Söylediklerim en azından bugünkü bilimsel bilgilerle ve yöntemlerle kanıtlanabilir değil ama kendime göre şöyle bir açıklama yapacağım; “bulgu da bilgi de ilgiden kaynaklanıyor”.
Bu lafı şimdi uydurdum. Ses uyumu hoşuma gitti. Türkçe’deki kökleri de birbirine yakın muhtemelen. “İlgin neye yönelirse onu buluyorsun, onu biliyorsun,” demek istiyorum...
Benim yaşamım da hele şu son yılda dolaşırken hep öyle oluyor. Yüzlerce yer arasında gidiyor kafama uyan bir yer buluyorum, konaklayacak, yemek yiyecek ya da oturacak. Önceden planlayarak değil, denk geliyor. Ya da milyonlarca insanın içinden gerçekten başkalarına benzemeyen, hatta biraz “uzak durulan” cins insanlarla rastlaşıyor, buluşuyor ve birlikte oluyorum. “Farklı”, “öteki”, “aykırı”...
Bir şey “çekiyor”, bir şey “buluşturuyor, bir şey “yolları kesiştiriyor”...
“Gezerken” yazılarının sayısı 23 olmuş; geçen 22’sinde bu tür rastlantıları siz de fark etmişsinizdir mutlaka. Gerçekten planlamıyorum. Öngörmüyorum. Özellikle öyle olması için bir gayret sarf etmiyor ve önceden randevulaşmıyorum. Bununla ilgili olarak aklıma gelen bir dolu ata sözü ve deyiş var ama ben onları da söylemeyeceğim. Nasıl olsa biliyorsunuz.
* * *
- Yine “Yol’cu”nun “yolcu”su saçmalıyor!... diyeceksiniz, deyin.
- Ama baştan anlatayım: Bodrum’a –apartmanın ya da evin ‘bodrum’undan söz etmiyorum, Muğla’nın ilçesi eski adı “Halikarnas” olan Cevat Şakir’in Türkiye’ye ve dünyaya tanıttığı Bodrum’dan söz ediyorum- ilk kez tıp fakültesinin 2. sınıfından 3. sınıfına geçtiğimiz yaz ayında gelmiştik...
- O kadar da baştan olmasın...
- Peki biraz ortaya doğru baştan anlatayım....
O da güzel bir hikaye ama şimdiki değil eskiden yaşanan... Evet bu güne gelelim.
Bodrum’a son 10-15 yıldır uğradığım ya da geldiğim zamanların birisinde -herhalde on yıldan fazla oluyor- keşfetmiştim burayı. Ana yolda yukarıdan aşağıya doğru inerken sahile varmadan önce sağa sapan son dar sokağın içinde. Adı “Nazik Ana Restaurant” ama aslında bir esnaf ya da halk lokantası.
İlk geldiğimde adının bu olduğunu da doğrusu bilmiyorum; ya turistik gezilerimizin birindeydi, ya da Muğla’daki lepralı hastaların kontrolü için yaptığımız alan çalışmalarından birisindeydi. Elimle koymuş gibi burayı bulduğumu ve burada yediğimizi anımsıyorum. Sonraki gelişlerimde de eğer yemek saati ise hep burada yemiştim.
Bu kez geldiğimde de öyle oldu. Gümüşlük Akademisi’ne geldikten sonra Bodrum’a indiğimde, en az üç kez yemek saatiydi öğlen yemeğini burada yedim.
* * *
Bu “devamlılık” burayla ilgili daha ayrıntılı bilgilenme ve buradan söz etme, hatta bu dizide yazma düşüncesini aklıma getirdi. Bu yazı için şimdiki sahibi ve işletmecisi Hakan Şahin'le konuştum.
O, buranın sekiz yıldır açık olduğunu söyledi. Daha öncesini anımsadığım halde, emin olamadığımdan ona itiraz edemedim. Sonrasında araştırınca 50 yıla yakın bir geçmişi olduğunu öğrendim. Aslında bir lokanta bile değil. Bir evin iç bahçesi.
