisyenlerden iyi mi bileceğiz?
Mütalaa, sanki herhangi bir yayın organı için başka türlüsü mümkünmüş gibi, Cumhuriyet gazetesinin “subjektif ve taraflı” bir yayın politikası izlediğini savunuyor. “TRT’nin yayın politikası mesela, onu ne yapsak acaba” diye de sormuyoruz elbet. Mütalaa ile şaka olmaz.
Gazetede yayımlanan haberlerin terörizme üstü kapalı destek verdiği iddia ediliyor. Söz konusu desteğin üstü açık versiyonunu merak ederken buluyorum kendimi.
Atılan manşetlerin “masumane gazetecilik faaliyeti” olmadığı için basın özgürlüğünden bahsetmenin mümkün olmadığından bahsediliyor. “Masumane gazetecilik faaliyeti” ile kastedilenin ne olabileceği hakkında derin düşüncelere dalıyorum.
Derken gazetede yayımlanan haberlerden örnekler verilmeye devam ediliyor. “İlk bakışta haber gibi görünen” ama basın özgürlüğünün sınırlarını aşarak kamplaştırmaya yönelik yazılar mi dersiniz, veriliş amacının dışına çıkıp kaos yaratan haberler mi…
“Bana basın özgürlüğünün sınırlarını çizebilir misin Abidin” diye geçiriyorum içimden. Şurada bizimle beraber oturuyor olsan çaresizliğinden ağlardın Abidin, gerçekten… (BK/HK)
* Fotoğraf: Nadire Mater - bianet