İşi gücü bırakıp kamp yapar gibi Meclis'e kapandılar ve oy çokluğuyla bir yasa geçirdiler. "Çocuklar ölüyormuş" da ondan. Çocukları pek önemsediklerinden! Sabah erken saatlerde camiye giden yaşlılara saldırıyormuş, hani şu bilinçli olarak çocuklara da saldırıp öldüren kötü köpekler. "Çocuklarımız, yaşlılarımız," diye feryat ediyorlardı onları son gördüğümde. (Bir daha görmek istemem.) İçlerinden biri de aynı Meclis'te bulunduğu birini yumrukluyordu. Ama bu bir şey değil. Köpekler çocuklara, yaşlılara, kadınlara saldırıyorlardı. Hav hav!
Çocuklar pek kıymetliydi, yaşlılar hakeza. Onlar köpeklere yem edilemezdi. Halihazırda insan şiddetinden, insan bencilliğinden çoğalmış ve iyice azmış şu lanet olasıca (!) köpek nüfusuna mensup iki birey gidip iki insan canlısı ısırdı diye bütün bir tür hakkında bir katliam emri verdiler. Çünkü kahrolsun köpekler, yaşasın çocuklar. Yaşasın. Yaşasın elbet ama nasıl?
Yirmi haneli bir köyde, iki gözüm önüme aksın ki herhangi bir köpek bireyin dahlinin olmadığı bir kayıp yaşandı bundan 15 gün önce. Su gibi bir evlat, pırıl pırıl bir çocuk, Narin Güran kayıplara karıştı. Daha ilk günden kanıtlar, tanıklar varken ısrarla görmezden gelindi bunlar, ertelendi. Anne feryat etti, bir şeylerden dem vurdu, kayıt kesildi. Anne sustu. Baba günler sonra anca ortaya çıkıp, "devletine" teşekkür etti. "Gayretlerinden ötürü". Narin'in nerede olduğunu sorgulayanlara çıkıştı, onları "çalışmaları engellemekle" suçladı. O esnada yapılan "çalışmalardan" biri de henüz bir "dosyası" bile olmayan Narin Güran ile ilgili haberlere yayın yasağı getirmekti. Çünkü çocuklar mühimdi. Çocukların akıbeti ancak devletten sorulurdu. Çocukları köpek ısırmasa kafiydi. Devlet nasılsa ısırırdı.
Aradan günler geçti. Her şey ortadan kalktıktan (kaldırıldıktan) sonra bir hareketlilik başladı: Gözaltılar, mahkemeye sevkler, tutuklamalar... Köpekler vasıtasıyla mezra ve mezarlar aranmaya başladı. (Bir bilgi: Bu esnada köpekler herhangi bir asker, polis ya da sivili ısırmadı.) Narin'den yine bir haber çıkmadı. Anne sustu, baba yine kayıplara karıştı, amca tutuklandı. "Güvenli sokak" isteyenler "hani bana, hani bana" dedi. Çünkü çocuklar çok önemliydi. Ama çocuklar sadece köpeklerin saldırısına uğrarken mi önemliydi? Korkarım, öyle.
Biz bu güvensiz sokakları korkunç canlılarla paylaşıyoruz. Sabahın ve gecenin kör saatlerinde yollara düştüğümüzde peşimize takılıyorlar. Dişleri aha da böyle parmağım kadar ve ağızlarından salyalar saçıyorlar. Ensemizde iğrenç soluklarını duyuyoruz, bazan tenimizde tenlerini hissediyoruz. Korkutucu hırıltılarıyla adım adım takip ediyorlar bizi. Öğrendiklerimizi uygulayalım diyoruz: Önce adımlarımızı yavaşlatıp sonra duruyoruz. Arkamızı dönüp hareketsiz bir şekilde kalıyoruz. Yanımıza yaklaşıp kokumuzu almalarını bekliyoruz. Gerekirse çömelerek onlarla aynı göz hizasına gelmeye çalışıyoruz.
Fakat o da ne? Göz teması ne mümkün? Biz yer ile yeksanken onlar bizden uzun. Dört değil, iki ayakları var üstelik. Ne şimdi bu? Bu iğrenç yaratık da ne böyle? İki ayaklı, fiziksel evrimi tamam gibi görünen ama salyasını tutamayan bir canlı? İnsan mı ki acaba bu? Korkarım, öyle.
Sözde çocuklarının hayatı için sokaktaki köpekleri katletmeye hazırlanan ve yasanın görüşülmeye başlandığı andan itibaren hayvan katillerine ilham veren bu devlet, "eşref-i mahlûkat"ı unutmuş görünüyor. Çünkü ne yazık ki kendisi de o "eşrefi" çoktan terk etmiş fertlerden oluşuyor. Çocuklarını gadreden aşiret ve tarikatlara kalkan ola ola muhtemel bir gıdım şerefinden de sıyrılmış olan bu lânet yapı, sadece sokakları değil, cümle yaşamı güvensiz bir hâle getiriyor.
El kadar bir köyün içerisindeki çocuğunun izini bulamayanlar, karşımıza bir güç timsali olarak dikilme cüreti gösteriyor.
"Dicle'nin kenarında kurdun kaptığı koyundan bile ben mesulüm" diyen, çoktan firar etti sorumluluklarından. Kim bilir kaç canın vebaline girdi bugüne kadar.
Hav hav! Dikkat ve dahi imdat, devlet var!
(ED/HA)