İlk geldiğimde anımsadığım kadarıyla daha çok bahçeye benziyordu. Şimdi üzeri daha iyi kapatılınca daha çok “kapalı bir mekan” görünümünde.
Bodrum’un bir çok geleneksel yaşama özelliğini yansıtan bir ev avlusunda faaliyet gösteren bu lokantanın asıl özelliği “gerçekten iyi olması”. Bazıları “iyi” görece bir kavramdır deyip, “neye göre iyi” diye sorabilir. Bunu en kolay sanırım şöyle anlatabilirim size:
“İyi çünkü annemin evindeki yemeklere benziyor yediklerim.”
Örneğin ıspanak yemeği, patlıcandan karnıyarık, zeytinyağlı pırasa, biber kabak dolması, içinde az kıyması ve kırık pirinci olan yeşil mercimek yemeği, birazcık biberi fazla etli kuru fasulye... Daha pek çoğunu sayabilirim. Tadı, tuzu, lezzeti, yapılış şekli. Belki inanmayacaksınız ama öyleydi.
“Çok acıkmışsın” da diyebilirsiniz. Tamam bunu size kanıtlayamam ama benim “damak tadım” öyle diyordu bana.
“İkincisi ne mekan ne de size çalışanların tutum ve davranışları turistik yerlerde her zaman görmeye alıştıklarımıza benzemiyor.” Bu gelen ve yemek yiyen herkesin kanaati.
Zaten yemek yiyenler de aslında o çevrede yaşayan ya da çalışan kişiler. Nazik Ana işyerlerinde çalışanlar için öğlenleri ‘tabldot’ yemek çıkarıyor, hem de çok ucuz fiyata. Bence bu bile Bodrum gibi “turistik” bir yer sık rastlanmayacak durum. Diyeceğim o ki tam bir “esnaf ya da halk lokantası”. Ama temiz, ama iyi, ama ucuz. Bence orası herkesin “Nazik” anasının evi.
Gerçekten de öyle: Öyle hızlı yapılan ve hızlı sunulan yemekler değil, evlerimizde annelerimizin eşlerimizin yaptığı gibi. Sanki bir “kadın”ın elinden çıkmış gibi. Hakan Şahin’e sordum “böyle mi” diye:
“Yok” dedi, ‘profesyonel ve çok iyi bir aşçı’nın yemekleri yaptığını, ama kullandıkları malzemenin de en iyisi olmasına gayret ettiklerini söyledi. Ama “en iyi malzeme” kullanan başka yerlerden bir farkı daha var: “Fiyatları!”
* * *
Bu tür yazıları “ana akım medyanın” köşelerini tutan kimi yazarlar yazıyor; onları okurken ‘yine reklam yapıyorlar’ diyorum sıklıkla; bu yazı da biraz öyle bir yazı havasında gelebilir sizlere.
Ama öyle değil. Başlığa bir kez daha dikkat etmenizi istiyorum. Sonra da devamını okumanızı.
Çok net bilgiler bulamadım ilk kimin açtığına ilişkin. Ama bahçenin kenarındaki ve yemeklerin yapıldığı bölümün en az 150 yıllık olduğunu öğrendim. Lokantanın da 50 yıldır varolduğu biliniyor.
Bugün çok eski Bodrumlulardan, burada yaklaşık 40 yıldır eczacılık yapan Yücel Ziylan’la randevum vardı. Ondan Bodrum’un geçmişinde ve bugününde “sağlığı” konuşacaktık.
Aklımdaydı, o sırada da bir fırsatını bulup ‘Nazik Ana’yı soracaktım. Ama bir yakını vefat ettiği için randevumuzu erteledik. Buradan da kendisine “baş sağlığı” diliyorum. Bu konunun ayrıntısını öğrenince sizlerle de paylaşacağım.
* * *
Yine de bulabildiğim kadarını anlatayım size “Nazik Ana Lokantası”yla ilgili bilgileri:
1981-82 sezonundan 1993-94 sezonuna kadar Efes Pilsen’de basketbol oynamış, uzun süre 6 numaralı formayı taşımış ve kaptanlığını yapmış Taner Korucu adında bir basketbol oyuncusu sporu bıraktıktan sonra annesi Nazime hanımla birlikte işletmiş burasını. Sanırım benim ilk geldiğim yıllar o dönem olmalı.
Sonra geçen yılın nisanında yaşanan bir yangına kadar Nuray Yıldız ve Ali Yıldız bir aile işletmesi olarak çalıştırmışlar. Duvardaki bir gazete kupüründen Nuray Hanım’ın “Abaza” daha doğru deyişle “Abhaz” olduğunu ve “Abhaz ve Çerkez” yemekleri yaptığını okudum.
Yangından sonra devralan ve eskiden “olduğu gibi işletmeye devam ettirmeye” kararlı olan ve onarımını gerçekleştirdikten sonra 2007 Eylülü'nde yeniden hizmete açan şimdiki işletmecisi Hakan Şahin’e sorunca o da “Abhaz” olduklarını söyledi.
Evliliğimden dolayı benim de Abhazlarla, Çerkezlerle ilgimin olduğunu söyleyince orada bulunan kardeşi ve akrabaları dahil hep birlikte bu rastlantı ve ilgiye şaşırdık. Bu yakınlıktan sonra biraz da bu yönde konuşunca onların deyişiyle “eteği eteğine” değenlerden olduğumuzu çıkardım.
Hendek’te yaşayan evlerine konuk olduğum ve anlatılamayacak kadar dost canlısı ve konuksever “Fahri bey” ve yine orada tanıdığım ama ismini çok duyduğum “Sema hanım” çok yakınlarıydı, Hakan bey ve ailesinin. Bunun üzerine duvardaki gazete kupüründe yazan “Abhaz ve Çerkez” yemeklerini de bir dahaki gelişimde burada görmek ve yemek istediğimi söyleyince çok gülüştük.
* * *
Nazik Ana’yla ilgili daha başka rastlantılar da oldu, onları anlatmayacağım ama başlığa yazdıklarımı bir daha düşünmenizi, benzer şeylerin sizlerin de başına gelip gelmediğini sorgulamanızı bir daha istiyorum: “bulgu da bilgi de ilgiden kaynaklanıyor.”
Ya da...(MS/EÜ)
MUSTAFA SÜTLAŞ'la gezerken-XXIII
"İyi" Kendini Gösteriyor ve Onu Arayanı Kendine Çekiyor...
Milyonlarca insanın içinde, başkalarına benzemeyen, biraz uzak durulan, farklı, öteki, aykırı yani cins insanlarla rastlaşıyor, buluşuyor ve birlikte oluyorum; bir şey bizi birbirimize çekiyor, bir şey bizi buluşturuyor, bir şey bizim yollarımızı kesiştiriyor.
ilgili haberler
Hak odaklı, çok sesli, bağımsız gazeteciliği güçlendirmek için bianet desteğinizi bekliyor.
ilgili haberler
diğer yazıları
PELİN ÖZER İLE ŞİİR VE KİTAPLARI ÜZERİNE
Şiirin sesi, dili ve anlattığı...
5 Şubat 2022
majak'tan cenk'e cenk'ten majak'a
ad koymak ve bir "adı" olmak
20 Kasım 2021
Sanatçılar karantinadaki erkek şiddeti oyununda buluştu
9 Kasım 2020
“hiçbiryer”in insanları her yerde!..
6 Haziran 2020
MUSTAFA SÜTLAŞ'TAN
kırk yıllık hekim olmak(!) (*)
14 Mart 2020